Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin tam anlamıyla uygulanması halinde; en faydalı yanı, devletin mutlak olarak siyaset eliyle yönetilmesini sağlaması olacak. Bugün her şeye rağmen iyi idare edilen bir "
geçiş dönemi" yaşanıyor. Bu dönemin, Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti genel başkanlığından ayrıldığı süreçte yaşananlardan farklı dinamikleri, açık ve örtülü sorunları söz konusu. 2014- 2017 aralığında Cumhurbaşkanı, kurucusu ve lideri olduğu partisindeki eksen kaymasını düzeltme ve hatta gidişata el koyma zorunluluğu ile karşı karşıyaydı. Bugün AK Parti, içsel yenilenme çabasını sürdürmekte. Lakin tam bu anda "
devletin yönetimi" noktasında dikkatlerden kaçmaması gereken gelişmeler de yaşanmakta!
Ankara'yı bilenler, çeşitli kurumların üst yönetimine yapılan atamaların, o kurumların işleyişini ve kurum kültürünü beklendiği gibi değiştirmediğini hemen fark eder. Kurumlar, anayasal dönüşüm iradesi ile işbirliği yapıyor görüntüsü verse de kurum ruhu ile oradaki genetik kodları canlı tutan aktörler, içten içe tavır geliştirebilir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın özel mesai ayırması gereken parti çalışmaları ve seçim yılına dair hazırlıklar, kimi kurumların kritik konuları kendi anlayışına göre yorumladığı tatsız sürprizler üretebilir.
***
Bu sıralar, yüksek yargının önünde biriken dosyalar, ekonomiyle ilgili kurumların hassasiyet göstermesi gereken kararlar ile güvenlik ve istihbarat bürokrasisinin devlet okumasının, siyaset kurumunun öncelikleriyle ne derece örtüştüğünü gözden kaçırmamak lazım. Resmin bütününü görmenin, tek tek sorunlarla uğraşmaktan daha mühim olduğu günlerden geçiyoruz. Ancak bir görünmez elin; devlet aklını, rutin gündemlerle meşgul ettiğine ilişkin yakınmaları daha fazla duyuyoruz. Asli konulara ayrılan vakit ile kamuoyuna açık toplantıların işgal ettiği sürenin kıyaslandığına sıkça tanık oluyoruz.
Ankara'da acil gündem sadeleştirmesine, mühim kurumlara ve icraatlara odaklı çalışma biçimine gerçekten ihtiyaç var. Sn. Cumhurbaşkanı'nın varlığının hissedildiği alanlardaki kıpırdanma, zamana yayılarak atalete dönüşebilmekte ya da bürokrasinin algısı, siyasetin yönetimin gücünün önüne geçebilmekte.
Demem o ki... Devlet ve parti işlerinin eşzamanlı yönetimi kadar teşkilatlara ve kamudaki bünyesel problemlere birlikte neşter vurulması da zaruret arz ediyor.
***********
CHP'DEKİ ÜSLUP VE GÜVEN SORUNU
Önceki gün TBMM'deki grup toplantısı öncesi CHP'nin genel başkanına yakın isimlerinden biriyle karşılaştık. Konu, doğal olarak CHP Sözcüsü Bülent Tezcan'ın, Cumhurbaşkanı'na hakaret içeren düşük seviyeli sözleri idi. CHP'lilerle üzerinde mutabakata varabildiğimiz husus, "siyasetin dilindeki sertlik" oldu. CHP'li vekiller, muhalefetin fikrinin alınmadığını, önemli meselelerde bilgilendirilmediklerini iddia ettiler. Oysa gerek Cumhurbaşkanı gerekse Başbakan bu mekanizmayı hassas günlerde hep işletti. CHP yöneticileri ise "devlet bilgilerini" öğrenir öğrenmez, malum medya yoldaşları ile paylaşıp, kamuoyuna oynamayı yeğlediler. Yani itimat telkin etmediler.
Sohbet sırasında CHP'lilere, "Bakın, biraz sonra grup toplantısında Kemal Bey (Kılıçdaroğlu) Bülent Tezcan'ın sözlerini tavzih etmek yerine, sahip çıkacaktır. Aksi olursa, siyasette tansiyonun düşmesi ve üslup ayarı için yine de bir şans vardır. Ama sanmıyorum" dedim, haklı çıktım.
İşin özeti... CHP ile herhangi bir konuda bir araya gelmek güç, güven ortamı oluşturulması ise çok güç.