Seçimlerimiz gerçekten kontrolümüz altında mı?
"Seçim yanılsaması", bireyin seçenekleri özgürce seçtiğini sanmasına rağmen, bu seçeneklerin önceden belirlenmiş veya gizlice kurgulanmış olduğu durumu anlatıyor.
Dijital çağda bu yanılsamayı en güçlü şekilde yönlendirenler ise algoritmalar!
Artık özgürlük, verilerin önceden belirlediği sınırlı tercihler içinde var olabiliyor.
Özgür irade olarak yapılan tercihler, algoritmanın izin verdiği kadarına indirgenmiş bir seçim yanılsaması halini aldı.
Günümüzde sosyal medya, arama motorları, e-ticaret siteleri ve video platformları, her birimize "kişiselleştirilmiş deneyim" sunduklarını söylüyor.
Ancak bu kişiselleştirme, çoğu zaman görmemizi istedikleri dünyadan ibaret.
Algoritmaların Kararlara Etkisi
Algoritmalar, milyonlarca veriyi analiz ederek bizim "ne isteyebileceğimizi" tahmin ediyor.
Bu, başta masum bir kolaylık gibi görünür ancak zamanla karar süreçlerimizin içine sızıyor.
Her şey "kişiselleştirme" adı altında başlıyor.
YouTube "senin için önerilenler" sunuyor.
Netflix "tam senlik diziler" diyor.
Instagram "ilgi alanlarına göre içerik" getiriyor.
Ve biz, "bizi anlayan sistemlerle" yardım alarak tercihler yaptığımızı düşünüyoruz.
Ama bu kişiselleştirme değil, "yönlendirilmiş bir yaşam."
Algoritma, neye tıkladığımız, hangi gönderide kaç saniye durduğumuzu,
hatta hangi yüz ifadesiyle ekrana baktığımızı bile biliyor!
Sonra da bu verilerle bizi bizim yerimize tanımlıyor!
Ben bu süreçte, insanın karar verdiğini sanmasına, ama aslında kararlarının algoritmalar tarafından yönlendirilmesine "dijital seçim yanılsaması" diyorum.
Çünkü biz "seçtiğimizi" zannederken, aslında önceden filtrelenmiş bir olasılıklar havuzundan tercih yapıyoruz.
Algoritmalar sadece kararları değil, davranış biçimlerimizi, kiminle nasıl iletişim kuracağımızı, kimi seveceğimize, hayranlık duyacağımıza, hangi topluluklara dahil olup hangi etkinliklere katılacağımıza ve ne düşüneceğimize kadar her şeyi şekillendiriyor.
Ve zamanla "gerçeklik algımız" değişiyor.
Algoritmalarla "gerçeklik algısı" nasıl kodlanıyor?
Önce duygusal manipülasyon…
Facebook'un 2014'te yaptığı deneyde, kullanıcıların haber akışındaki olumlu/olumsuz içerikler değiştirildiğinde, insanların duygusal paylaşımları yani ruh halinde de belirgin bir fark oluştu.
Bu deney, insanların duygularının algoritmik biçimde yönlendirilebildiğini gösterdi.
Sosyal kutuplaşma…
Algoritmalar, "benzer düşünenleri" bir araya getirerek yankı odaları oluşturuyor.
Bu da bireyin, kendi fikirlerinin çoğunluk olduğunu sanmasına yol açıyor.
Yani "toplumsal seçim yanılsaması" direkt sosyal mecralar aracılığıyla değiştiriliyor.
Tüketim alışkanlıkları…
Spotify, Netflix veya Amazon gibi platformlarda öneriler, davranışları kalıplaştırıyor.
Kullanıcılar belli türleri izliyor, belli ürünleri alıyor, belli markalara bağlı kalıyor.
Tercihler özgürlük değil, alışkanlık formuna dönüşüyor.
Ve sonuç; Seçtiğini zanneden insan
Dijital çağda insanlar, görünmez bir kafesin içinde dolaşıyor.
Kafesin duvarları veriyle örülmüş, tavanı algoritmalarla kaplı.
Ama insanlar özgür olduklarına inanıyor, çünkü ellerinde telefon var.
Ekran ışığı özgürlük gibi parlıyor, ama aslında bir tür pranga.
Kiminle konuşacağımıza, neye inanacağımıza, neye öfkeleneceğimize kadar her şey ölçülüyor, analiz ediliyor, yeniden karşımıza çıkarılıyor.
Dijital çağın insanı, seçim yaptığını sanıyor, ama aslında seçimi çoktan yapılmış bir hayatı yaşıyor.
Ancak yine her şey bizim elimizde..
Elimizdeki telefonu bırakıp, otobüste camdan dışarı bakmak ya da o otobüste bulunan insanların ne yaptığına bakmak bile sanal bağlantıdan çıkıp gerçek hayatla olan bağımızı güçlendirmenin ilk adımı olabilir.
"Psikolojinin ilkeleri" kitabının yazarı Psikolog William James'ın tekrar tekrar okuduğum bir sözü var.
"İnsanın düşünce biçimini değiştirerek hayatını değiştirebileceğini öğrenmesi benim neslimin en büyük keşfidir."
William James'ın söylediği gibi önce düşünce biçimini değiştirmeli ve yeniden düşünmeye başlamalıyız. Sonrasında çok şey değişecek, değişiyor.