"Artık sıkılmaya bile vakit yok."
Belki de çağımızın en trajik cümlesi bu. Çünkü sıkılmak, düşünmenin ön sözcüsüydü. Düşünmeyen insanın yerini artık tıklayan insan aldı.
Oxford Üniversitesi 2024'te 'Beyin çürümesi'ni yılın kelimesi seçti.
TDK ise 2024'te seçtiği kelime 'Kalabalık yalnızlık' oldu.
İki tercih de boşuna değil…
Artık bir uzvumuz haline gelen telefon ve tablet gibi akıllı cihazlara başımızı eğip daldığımızda, zamanın nasıl aktığını fark edemiyoruz.
Hatta dalgınlıkla otobüs ya da metroda ineceği durağı kaçıranların istatistiği tutulsa, eminim akıllı telefonların yayılmasıyla bu oran hızla artmıştır.
Bu duruma sıklıkla şahit oluyorum.
Yani sanal aleme bağımlılık arttıkça gerçek hayatta yalnızlaşıyoruz.
Peki bu durumdan beyin aktivitelerimiz nasıl etkileniyor?
Dijital çağda beyin, kendi icat ettiği teknolojiye yetişemiyor. Her saniye uyarılan, bir şey tüketen, bir şeye maruz kalan zihin, artık dinlenemiyor.
Buna "bilişsel yorgunluk" da diyebilirsiniz, ama bana sorarsanız bu modern bir hafıza erozyonu.
Bir zamanlar bilgi güçtü, şimdi ise sadece kalabalık ve gürültüye dönüştü.
Çünkü kayan bir ekranı açtığınız an karşınıza ne hakkında bilgi çıkacağı, sosyal medya platformu algoritmasına bağlı.
Ya da o platformdaki dijital ikizinize göre belirlenmiş reklam verenlerin inisiyatifine…
İnsan beyninin kapasitesi sınırlı ama ekranların değil.
Sürekli akan içerik, sonsuz kaydırma, "bir video daha kaydır ne olacak" alışkanlığı... Hepsi birlikte dikkati milim milim törpülüyor.
Biz fark etmeden, beynimizdeki "odaklanma kası" zayıflıyor.
Telefonu elinden bırakamayan bir kuşak, artık düşünmeye değil, tetiklenmeye alışıyor.
Bir bildirim sesiyle sevinmek, bir beğeniyle motive olmak, bir kaydırmayla tatmin hissetmek... Bu, nörolojik düzeyde bir dopamin bağımlılığı.
Ve bu bağımlılığın faturası ağır..
Zamanla sabır azalıyor, merak yüzeyselleşiyor, fikir üretmek yerine içerik kopyalanıyor. Beyin, "hazır düşünce"ye alışıyor.
Aslında olan şu;
Beyin, hızla değişen dijital dünyaya tam uyum sağlayamıyor.
Bilgi bombardımanı, sinaptik sistemin dengesini zorluyor.
Buna sinirbilimciler "bilişsel uyum bozukluğu" diyor.
Yani beynimiz, kendisini bu yeni tempoya göre yeniden düzenlemeye çalışırken eski becerilerimizi kaybediyoruz.
Onlar ne mi? Sabretme, derin düşünme, dinleme, hatta hayal kurma...
Bir zamanlar uzun metinleri sabırla okuyan insanlardık.
Şimdi, 15 saniyelik videolar bile "uzun" geliyor.
Zihinsel sabır, modern çağın en kıt kaynağına dönüştü.
Sorun sadece bireysel değil, toplumsal.
Bu gidişle, dikkatini toplayamayan insanlar oluşacak, karmaşık sorunlar çözülmek istenirken de zorluk yaşanacak. Her şey ChatGPT'ye, Gemini'ye sorulacak…
"Dijital vatandaş" dediklerimiz, aslında sürekli uyarılmış ama derinleşememiş bireylere dönüşecek.
Zeka artık sadece bilgiyle ölçülmüyor, dikkatini yönetebilen insan kıymetli hale geliyor.
Ama hala bir umut var.
Çünkü aynı teknoloji, doğru kullanıldığında beynin yeni bağlantılar kurmasına da yardımcı olabilir.
Sorun ekranda değil, ekrana teslim olmakta.
Belki de bugünün en büyük meydan okuması şu;
Dikkatimizi, hafızamızı, zihin yapımızı geri kazanmak.
Yani kapat tuşuna basmak, yeni bir direniş biçimi olabilir.
Sıkılmayı yeniden öğrenmek, kendimizle kalmayı ve dijital ortamdan bağımsız düşünmeyi geri getirebilir.
Dikkati Geri Kazanmanın 5 Yolu:
Bildirimleri Kapatmak:
Her "ding" sesi beynine mikro stres yükü bindirir. Günde sadece 3 kez bildirim kontrolü yapmayı deneyin. (Eğer Gazeteci değilseniz tabii)
Odaklanma Süreleri Planlamak:
25 dakikalık tek görev blokları oluşturun.
Pomodoro yöntemi, zihinsel verimliliği yüzde 30'a kadar artırabiliyor.
Ekran Diyeti Uygulamak:
Sosyal medyada geçirdiğiniz sürenin farkında olun, zaman tutun.
2 saatlik "ekransız zaman" kuralı koyun, özellikle yatmadan önce.
Sıkılmaya İzin Vermek:
Beyin, boş kaldığında üretkenliği tetikler.
Yolda, otobüste, sırada beklerken telefonu elinize almayın.
Ve En Önemlisi Gerçek Bağlantılar Kurmak:
Dijital değil, insani temas. Sohbet, tartışma, kahve...
Beyin, duygusal paylaşımla öğrenir, ekrandan değil, insandan beslenir.