Başkan Erdoğan'ın Necip Fazıl ile olan anısı! Yıllar önce anlatmıştı: Tek başına bir okul ve ekoldü

Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Necip Fazıl Kısakürek’in vefatının 42. yılında sosyal medyadan rahmetle andı ve üstadın eserleri, fikirleri ve mücadele azmiyle bugün bile insanlara yol gösterdiğini vurguladı. 2014 yılında yaptığı bir konuşmada ise Necip Fazıl ile üniversite yıllarında tanıştığını, bir jübile programında takdim yapma görevini üstlendiğini anlattı. Erdoğan, üstadın kendisini takdimi yapması için özellikle tercih ettiğini ve Necip Fazıl’ın mütevazı, aksiyon insanı, tek başına bir okul ve ekol olduğunu belirtti.
Başkan Recep Tayyip Erdoğan, vefatının 42'nci yılında Necip Fazıl Kısakürek'i rahmetle andı.
Erdoğan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, eserleriyle, fikirleriyle, ufku ve mücadele azmiyle bugün bile kitlelere tesir eden, yön veren ve yol gösteren Üstat Necip Fazıl'ı vefatının 42'nci yıl dönümünde rahmetle yad ettiğini ve Mevla'dan üstadımızın mekanını cennet etmesini dilediğini belirtti.
ERDOĞAN ANISINI ANLATTI: BENİM TAKDİMİMİ BU GENÇ YAPSIN
Öte yandan Başkan Erdoğan 2014 yılında yaptığı konuşmasında Necip Fazıl Kısakürek ile olan anısını paylaşmıştı. İşte Erdoğan'ın o sözleri:
Burada üstat Necip Fazıl'la ilgili birkaç önemli noktayı tekrar hatırlatmak isterim. Kendisini şahsen de tanıma bahtiyarlığına eriştiğim, hatta hatta takdim fırsatı yakaladığım artık üniversite yıllarımın en canlı dönemlerinde, üstada jübile yapacağız Milli Türk Talebe Birliği'nde. Bu jübileyi yapmak için iki genç artık finale kaldı ve iki genç olarak bir tanesi de benim Milli Türk Talebe Birliği'nin Cağaloğlu'ndaki şu anda halk eğitim merkezi. Bilmiyorum Milli Eğitim Bakanımız devretti mi? Tekrar aslına rücu etsin demiştik ve o salonda genel başkan üstat ve iki arkadaşımız beraberiz takdimi nasıl yapacağız bunlar okunuyor.
"JÜBİLEDE TAKDİM BU FAKİRE KALDI"
Asla üstat mütekebbir değildi. Nitekim orada diğer arkadaşım benden önce takdimini yapmaya başladı. 4 A4 sayfası takdim hazırlamış, öyle övdü öyle övdü ki artık üstat bu övgülere dayanamadı ne söylediğini söylemeyeceğim o bana kalsın. Ama ikinci A4 sayfası bitti ki üstat dayanamadı yerinden kalkarak o kendine has üslubuyla orada bir ifade kullandı ve orada iş kesildi. Ondan sonra sıra bana geldi. Ben de şöyle avuç içi kadar iki takdim hazırlamıştım. Ben de bu takdimimi yaptım ve üstat orada 'benim takdimimi bu genç bu genç yapsın' dedi ve işi bana bıraktı. Ve o jübilede takdimi o gecenin bu fakire kaldı. Tabii o dizi milli gençlik geceleri olarak devam etti. İstanbul, İzmir, Ankara her yerde üstatla beraber dolaştık. Hamdolsun bu şekilde kendisini ve merhume refikalarını zaten sürekli talebe birliğine gelir gider, milli gençlik gecelerine de gelip giderdi oralarda da birlikte olduk ve gayet yakından çok daha iyi tanıdım. Ama benden tabii çok daha iyi tanıyanların bu salonda olduğunu da biliyorum.
"TEK BAŞINA BİR OKUL VE EKOLDÜ"
Üstad Necip Fazıl o söylendiği gibi eğer mütekebbir olsaydı 4 A4 sayfasıyla o takdimi yapan arkadaşımızı tercih ederdi etmedi. Benimkisi daha mütevazıydı fakat bizi orada takdir etti, böyle devam etti. Çünkü Necip Fazıl aslında bir aksiyon insanıydı. Necip Fazıl o dönemde yüzlerce, bugün yüzbinlerce genci dünyaya ve ukbaya hazırlamış tek başına bir okul, tek başına bir ekoldü
SAKARYA TÜRKÜSÜ İZ BIRAKTI
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Necip Fazıl Kısakürek, 1949 yılında Ankara'ya doğru giden bir tren yolculuğu sırasında Sakarya Nehri'ni görmesinin ardından derin bir ilhamla kaleme aldığı "Sakarya Türküsü" adlı şiiriyle edebiyat dünyasında unutulmaz bir iz bıraktı.
Şair, bu şiirde Sakarya Nehri'nden aldığı esinle Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu kendi bakış açısından etkileyici bir şekilde anlattı. "Sakarya Türküsü", sadece şiir severlerde değil, onu okuyan ve söyleyen pek çok kişide derin izler bırakmaya devam ediyor.
SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!
