Ortadoğu'da yaşananlar tarihin tekerrürü mü?
Dünyayı yeniden şekillendirmek isteyen güçler Ortadoğu’da bilek güreşi yapıyor... Aslında bölgedeki güç mücadelesi Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamıştı... Milli politikalar izleyen Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid dönemin paşaları tarafından yapılan darbelerle tahttan indirildiler. Sonrasında da uygulanan kirli planlarla paramparça edildi Osmanlı... Bugün ise Birinci Dünya Savaşı’nda yapılamayan yapılmak isteniyor. Musul'da, Kerkük’te boy gösterenlerin nihai hedefi Türkiye.. Peki, nasıl bir politika izlenmeli? Türkiye hangi güvenlik tedbirlerini almalı? Cevabı analiz haberimizde...
A HABER - 19. yüzyılın sonlarıydı...
Üst aklın çok önemli bir hedefi vardı.
Yeniden kurulacaktı dünya.
Yapılan planlarla İslam âlemi paramparça edilecekti.
Buna en büyük engel olarak görülen Osmanlı'dan başlanacaktı işe.
Yavaş yavaş görülecekti hesap...
Önce Osmanlı'nın başına batı güdümlü bir yönetim getirilecekti.
Zehir üstten alta enjekte edilecekti.
Milli politikalar izleyen sultan Abdülaziz tahttan indirilerek başlanacaktı işe.
Yerine düşünülen isim ise 5. Murad'dı.
Bunun özel bir sebebi vardı.
İngiliz veliahdı prens Edward, 5. Murad ile yakın ilişki içindeydi.
Bu nedenle İngilizler tahta onun çıkmasını istiyorlardı.
Osmanlı sultanını değiştirme planı işletilmeye başlandı.
Sadrazam Ahmed Şefik Mithat Paşa plan doğrultusunda çalışmaya koyuldu.
Batı'nın saraydaki Truva atıydı Mithat Paşa.
Reform adı altında Osmanlı'yı Batı'ya bağlama projesini yürütüyordu.
Örneğin Mısır'a dış borçlanma yetkisi verdiği ferman o projenin bir parçasıydı...
O ferman Mısır'ın İngiliz hâkimiyetine girmesine neden olmuştu.
Mısır'ı adeta İngiltere'ye hediye eden Mithat Paşa'nın marifetleri bununla da sınırlı kalmadı...
Açığı olan bütçeyi fazla vermiş gibi gösterdi.
Osmanlı'ya mali yönden darbe vurdu...
Bunun üzerine sadrazamlıktan azledildi...
Ama koltuk sevdası sürüyordu.
Perde arkasında Batı'nın olduğu bir darbeye umut bağladı.
Her daim kullanışlı olacağına dair mesajlar gönderdi...
Batı ise bir an önce Abdülaziz'in iktidardan uzaklaşmasını istiyordu.
Çünkü sultan Abdülaziz orduyu çağının modern silahlarıyla donatmıştı.
Donanmayı İngiltere ve Fransa'dan sonra dünyanın 3. deniz gücü haline getirmişti.
450 km. Uzunluğundaki demiryollarını üç katına çıkarmıştı.
Kurduğu demir ağlarla İslam coğrafyasını buluşturmuştu.
Bu nedenle uluslararası güçlerin hedefiydi.
Plan belliydi.
Abdülaziz'in yerine meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren mason veliaht 5. Murad tahta çıkarılacaktı.
Ardından o günlerde Osmanlı'da vücut bulan İslam âlemi adım adım paramparça edilecekti.
Mithat Paşa'nın konağında ince ince dokundu darbe planı.
İlk adım olarak medrese öğrencilerinin dersleri boykot ederek ayaklandırılması planlandı.
Çıkarılan karışıklar sonunda Mithat Paşa liderliğindeki cunta amacına ulaştı.
30 Mayıs 1876 darbesi ile sultan Abdülaziz tahttan indirildi.
Sultan Abdülaziz tahtan indirildikten 4 gün sonra, yani 4 Haziran 1876'da gözaltında tutulduğu Feriye Sarayı'nda ölü bulundu.
Bilekleri kesilmişti.
İntihar ettiği iddia edildi hemen.
Doktorların cesedi incelemesine izin verilmedi.
Çünkü intihar iddiası sultan Abdülaziz'in katlini perdelemek için uydurulmuş bir yalandı.
Sultan Abdülaziz'in yerine tam da Batı'nın istediği gibi padişah V. Murat geçirildi.
Batı'nın planı tıkır tıkır işliyordu.
Ancak beklenmedik bir şey oldu.
Darbe ve sonrasında yaşananlar yüzünden ağır bir depresyona girmişti 5. Murad.
Yaşadığı büyük korku nedeniyle akli dengesini yitirdi.
Bu yüzden taht mecburen bir kez daha el değiştirdi.
Mithat Paşa taht için 2. Abdülhamid'i uygun görüyordu.
Öyle de oldu.
Abdülhamid'i tahta oturtan Mithat Paşa yeniden sadrazamlık koltuğuna oturdu.
23 Aralık 1876'da çıkarılan Kanun-i Esasinin mimarı oldu.
Kanun-i Esasi Osmanlı'yı Batı eksenine bağlama adımıydı.
Ancak Mithat Paşa 1877 yılında Osmanlı'ya en ağır darbeyi vurdu...
Ruslarla bir savaş kapıdaydı.
Sultan Abdülhamid savaş istemiyordu.
Fakat savaş isteyen devlet adamlarının baskısı altında idi.
Bunların başında Sadrazam Mithat Paşa geliyordu.
Mithat Paşa'nın teşvikiyle yüksek medrese talebesi sokaklara dökülüp padişahın penceresi altına kadar giderek "harb istiyoruz!" diye bağırdı.
İngiltere'ye güveniyordu Mithat Paşa..
Sultan Abdülhamid'in karşı çıkmasına rağmen Rusya ile savaşa sürükledi Osmanlı'yı.
93 harbi olarak anılan bu savaş Osmanlı'nın başına gelen en büyük felaketlerden biri olarak tarihe geçti.
Ve bu Mithat Paşa'nın imparatorluğa verdiği son zarar oldu...
Sultan Abdülhamid önce sürgüne gönderdi Mithat Paşa'yı.
Sonrasında Abdülaziz'e suikast suçlamasıyla idama mahkûm ettirdi.
O mahkûmiyet ömür boyu hapse çevrildi.
Mithat paşa 8 Mayıs 1884'te yanındaki muhafızlar tarafından öldürüldü.
Sultan Abdülaziz gibi milli bir isim olan 2. Abdülhamid 33 yıl tahtta kaldı.
Bu süre zarfında İslam dünyasına yönelik tehditleri bertaraf etti...
Osmanlı'yı ayakta tuttu.
Bu nedenle de öncelikli hedef oldu.
O giderse İslam âlemi de darmadağın olacaktı.
Batı dünyası ve iş birlikçileri sultan Abdülhamid'e karşı bir ayaklanma planladı.
Dağılma sürecini hızlandıran olayların başlangıcıydı o ayaklanma.
Tarih, Rumi takvime göre 31 Mart 1325, miladi takvime göre ise 13 Nisan 1909'du.
Başlayan ayaklanma ve sonrasındaki gelişmeler sonun başlangıcı oldu.
Sultan Abdülhamid Han tahttan indirildi.
Sultan Abdülhamid'in yerine kardeşi beşinci Mehmet Reşat padişah yapıldı.
Ancak perde arkasındaki asıl güç farklıydı.
Sultan Abdülhamid'in Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'den sildiği Mithat Paşa'nın zihniyeti yeniden iktidar oldu.
Bu kez sahneye çıkan İttihat ve Terakki üyesi paşalar oldu.
İttihatçı paşalara o yolu açan bir bakıma Mithat Paşa'ydı.
Mithat Paşa'dan itibaren Osmanlı'da yeni bir süreç başladı.
1876 yılıyla birlikte imparatorluğun siyasetini paşalar belirler hale geldi.
Sultan Abdülaziz'in son yıllarındaki kaos ortamında Mithat Paşa saray karşıtı siyasetin başlıca lideri olarak sivrildi.
Serasker, yani ordu komutanı Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa ile birlikte, Abdülaziz'i deviren cuntayı oluşturdu.
Sultan Abdülhamid döneminde ise güç bu kez İttihat ve Terakki'li paşalara geçti.
Üç paşalar iktidarı olarak bilinen yapı Osmanlı İmparatorluğu'nun 1913 ile 1918 arasındaki son dönemini şekillendirdi.
İttihat ve Terakki'nin tepe isimleri olan o paşalar dâhiliye nazırı ve sadrazam Mehmet Talât Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Bahriye Nazırı Ahmed Cemal Paşa'ydı...
Kelime anlamıyla birleşme, birlik kurarak gelişme ve yükselme anlamına gelen ittihatçılar koca Osmanlı'yı zaman içerisinde paramparça etti.
Mithat Paşa Osmanlı'yı Rusya ile savaşa sokmuştu.
İttihatçı üç paşa ise bir adım daha ileri gitti.
1. Dünya savaşına soktular imparatorluğu.
Sonunu hazırladılar.
İslam âlemine büyük acılar çektiren sürecin işaret fişeğini yaktırdılar...
Cumhuriyeti kuranlar da yine Osmanlı'nın son paşaları oldu.
Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir yedi düveli püskürtmeyi başardı.
1.Dünya Savaşı'na girerken Osmanlı İmparatorluğu 3 milyon kilometre kare toprağa sahipti.
Batı dünyasının gözü o topraklardaydı. Osmanlı'yı parçalamak için gizli bir anlaşma yapıldı. Sykes-Picot'tu o anlaşmanın adı.
Ve 1916 yılında yapılan o anlaşma Fransa ve İngiltere için yol haritası olarak kullanıldı.
Ortadoğu'nun bugünkü şeklini almasında önemli bir unsur oldu.
İngiliz subay Mark Sykes ile Fransız subay François Georges-Picot Kahire'de bir araya geldiler o anlaşma için.
Masa başında Ortadoğu'yu iki ülke arasında paylaştırdılar.
Fransız ve İngiliz subaylar kendi çıkarları doğrultusunda dizayn ettiler bölgeyi.
İslam dünyasının yeniden güçlü bir şekilde bir araya gelmemesi için nifak tohumları ektiler...
Kurulan devletlerle bölgenin etnik ve dinsel yapısını ince ince parçaladılar.
Amaçları istedikleri zaman istedikleri kaosu oluşturabilecekleri bir zemindi.
Oluşturdular da.
Osmanlı'nın topraklarında yirminin üzerinde yeni İslam devleti kuruldu.
Sykes-Picot anlaşması sonucunda kurulan devletlerden Irak, Ürdün, Filistin İngiliz bölgesi, Suriye, Lübnan Fransız bölgesi oldu.
Sykes-Picot anlaşması büyük ölçüde uygulamaya konuldu.
Osmanlı'dan koparılan coğrafyada sözde bağımsız devletler kuruldu.
Ama gerçekte hep başkası tarafından yönetildiler...
Hiçbir zaman yüzü gülmedi o coğrafyada yaşayanların.
Kan ve gözyaşı eksik olmadı üzerlerinden...
Çoğunlukla da birbirine kırdırıldı Müslümanlar.
Ancak Osmanlı'yı tarihe gömenler Türkiye'nin kuruluşuna engel olamadılar.
Milletin inancı Anadolu ve Rumeli'de şaha kalktı...
Genç Türkiye'nin doğmasını sağladı.
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandı.
Ve millet bunu yedi düvele karşı kurtuluş savaşında ispatladı.
Birinci dünya savaşında yorulan Avrupa milletin inancı ve direnci sayesinde havlu attı.
Yüz yıllık planın son aşaması nadasa bırakıldı.
Türkiye ile daha sonra hesaplaşılacaktı.
İslam âlemine yönelik kirli planlar 80'li yıllarla birlikte yeniden hız kazandı.
Özellikle Ortadoğu hedefti.
Batı'nın planına göre bölgedeki ülkeler olabildiğince zayıflatılmalı ve küçük parçalara bölünmeliydi.
Bunun için savaşlar ve suni gerilimler çıkarılacaktı...
Çıkarıldı da...
İran ile ırak savaşı da o planın bir parçasıydı.
1980 ila 88 yılları arasında tam sekiz yıl savaştırdılar iki ülkeyi.
Türkiye'de 12 Eylül'ü yaptıran güç, o darbeden sadece 10 gün sonra Irak'ı İran üzerine saldırttı.
Irak, 16 Eylül'de Şattülarap anlaşmasını feshettiğini açıkladı...
22 Eylül 1980'de İran sınırını geçti ırak askeri.
Gözler Amerika'ya çevrildi o günlerde.
Amerika, görünüşte Irak'ı destekleyen bir politika yürüttü.
Büyük miktarda borç verdi.
Biyolojik ve kimyasal silahların da aralarında olduğu tonlarca silah gönderdi.
O silahlarla binlerce kişi öldürüldü.
Başlangıçta Amerikan desteğini arkasına alan Irak'ın zaferleri ile başladı savaş.
Ama aslında istenen galibi olmayan bir savaştı.
İran ve ırak birbirine kırdırılacaktı.
Yani iki taraf da kazanma-malıydı.
Bu yüzden Amerika sadece Irak'a değil İran'a da silah sattı...
Böylece bir denge sağlandı.
ABD yönetim kademesinden bazı kişiler aracılığıyla satıldı o silahlar.
Geliri de Nikaragua'da dönemin solcu yönetimini devirmeye çalışan anti-komünist kontraları desteklemek için kullanıldı.
İrangate olarak anılan skandal 1986 Kasım'ında Lübnan'da yayın yapan Ash-Shiraa adlı dergi tarafından ortaya çıkarıldı...
Skandalın büyümesi üzerine Ronald Reagan bir televizyon konuşması yaparak olayın varlığını önce inkâr etti...
Ancak sadece bir hafta sonra Reagan tekrar bir televizyon konuşması yaptı...
Bu kez Irak'ın yanı sıra İran'a da silah satışı yapıldığını doğruladı.
Skandala bir de kılıf uydurdu Reagan.
Bunun Irak'ın elindeki rehinelerin kurtarılması amacıyla yapıldığını iddia etti.
Irak ve İran'a aynı anda silah satan sadece Amerika değildi.
En az on ülke benzer bir politika izledi.
Mesela Fransa, Irak'ın yüksek teknolojili silahlarının başlıca satıcısı oldu...
Sovyetler birliği de çift taraflı bir politika izledi.
İsrail ise sattığı silahlarla savaşın uzamasını sağladı...
Sonunda tıpkı planlandığı gibi bir galibi olmadan sona erdi İran-Irak savaşı...
Yaklaşık bir milyon kişi öldü.
İki milyon kişi ise yaralandı.
Savaşın sonucunda İran-Irak sınırı değişmedi.
Bu anlamsız savaşta tam 150 milyar dolar kaybetti iki Müslüman ülke...
İran ve Irak'ın kaynakları silah parası olarak aktı Batı dünyasına...
Çok ağır bir yıkım yaşandı.
Ne İran, ne de Irak yıllarca belini doğrultabildi.
Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı.
Bu borçları ödemekte zorlanınca yine batı kışkırtmasıyla yeni bir maceraya atıldı...
1990 yılında Kuveyt'e saldırdı...
Oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalıştı...
Saddam Hüseyin'i Kuveyt'i işgal için yüreklendirip tuzağa düşürenler bunu Irak'a saldırmak için gerekçe yaptılar.
O süreç Irak'ın Amerika tarafından işgaliyle sonuçlandı.
Sekiz yıl boyunca Batı'nın istediği İran savaşına güç harcayan Irak, Amerika ülkesini işgal ederken kendisini savunamadı.
Irak işgal edildikten sonra bir başka faza geçti üst akıl.
Batı eliyle DEAŞ adlı bir terör örgütü kuruldu önce...
O örgüt sayesinde un ufak edilecekti İslam dünyası.
Bölgenin tüm demografik yapısı değiştirilecekti.
Mezhepler üzerinden savaşlar çıkarılacaktı.
İslam dünyası tıpkı İran-Irak savaşında olduğu gibi kendi içinde savaştırılacaktı.
Bölgenin tüm gelirleri Batı'ya silah parası olarak akacaktı.
Yani bir taşla iki kuş vurulacaktı.
Terör örgütü DEAŞ Ocak 2014'te yükselişe geçti.
Anbar'daki çatışmalarda örgüt Felluce'yi ve Ramâdî'nin bir kısmını kontrolü altında aldı.
3 Ocak 2014'te Felluce'de bağımsız bir devlet ilan etti.
Irak'ın Anbar, Ninova, Diyala, Babil, Kerkük ve Selahaddin, Musul illerinde çok büyük etkinlik gösterdi.
Sözde başkent yaptı Bakuba'yı...
Suriye'de ise Humus, Rakka ve Halep'te etkinlik alanı oluşturdu.
DEAŞ, petrol kaynaklarına yakınlığı nedeniyle dünyanın en zengin terör örgütleri arasına girdi.
Bulunduğu bölgeler sadece petrol olduğu için önemli değildi.
O coğrafya mezhep savaşı çıkarmak için kritik bir öneme haizdi...
Batı'nın el verdiği terör örgütü DEAŞ eliyle Sünni Müslümanlara karşı kin ve nefret oluşturulacaktı.
Ardından Sünni ve Şii Müslümanlar çatıştırılacaktı..
Bitmeyen bir Sünni-Şii düşmanlığı başlatılacaktı.
Çatışmalar ve katliamlar göçleri beraberinde getirecekti...
Göçlerle tüm bölgenin demografik yapısı değiştirilecekti.
İslam dünyası iki kutba bölünecek ve kendi içinde tıpkı Avrupa'nın yüzyıl savaşında yaptığı gibi kendi içinde savaştırılacaktı.
Bu plan dâhilinde DEAŞ'ın kafa kesme videoları hazırlanıp servis edildi.
Batı'nın el verdiği DEAŞ çoğu yerde kurşun bile atmadan ilerledi.
Büyük oyun böylece başladı.
İslam ülkelerini dizayn etmek için terör bir araç olarak kullanılmaya başlandı.
Terör örgütü DEAŞ bahane edilerek İran, Irak, Suriye ve Türkiye dörtgeninde sürdürülüyor yüzyıllık oyun.
Irak'ta Felluce, Tikrit, Ramadi ve Musul hedef alındı.
Suriye'de Halep, Humus ve Hama yakılıp yıkıldı.
Ancak tüm bu yıkımlar sadece o bölgelerle sınırlı kalmayacak kirli plana göre...
Halep ordaysa İstanbul burada diyor üst akıl...
Terör örgütleri nihai hedef olarak belirlenen dört bir koldan Türkiye'ye saldırıyor...
DEAŞ, PKK ve onun Suriye kolu PYD demografik yapıyı değiştirmek için bir kaldıraç olarak kullanılıyor.
Stratejik noktalar hedef alınıyor.
O noktalardaki Sünni nüfus zorla Türkiye'ye göçe zorlanıyor.
Göçün sağlanmasının ardından büyük bir mezhep savaşının ateşi yakılacak.
Kirli plana göre o ateş Türkiye'yi de yakacak.
Savaş yaygınlaştırılacak...
Sıra Antalya'ya, Erzurum'a, Trabzon'a, Ankara'ya, İstanbul'a ve Edirne'ye gelecek.
Provokasyonlar ve bunları izleyen katliamlarla iç savaş çıkarılacak.
Yani Suriye'de uygulanan plan Türkiye'ye uyarlanacak...
Çıkarılacak iç savaşın ardından uluslararası güçlere Türkiye'ye müdahale için bahane sağlanacak.
İşgale davetiye çıkarılacak.
Batı tarafından işgal edilen Türkiye için bir sonraki aşama bölünme olacak.
Birinci dünya savaşında yarım kalan hesap tamama erdirilecek.
Küçük parçalara bölünen Türkiye'nin tüm kaynakları Batı'ya aktarılacak...
15 Temmuz darbe girişiminde tanklara bedenini siper eden millet işte bu kirli plana engel oldu.
Türkiye'de paramparça edildikten sonra sıra İran'a ve diğer bölge ülkelerine gelecek.
İslam dünyası bir daha belini doğrultamayacak hale getirilecek.
İşte Şam'dan Halep'e, Felluce'den Musul'a, Ankara'dan İstanbul ve Edirne'ye uzanan kirli plan bu.
Bu yüzden terör örgütü PKK'nın Suriye kolu PYD batı tarafından destekleniyor.
Türkiye'nin bir kaç haftada bölgeden silip attığı DEAŞ bu nedenle yok edilmiyor...
Yıllardır sözde bir mücadeleyle batı tarafından büyütülüyor.
Suriye'deki iç savaşın bitmesine bu nedenle bir türlü fırsat verilmiyor.
Irak'ta bir istikrar ve huzur ortamı sağlanmasına aynı amaçla engel olunuyor.
Türkiye'nin Musul operasyonuna katılması bu yüzden istenmiyor.
Ortadoğu'daki gelişmeleri Osmanlı'nın son döneminden itibaren geniş bir perspektifte ele almak şart.
Ve artık şunu görmek gerekiyor.
Bir türlü birlik ve beraberlik içinde olmasına izin verilmeyen İslam âlemi topyekûn büyük bir tehdit altında…
Uluslararası kumpaslar ve savaşlarla yeniden dizayn edilmek isteniyor.
Eğer milli politikalar izlenmezse dönüşü olmayan acılar kapıda.
Ve bu planlara engel olan son kale Türkiye…
Yani en çok yıkmak ve parçalamak istedikleri ülke…
Peki, bu tabloda Türkiye ne yapmalı?
15 Temmuz'da ikinci kurtuluş savaşını veren Türkiye bundan sonra hangi adımları atmalı?
Öncelikle kendi güvenliğini için Musul'da Halep'te ve Şam'da tedbirler almalı.
Bölgede çakılan her kıvılcımın kendisine de sıçrayacağını bilmeli.
Ona göre sınır ötesinde strateji oluşturmalı.
Küresel güçler tarafından terörün hedefi haline getirilen, diz çöktürülmeye çalışılan bu millet tek yumruk olmalı.
Ve şu da unutulmamalı.
Eğer Türkiye zafiyete uğrarsa tüm bu coğrafya düşecek...
Kaya giderse geride toz kalacak...