Hiç fark ettiniz mi?
Gün içinde bir kafede otururken ya da sokaktan geçerken,
farkında olmadan başkalarınının çektiği fotoğrafta kaç kez yer aldınız?
Ve bu karelerin kaçı internette paylaşıldı?
Yani iziniz ve bilginiz olmadan kaç fotoğrafın çekildi?
Büyük ihtimalle cevabınız "bilmiyorum"...
Ancak yalnız değilsiniz.
Çünkü dijital çağda kimse, hangi karede olduğunu, hangi sistemin onu tanıyabildiğini, hangi verinin hangi yazılımla eşleştirildiğini tam olarak bilmiyor. Üstelik bu bilinmezlik artık sadece teorik bir mahremiyet sorunu değil, gözümüzün önünde ete kemiğe bürünüyor.
İki Harvard öğrencisi, tam da bu farkındalığı yükseltmek için dikkat çeken bir deney yaptı. Meta'nın ürettiği akıllı gözlüğü kullanarak, sokakta karşılaştıkları insanların yüzlerini tanıyarak sosyal medya bilgilerini saniyeler içinde ulaşabildikleri bir yazılım geliştirdiler. Üstelik bu yazılım, herhangi bir veritabanını hacklemiyor, tamamen halka açık kaynaklardan yararlanıyordu.
Yani veriler zaten oradaydı.
Gerekli olan tek şey, onları birleştirebilecek kadar akıllı bir algoritmaydı.
Peki bu ne anlama geliyor?
Anlamı şu: Mahremiyet artık yalnızca bir "tercih" değil, bir "lüks" de değil, doğrudan bir "güvenlik meselesi".
Siber suçlular, "web kazıma" (web scraping) denilen yöntemle, internetteki fotoğraflardan yüz görüntülerini topluyor. Bu görüntülerle kimlik dolandırıcılığı, banka hesaplarına erişim ve hatta fiziksel takip operasyonları gerçekleştirilebiliyor. Bu veriler yalnızca karanlık web köşelerinde değil; sosyal medyada yaptığımız her paylaşımın içinde saklı.
Bu noktada işler sadece teknolojik değil, etikle de ilgili.
Çünkü biyometrik verilerimiz olan yüzümüz, parmak izimiz veya göz retinamız, birer "parola" gibi. Fakat bu parolalar internette başkalarının erişebileceği kadar ulaşılabilir hale geldiyse, artık güvenliğimiz de başkalarının insafına kalmış demektir.
Neyse ki bilim dünyası bu karanlık senaryolara karşı da boş durmuyor. "Chameleon" (Bukalemun) adı verilen yeni bir teknoloji, yüz tanıma sistemlerinden korunmak için kişiselleştirilmiş dijital maskeler üretiyor. Bu maskeler, bir kişinin biyometrik yüz verilerini o kadar ustaca değiştiriyor ki, sistem o kişiyi tanımıyor; başka bir kişi olarak algılıyor. Böylece algoritmalar kandırılmış oluyor.
Ancak bu çözüm, sorunun boyutlarını hafifletmiyor. Çünkü asıl mesele, teknolojiyle değil, dijital farkındalıkla ilgili.
Bizler hâlâ sosyal medya hesaplarımızda konum etiketliyor, doğum günlerimizi paylaşıyor, banka bilgilerimizi sohbet uygulamalarında saklıyoruz. Oysa bu verilerin her biri, dijital kimliğimizin bir parçası. Ve artık hiçbiri yalnızca bize ait değil.
Sonuç?
Bilim kurgu filmlerinde izlediğimiz teknolojiler, birer birer gerçeğe dönüşüyor. Fakat bu gelişmeler, yalnızca heyecan verici değil. Aynı zamanda korkutucu.
Çünkü dijital dünyada veriye hükmedenler, insana da hükmedebilir. Siber saldırganların tek yaptığı, veri kırıntılarını birleştirerek açık kapıyı bulmak. Ve unutmayın; O kapı, sizin evinizin de kapısı olabilir.
Sosyal medya platformları verilerimiz en iyi şekilde koruyacaklarını garanti altına almalı, taahhüt etmeli…
Birey olarak biz kullanıcıların, kullandığımız platformların desteği olmadan siber güvenliğimizi korumamız mümkün değil.
Ben artık sosyal medya platformlarının kullanıcılara siber güvenlik uzmanı desteği sağlaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hem gelir kaynağı olarak, hem de veri kaynağı olarak kullanıcılardan oldukça fayda sağladıklarını hepimiz biliyoruz. Bize dijital dünyada kendimizi nasıl koruyacağımız anlamamız konusunda yardımcı olmalı ve destek vermeliler.
Bu yüzden, çağımızın en hayati becerilerinden biri artık şudur:
Dijital okuryazarlık.
Yani veriyi anlamak, yönetmek, korumak ve gerektiğinde susturmak.
Çünkü herkes, bir siber dolandırıcılığın hedefi olabilir.