Aynı ofiste hazırlanan dosyalar, aynı sözleri tekrarlayan itirafçılar, tuhaf benzerlikler ve tuhaf zenginlikler...
Türkiye son yıllarda her tür hikâyeyi gördü ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi'yle ilgili son dönemde konuşulan "yolsuzluk" tablosunun ortaya koyduğu hikâye kadarını görmedi. Tarihe geçecek bir zenginleşme örneği bu.
Ortada bir dava var. Bir de bu davadan "itirafçı" olarak çıkanlar... Ve tam da bu noktada, tarihe geçecek kadar ilginç bir kronoloji ortaya çıkıyor. Aşağıdaki olay akışı, tamamen kamuoyunda konuşulan iddialar, ortaya çıkan anlatılar, benzerlikler, tesadüfler ve kişilerin kendi ifadeleri üzerine kurulu.
10 KAŞE, TEK ADRES
Kamuoyunda en çok konuşulan iddialardan biri şöyle: Aynı müteahhit ofisinde, sekiz-on farklı şirkete ait kaşelerin bulunduğu, bu ofiste onlarca şirket adına teklif dosyalarının hazırlandığı, farklı firmalara ait tekliflerin aynı masa üzerinde, aynı kalemle tamamlandığı anlatılıyor.
Manzaranın halk nezdindeki karşılığı çok net: "On şirket, tek adres, tek kalem ve tek hikâye..."
Ofisin kapısına şöyle bir tabela assalar yeridir: "Toplu İhale Hazırlama Atölyesi- Kaşelerimiz Zengindir."
Gelecekte bu dönem "Kaşe Cumhuriyeti" olarak anılırsa hiç şaşırmam.
İTİRAFÇI BOLLUĞU
İşin belediye cephesi de çok farklı değil. Farklı firmaların hazırladığı düşünülen onlarca teklif, aynı bilgisayardan çıkmış gibi aynı tarzda diziliyor, aynı düzenle sunuluyor. Sonra aynı imzalar atılıp onaylanıyor. Tesadüfün böylesi... "Bu kadar firma aynı fontu nasıl sevmiş acaba?"
Kamuoyunun merak ettiği bu soruyu herhalde yargıçlar da soracak
İBB bünyesinde verilen ihaleler, sipariş edilen ürünler, komisyonlar, istenen rüşvetler devasa olunca itirafçıların sayısı da bir o kadar devasa. İddianamede birinci dereceden sorumlu sanık sayısı 102, itirafçı sayısı da ona yakın: 76. Yargı tarihinde pek örneği yok.
"İhaleleri, rüşvetleri, komisyonları tek tek verdik, aldık" diyen de var, koro halinde aynı şeyi söyleyen de. Bir senkronizasyon harikası gibi... "Önümüze evrak koydular imzaladık" ya da "Sisteme para gerekiyor dediler topladık."
Gel de o ünlü Şener Şen'li repliği hatırlama: "Evet ben yaptım, ama hele bi' sor niye yaptım?"
Ortada cevabı aranan soru şu: "Bütün bunlar tesadüf mü yoksa organize mi?"
DEVASA ZENGİNLEŞME
"Bu kadarı tesadüf mü?" denecek bir durum daha var: 3900 sayfalık iddianameyi baştan sona akıl almaz bir zenginleşme hikâyesi olarak da okumak mümkün. Öyle uçuk rakamlardan söz ediliyor ki şaşırmamak elde değil. Sanki semt pazarından domates alır gibi rüşvetlerin alındığı itiraf ediliyor. İBB'nin iki önemli ismi, Fatih Keleş ve Yakup Öner, İstanbul Boğaziçi'ndeki otel sahibi Vedat Aşçı meselesini konuşurken, Keleş o kadar rahat ki rakamı açık açık söylüyor: "20 milyon dolar isteyeceğim." Öner, istenen rakamı büyük buluyor ama sonrasında alınan rakamın 21 milyon dolar olduğunu da itiraf ediyor.
Böyle onlarca sahnenin yaşandığı bir iddianamede devasa zenginleşenler olduğu gibi daha azıyla yetinenler de var. Ama hepsi de bu zenginleşme kaynağını açıklamakta zorlanıyor. Bazılarının kaçış yolu da klasik: "Düğünümüzdeki takıları sattık..."
İyi ki düğünler varmış, yoksa İBB'deki "sistem"in kurucu babaları, aileleri o lüks arabalara binemez, villalarda yaşayamaz, ünlü markalardan giyemez ve üzülürlerdi. Herhalde onların bu üzüntülerine dayanamayan CHP Genel Başkanı Özgür Özel de kahrından kendini meydanlara atardı.