Sosyal medya uygulamalarındaki beğeni butonu, garip bir şekilde geçmişte kullanılan işaretleri hatırlatıyor…
Bir içerik, paylaşılmak üzere beğeniye sunulmuş.
Duyguları ne kadar harekete geçiriyor? Nasıl tepki görüyor?
Şimdi, 1600 yıl öncesinin Roma'sında Kolezyum'a çıkmış, birbiriyle kıyasıya dövüşen iki gladyatör düşünün…
Sonunda biri galip geliyor, diğeri ise mağlup oluyor.
Kazanan gladyatörün arenayı terk etmeden hemen önce yapması gereken son bir şey var: Kafasını kaldırıp çevresine göz gezdirmek.
Seyircilerin parmakları yukarı mı, yoksa aşağıya mı bakıyor?
Şimdi "like" ve "dislike" tanıdık geldi mi?

Parmakların yönü, tabii ki gladyatörlerin dövüşündeki gibi yaşam ve ölüme karar vermiyor. Ancak sosyal medyada beğenilmek ya da beğenilmemek günümüzde azımsanmayacak kadar önemli…
Beğeni, büyük bir mutluluk sağlarken; beğenilmemek, ilgi görmemek büyük bir endişe kaynağı.
Gladyatörlerin yerini içerik üreticileri, parmakların yönünü ise beğeni butonları almış durumda. Ama bugün ölüm kalım meselesi değil; beğenilmek veya görmezden gelinmek meselesi var.

Mevlana Celaleddin Rumi'nin sözleri…
Ömer Hayyam'ın rubaileri…
Dostoyevski'nin pasajları…
Hatta alternatif akımı insanlığın hizmetine sunmak için Tesla'nın Edison'a karşı verdiği mücadele…
Hiçbir zaman günümüzdeki kadar değerli olmamıştı.
Bu ifadenin altında yatan önemli bir neden var. Çünkü ismini saydığımız bilgelere ait düşünceler, yaşadıkları dönemde bir saniye içinde milyonlarca kişiye ulaşamıyordu.
Günümüzde ise her birinin hikâyeleri ve eserlerinden alıntılar defalarca paylaşılıyor ve yayılıyor. Hikâyeleri anlatılıyor…
Ancak önemli bir fark var: parça parça, bütün değil, kopuk kopuk başlıklar halinde…
Kalın bir kitabın içindeki tüm bilgiler, 240 karakterde anlatılması bekleniyor.
Çabuk tüketilip çabuk unutuluyor.
Geriye dönüp bakıldığında ekran kaydırmaya başlandığı zaman ilk izlenen ya da okunan içerik ile son içerik arasında ne izlendiğini hatırlamak oldukça zor.
Bir günde 86 bin 400 saniyemiz var.
Vakit çok değerli, herkes zamanının olmamasından şikâyetçi.
Çünkü sosyal mecralarda dikkatimizi çekmek için kıyasıya bir yarış var.
Milyonlarca içerik üreticisi milyarlarca paylaşım yapıyor.
O mecralarda herkes yer bulmak istiyor. Ancak içerik üreticilerinin eşit şekilde varlık göstermesinin imkânı yok.
Mezenformasyon
Burada ilgi çekmek için izlenilen bazı yöntemler devreye giriyor.
Spekülatif bilgiler, takipçiler arasında tartışma çıkaracak içerikler, çünkü çatışma ile etkileşim ve geri bildirim sayısı artıyor. Bazen de asılsız bilgiler.
O asılsız bilgilerin, gerçek olduğunu düşünen kullanıcılar tarafından kasıtsız ya da kötü bir niyet olmadan yeniden paylaşılarak dolaşıma sokulmasına ise mezenformasyon ismi veriliyor.
Sosyal medyada ortaya çıkan en büyük problemlerden biri de tam olarak bu.
Yanlış bilgi, yüksek bir tepeden aşağıya doğru inerek hızlıca büyüyen bir kar topuna benziyor.
Bilginin doğruluğunu kontrol etmek ve kaynağına inerek doğruluğunu teyit etmek artık eskisinden çok daha önemli.
Futbolda, siyasette, magazinde…
Her alanda yaşanan ciddi bir mezenformasyon sorunu var.
Bu sorunun önüne geçmek için bir bilgi ile karşılaşıldığında önce sorgulamak, sonra da ilgili kaynaklara ulaşarak doğrulamak gerekiyor. Bu işlevi gören platformlar var. Ancak yanlış bilgileri ayırt etmek ve doğrusunu paylaşmak zaman alıyor.
Çünkü sadece X'de 1 dakika içinde yaklaşık 500 bin tweet atılıyor.
Bunun Instagram'ı, YouTube'u, TikTok'u, Facebook'u var.
Yani önüne geçmek imkansız.
Burada Dijital okuryazarlık öne çıkıyor.
Hatta günümüzde en öncelikli olan bu.
Finansal okuryazarlığa giden yol bile artık, Dijital okuryazarlıktan geçiyor.
"Araştırıp, incelemeden; hiçbir şeyi peşin hükümle kabul etmeyiniz." Rudyard Kipling
