Türkiye'nin neredeyse Sovyetlerin yıkılışından beri arzuladığı Zengezur koridoru ile ilgili gelişmelerin İran'ı mutsuz ettiği, malum. Azerbaycan ve Nahçıvan arasında İran üzerinden sağlanan irtibatın artık doğrudan kurulabilecek olması, bunun sebeplerinden.
Söz konusu koridorun Türki Cumhuriyetlerle kara ve demiryolu bağlantısı kurabilmemize imkan sağlayacak olması, konunun ülkemizi ilgilendiren en önemli tarafı.
Anlaşma Washington'da imzalanmış olsa da Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki barış sürecini, ilmek ilmek örüp belli bir noktaya getiren Türkiye'dir. Dağlık Karabağ'ın 28 yıl sonra azatlığa kavuşması ve benzeri gelişmelerin devamı olan bu durumdan rahatsız olan içimizdekiler, dikkat çekici. Sık sık İran karşıtlıkları nüksedenlerin şimdi İran ile aynı pozisyonda gözükmeleri, aslında kime ve neye karşı olduklarını anlamayı kolaylaştırıyor.
Çeşitli durumlarda önce 'orada ne işimiz var?' deyip, sonra, 'orada neden yokuz?' sorusunu sorabilen, 'Türkiye Karabağ'a cihatçı gönderdi' gibi iddialarda bulunabilen ve gerektiğinde Akdeniz'de yunan tezlerini savunabilen bir güruh bu.
Irak'ın kuzeyinden başlayıp Suriye üzerinden Akdeniz'e ulaşması planlanan terör koridoruna karşı mücadeleyi, dışarıdakiler ve onların içerdeki uzantısı olan bu zihniyete rağmen kazandık.
Ülkemizin varlığı, birliği ve bekası için tehdit oluşturan terör oluşumlarına yönelik operasyonları engellemek için çabalayan dışardakiler gibi uzantıları da yapmadıklarını bırakmamışlardı. TSK'nın sınır ötesi harekatları için gereken tezkerelere 'hayır' demek ve Suriye'deki PKK uzantılarını makul gösterme çabası, bunun örneklerinden.
Terör odaklarına yönelik Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve diğer harekatları engellemek için çırpınan ana muhalefet partisi liderinin bile Afrin'e girileceği sırada, 'hiç değilse oraya girmeyin' şeklinde inlediği, hatırlardadır.
Birilerinin, Terörsüz Türkiye süreci gereği kendini fesheden ve silahları teslime başlayan PKK'nın terör örgütü olduğunu 'nihayet' hatırlamaları, sebepsiz değil. Terörle bağlantısı sıfırlanacak DEM Parti ile yollarının kesişme ihtimalinin kalmayacak oluşu, en önemli sebep.
Osmanlı'nın dağılışı sonrası, 1946'ya kadar Fransızlar ve 1963'de başlayıp yakın bir zamana kadar Baas ve Esed diktatörlüğü sebebiyle perişan olan Suriye'nin nihayet ülkenin tamamını temsil eden bir yapıya kavuşmasının özellikle de İsrail'in hoşuna gitmediği, malum.
Sadece 2011'de başlayan çatışmaların değil, 100 yıldan fazla süren bir dönemin ardından Suriye'nin kendi ayakları üzerinde durabilmesinden rahatsızlık duyan içimizdekilerin, İsrail aparatı olup olmadıkları, ciddi bir soru işareti.
Gelişmeleri hep olumsuz yorumlayan bu güruhun tek dertlerinin AK Parti ya da Cumhur İttifakı husumeti olmadığı, belli. Memnuniyetsizliklerinin esas sebebi kimlik ve aidiyetleri belki de…