Dijital reklam pazarı 2023'te 650 milyar dolara ulaşmıştı. (IAB)
Şu an 1 Trilyon doları geçtiği düşünülüyor.
Sosyal medya kullanıcı sayısı ise 5 milyar. (We Are Social)
Ortalama video izleme süresi de 3 saat, internette geçirilen süre de 6 saat civarında…
Yani hayatımızın önemli bir bölümü bir şeyler izleyerek geçiyor.
Bu hareket etmektense, seyirci kalmak ve oturduğumuz koltuğa çakılı kalmak anlamına geliyor.
Yolculuk yaparken, yürürken, yanımıza alıp unutmayacağımız, vücudumuzun bir uzvu haline dönüşmüş iki şey var: Telefon ve kulaklık…
1 trilyon dolarlık pazarın yaşaması, büyümesi için tam olarak böyle bir bağımlılığa ihtiyaç var.
Aslında hedeflenen dikkatimiz!
Dikkatimiz=Para
Ya da şöyle bir cümle kurmamız yanlış olmaz; dünya çapında 5 milyar insanın dikkatinin değeri 1 trilyon dolar!
Bu pazarın sahibi olan ve artık tekel haline gelen sosyal medya platformları bu gelirden vazgeçmek ister mi?
Bu geliri artırmak, bağımlılığı pekiştirmek, izleme sürelerini artırmak için neler yapmazlar, değil mi?
Bu reklam pastasında kullanıcı başına düşen değer ne?
Kullanıcı başına yıllık ortalama reklam geliri ne kadar?
Bu gelirin platformlara dağılımı nasıl?
Algoritmalar değişiyor, mesela Instagram'da bir videonun mesaj olarak başka kullanıcılara gönderilmesi şu an beğeni sayısından daha önemli.
Algoritma çok izlenilen videoyu ön plana çıkarıyor.
Velhasıl, burada hedef yine dikkatimizi çekerek izleme süresini artırmak…
Duygularımızın maddi değerlere dönüştüğü yeni keşfedilmedi.
Ancak anlık duygularımızın bir para birimine dönüştürülebildiği sosyal medya platformlarının ortaya çıkmasıyla keşfedildi.
Düşünsenize o platformlarda sürekli "Hareket Geç" temalı motivasyon videoları izliyor ama hareketsiz kalıyoruz.
İronik kısmı da bu zaten! Eyleme geçmek konusunda çağrıda bulunan içerikleri izleyerek hareketsizliğe mahkum olmak.
- Spor videoları izlerken hareketsiz olmak
- Minimalizm videoları izlenirken tüketim çılgınlığı içinde olmak
- Detoks videoları izlerken telefon bağımlısı olmak
Bizi ikna eden ney?
İkna edilmek için neye ihtiyacımız var?
Kendimize samimi olarak itiraf etmemiz gereken konular var.
Asıl önemli olan sorular…
Çünkü doğru soruları sormak, bilmenin yarısıdır.
Dijital sosyolojinin doğuşu…
Dijital platformlar, bizlere dijital bir kimlik ve kişisel bir marka oluşturma imkanı sundu.
"İstediğini paylaş, istediğini içeriği, konuşmayı yap, özgürce hareket et" benzeri cümleler aşağı yukarı tüm sosyal medya platformlarının vizyonu ve mottosu.
Fakat madalyonun öteki yüzü öyle değil…
Neden bunu söylüyorum?
- Beğenilme arzusu
- Trend olma kaygısı
- Keşfete düşme hırsı vb…
Onay arama ihtiyacının doğmasına neden birçok neden sayabilirim.
Çünkü bir paylaşım artık, ne kadar etkileşim alacağı planlanarak çizilen bir çerçeve içinde tasarlanıyor.
Bu da yansıtılan kimliğin farklılaşarak yeni bir kimlik ve hitap edilen kitle ile aynilik inşasının doğması çabasını tetikliyor.
Kişisel marka konumlandırma öyle bir baskı baskın bir unsur haline geldi ki, kullanıcılar doğal halini normalini paylaşmayı düşünemiyor bile…
Örnek olarak kullanıcılar evinde kuru fasulye-pilav yerken bir fotoğrafını paylaşamaz ama güzel bir mekanda içinde bulunduğu bir kareyi memnuniyetle paylaşır.
Çünkü sosyal medyanın yazılı olmayan kuralları var.
Kullanıcının belirli beklentileri karşılamak kişisel imajını koruması gerekir.
Bu standartlar nasıl ve kimler tarafından belirleniyor? Nasıl yayılıyor, bu kural nasıl kabul görüyor?
Yönlendirdiğimiz nokta ya iyi bir içerik üreticisi olmak ya da iyi bir izleyici.
Yani ne platformların içerik üretirken beklentisi diğer kullanıcıların dikkatini ne kadar çekeceğimiz, eğer içerik üretmiyorsak da platformda ne kadar süre geçirerek dikkatimizi arka arkaya kaydırdığımız videoları seyrederek harcayacağımız…
Günde 3 saatimizi izlemeye ayırıyoruz. Peki, bu zaman gerçekten bize mi ait, yoksa birilerinin kasasına mı akıyor? Sormaya cesaret edebildiğimizde cevaplar da kendiliğinden gelecektir…"