Oktay Kaynarca: Telefonu kaldırdığımda ulaşamayacağım kimse yok
Canlandırdığı mafya lideri Çakır karakteri efsane oldu. Şimdilerde yine mafya karakteriyle, Hızır Çakırbeyli olarak izleyicinin karşısında... Oktay Kaynarca bu tür karakterleri öylesine başarıyla canlandırıyor ki rolü adeta üzerine yapışıyor. Oyuncu insana dair birçok şey biriktirdiğini söylüyor: 'Birçok insanla masaya oturdum. Milletvekili de, bakan da, işçi emeklisi de tanırım, bu benim zenginliğim...'
Sonat BAHAR / Pazar Sabah
Oktay Kaynarca takım elbiseyi giyip, racon kesmeye başlayınca reytingler altüst oluyor. Seyirci onu mafya reisi olarak kodlamış ve ekranda öyle görünce izlemelere doyamıyor. Tam da bu yüzden Hızır Çakırbeyli rolü efsanenin dönüşü olarak yorumlandı. Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisindeki Hızır Çakırbeyli 10 yıl önce ölen, Kurtlar Vadisi'nin efsane karakteri Süleyman Çakır'ın amcasının oğlu gibi... Hızır Çakırbeyli Karadenizli bir mafya reisi. Çakır'dan tek farkı iki kadına birden âşık olması. Çakır dünya dertleriyle boğuşurdu, Hızır Çakırbeyli kadınlar arasında kaldı. Bir yanda karısı Meryem, diğer yanda hamile sevgilisi Nazlı.... Bu kez sanki işi daha zor... Hızır Çakırbeyli'den havadisler böyle... Gelelim Oktay Kaynarca'ya... O kendisinde şeytan tüyü olduğuna inananlardan, haklı da galiba... Kaynarca 50 yaşında, ardında birçok ilişki bırakmış. İçinde hiç pişmanlık yok, "Güzel yaşadım" diyor. Ama bir ukde var içinde... "Tek eksiğim çocuğumun olmaması" diye tarif ediyor durumunu... Kaynarca ile Park Bosphorous CVK Otel'inde buluştuk. Rolü gereği zayıflama telaşında, biz kahvelerimizi yudumlarken, o formülünü bizimle paylaşacağı içeceğinden yudumladı. Ne sorsak cevapladı, haliyle ortaya güzel bir sohbet çıktı:
- İki kadın arasında kalma hali nasıl hissettirir bir erkeğe?
- Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Mesela benim amcam bu hikayenin aynısını yaşadı. İki kadın arasında kaldı. Ölene kadar böyle yaşadı. Böyle bir adamdı. İki taraf da bu durumu kabul etti. Uzaktan yakından herkesin ailesinde bu tarz bir durum var, kimse bundan kaçmasın. Kabul ediyoruz anlamına gelmiyor ama yokmuş gibi de davranamayız. Elbette etik olan, biriyle yola çıktıysan o kişiyle yolculuğu tamamlamak ya da ayrılmaktır. Ama bunu yaşayan insanları dışlayacak mıyız? Hayır!
- Erkeğe ne oluyor da karar veremiyor?
- Bilmem. Senaristler bilir. İki kadınla yaşamadım ki... (Gülüyor). Sanırım birinde bulamadığı ya da kaybolan, eksilen ne varsa ona doğru başlarını çeviriyorlar. Bir ilişki de küçük bir boşluk varsa, o boşluğun başkaları tarafından doldurabilmesi her an gündeme gelebilir...
- Kadınlar güçten etkileniyor mu?
- Eee tabii. Bu doğal, güç çok seksi bir şeydir. Kadın için çok önemlidir, iktidar demek.
- Ekranda da güç konusu reyting getiriyor... Siz ne zaman güçlü bir adam oynasanız seyirci coşuyor.
- Onun dışında yaptığım işler de ilgi çekti aslında. Çünkü hayatın içinde böyle, bu normlara sahip birinin olması, bu gerçeklik insanların hoşuna gidiyor. Aslında geçmişte yaptığım işlere dönersek, neredeyse hepsi ilk üç bölüm hep ilk sıralarda yer almış. Yani seyirci merak etmiş, ne yapacağımı beklemiş, Ama bazılarının ivme kaybetmesinin sebebi hep senaryo zaafı olmuş. Belki de bu gerçeklik üzerime güzel oturuyor.
O DÜNYAYI İYİ TANIYORUM
- Niye acaba?
- O dünyayı iyi tanıyorum. İyi oyunculara bakın, mutlaka geçmişleri fazla engebelidir, bir yerlere dokunmuşlardır, bilirler hayatı. Çok insan biriktirmiştir, birçok insanı gözlemiştir onlar. Bilirler o insanları. Heybelerine attıklarının içinden bir insan yaratırlar ve gerçekçi olur. Sanırım benim sırrım bu.
- Basından bildiğimiz kadarıyla çok geniş bir çevreniz var, bunu mu kastediyorsunuz?
- Birçok insanla masaya oturdum. Tanımadığım insan sayısı azdır açıkçası. Milletvekili de, bakan da, işçi emeklisi de tanırım. Toplumun her kesiminden insana dokunmayı seviyorum. Onların benimle bir şey paylaşıyor olması, benim de onlarla bir şeyler paylaşıyor olmam tamamen eş dost ilişkisi. Oyuncu olarak da ilgimi çekiyorlar. Sokakta kağıt toplayan bir çocuk da değerli o anlamda. Zenginliğim o zaten. Onlara sadece bu gözle bakmıyorum elbette, dostluklarım da var. Telefonu kaldırdığımda ulaşamayacağım kimse yok. Bu büyük zenginlik. Ve insana güven veriyor.
- Güçlü bir adam olarak hissediyor musunuz kendinizi?
- İnsanın dostlarının olması güçlü hissettirir. Asıl gücü kendi içinizden almalısınız ama... O iç güç de karşı tarafa geçmeli ki, o güvenle masaya oturun.
KOMİĞİMDİR HATTA BEN!
- Siz nasıl birisiniz? Karşınızda ceket düğmeleri iliklenir mi?
- Normal bir adamım. Fazla açık sözlü biriyim. Çok paldır küldür konuşurum. Ve bunun ceremesini de çok çektik... Önümde biri düğmesini iliklemeye kalkışırsa, o kişinin sırtına vururum şefkatle. Normal bir vatandaş olduğumu hatırlatırım.
- Rol bile olsa böyle adamları oynamak bir hal getiriyor mu insanın üstüne?
- Hayır getirmemeli... Bu algıyla ilgili zamanında çok uğraştım. Rahmetli Duygu Asena bile arabasını değnekçilere vermiş ve sıkıntı yaşamış. Bir yazısında bu durumun suçunu bile benim üzerime atmıştı. Değnekçiler bana özeniyormuş! Bunun acısını çok çektim; öyle oturuyor, öyle kalkıyor, öyle davranıyor gibi çok eleştiri aldım... Oysa öyle değildi. Masada oturup gırgır yapmayı çok severim. Aklıma eseni yaparım. Komiğimdir hatta ben! Benden ziyade insanların etkilenmesinden kaynaklanan bir şey bu. Ama hiçbir zaman cıvık bir adam profilim de olmadı hayatta.
- Tutup da sokak ortasında dans etmem diyorsunuz yani...
- Yurtdışında yaparım. Bunun da bir örneğini yaşadık, Almanya'da bir yere girdik. Güzel bir diskoydu, çok şımardık ve eğlendik. "Ohh" dedik, kimse görmeden eğlendik. Sonra çıkışta sağlı sollu takım elbiseli adamlar sıraya dizilmiş. Biri çıktı, "Oktay bey sizi ağırlamaktan çok mutlu olduk" dedi. Diskonun güvenliğinin tamamı Türkmüş (gülüyor)...
- Türkiye bir baskı yaratıyor mu üzerinizde?
- Doğal olarak. İnsanların gözünün önündesiniz burada. Zil zurna sarhoş olup sokaklarda gezemezsiniz, bir sorumluluğunuz var. Zaten bu tarz bir hayatım olmadığı gibi otokontrolü hayatıma geçiriyorum.
- Çok eğlenmek istediğinizde ne yapıyorsunuz?
- Gidip türkü dinliyorum. Orada kafamı dağıtıyorum. Bizim memleketimizde dans edelim kültürü yok zaten. İnsanlar eğlenmeye giderler, bir kenara dikilip birbirlerini keserler. Benim de dans edesim yok açıkçası... Konservatuvarda bile başıma belaydı bu dans...

AĞABEYLERİMİZDEN VE SİNEMADAN ADAM OLMAYI ÖĞRENDİK
- Kurtlar Vadisindeki Çakır ve Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ın Hızır Çakırbeyli karakteri birbiriyle kıyaslanıyor. Birbirleriyle ilgileri var mı?
'- Kıyaslanmaları normal çünkü yola çıkış noktası Çakır karakteri. Hızır Çakırbeyli başka bir hayatın içindeki Çakır gibi görünüyor. Elbette resmi olarak Çakır karakteri değil!
- Nasıl oldu Çakır'la paralel bu karakterin ortaya çıkışı?
- Çakır'la yolculuğum bittikten sonra, beni görüp "Niye geri dönmüyorsun, tekrar bu adam dönmez mi hayata?" diyen çok seyirci oldu. "Ölenler dirilmiyor" diyordum ama bir seyirci, "Efsaneler ölmez!" dedi. O zamandan beri aklımda bu. Ama bununla ilgili talebi olan bir yapımcı olmadı. Ta ki geçen sene Bahadır Özdener'le bu konuyu konuşuncaya kadar. Aslında başka isimlerle de bunu konuştum ama o karakteri yaratan kişinin eli değmeden olmayacağı belli oldu. Bahadır Özdener ve Raci Şaşmaz, bu karakteri yaratan kişiler. Onlar başka bir projeyle geldi bana ama ben "Çakır'ı hayata geri döndür" dedim. Ve yola çıktık, macera başladı.
- Çakır öldüğünde temsili cenaze töreni düzenlenmişti... Hatırlıyor musunuz?
- Tabii. Çok zekiceydi bence. Dünyadaki ilk örnek zaten. Ondan sonra bazı sevilen karakterlerin ardından cenaze törenleri düzenlendi ama o ilkti. Bu Türk insanının zekasını gösteriyor. Çok eğlendim zaten o zaman da.
- Ama bu Çakır'ın hayatı değil. Sadece o dokuyu hissettiren bir karakter...
- Kesinlikle. Üstelik bu kez hikayenin içine çok güçlü bir şekilde kadın unsuru eklendi. Böyle bir adamın ailesindeki kadınların ne yaptığı merak konusuydu. Kadınların hikayeye girişi lezzet kattı. Bahadır Özdener ve Raci Şaşmaz'ın kadın dünyasını bu kadar iyi yazabileceklerini tahmin etmemiştim. Bu kadar gerçekçi olması çok şaşırtıcı. Çünkü bu zamana kadar erkek işi yazmış ve erkek dünyası içinde olmuş ve bunda başarılı olmuş kalemler onlar... Kurtlar Vadisi döneminde de söylüyordum, o iş senaryo başarısıydı.
- Kadın karakterleri canlandıran Deniz Çakır ve Müjde Uzman'a nasıl karar verdiniz?
- Kadın karakterleri canlandıracak isimler çok önemliydi. Birçok ismin adı geçti... Deniz Çakır fikri hep masadaydı... Tesadüfen Deniz Çakır'la karşılaştım ve döndüm baktım, karşımda Meryem Çakırbeyli duruyordu. Bu rolü başroller oynamış bir kadın oyuncuya anlatabilmek çok zor . Çünkü ilk bakışta bir mafya dizisi çekiliyor ve Deniz'den de o dizide mafya reisinin karısını oynamasını istiyorsun. Bu çok riskli bir rol ve ikinci plandaymış gibi görünebilir. Önemli projelere imza atmış Deniz gibi birini ikna etmek çok zordu ama başardık. İyi ki başarmışız.
DENİZ KADIN TARAFININ REİSİ
- Deniz Hanım'ı zor ikna ettiniz yani...
- Ben ikna ettim. Bunu kendisi de söyler zaten. "Kaygılarını anlıyorum ama bu çok başka bir şey. Başka bir yolculuk" dedim. Çünkü hikayede bu karakter kadın tarafının reisiydi.
- Dizide en etkileyici isim bence...
- Doğru. Çünkü o da çok işin içine girdi. Setin içine girdiği andan itibaren o bir reis! Ama tartışmaya çok açık bir rol. Sosyal medyada bu konuyla ilgili sürekli tartışma söz konusu. Yani Deniz (Meryem Çakırbeyli) kocasının sevgilisiyle mücadele ediyor. Sadece kocasının sevgilisiyle değil hayata dair duruş biçimiyle de mücadele veriyor.
- Toplum tarafından bilinen birçok isim karısı ve sevgilisiyle hayatını gözlerimizin önünde yaşıyor oysa ki...
- Evet bu da enteresan, onlara neden ses çıkarılmıyor? Bunlar niye protesto edilmiyor? Gözümüzün önünde böyle yaşayan bir çok medyatik insan var. Kimse onlara sesini çıkarmıyor. Biz dramasını, projesini yapınca bağırıp ayağa kalkıyorlar. Aslında korkularıyla yüzleşmekten korkuyorlar. Benim kızdığım şeylerden biri bu. Drama denilen şey çatışmadan çıkar. Bizim işimiz o çatışmayı yaratmak. Onu yaratmazsak seyircinin seyredeceği bir şey kalmaz. Aşkı Memnu'yu da izlemeyecekti insanlar o zaman. Çıkıp diyorlar ki, "Siz bu işi meşrulaştırmaya mı çalışıyorsunuz?" Niye meşrulaştıralım? Bu bir drama.
- Karınız olan karakter mi yoksa sevgili karakteri mi, hangisi sizi daha çok etkiledi?
- İkisi de çok değerli. Biri sorgusuz sualsiz aşkı savunuyor. Diğeri kocasını, ailesini savunuyor. Biri "Dünya karşıma dikilse önemli olan aşk" diyor.
- Hangisi daha saygı uyandırıcı?
- İkisi de. Bu benim başıma gelmiş bir şey değil. Allah korusun zaten. Kimsenin de başına getirmesin. Çok zor bir şey.
- Erkek izleyici kitlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Erkekler idol belirliyor kendine. Bu tehlikeli bir şey. Zamanında biz de izlediğimiz şeylerden etkilendik. Ahde vefayı, arkadaşlığı, adamlığı ya ağabeylerimizden öğrendik ya da filmlerden... Öyle enteresan bir şey ki bu işler. Bir dünyayı anlatırken seyirciye bu tür değerleri de anlatma telaşı oluyor. Ama sanat da hep iyiyi, güzeli, erdemliyi anlatmak zorunda değil. Sürekli püri pak gezen birinin hikayesi çekici olmaz ki. Çözümlere ulaşma biçimi erkeklerin aklında kalıyor. 12 yaşında çocuk bu işleri izlerken adam olmayı, doğruyu, yanlışı anlıyor. Sürekli kaypak ve nereye basacağı belli olmayan bir kahraman yaratamazsınız.
UZAYLILAR GELSE ŞAŞIRMAYACAĞIZ
- Gündeme dair ne düşünüyorsunuz?
- Çok enteresan bir kuşak olduğumuzu düşünüyorum. Benim yaşımdaki herkesin, 50 yıl içinde ülkede yaşadıklarına bakıyorum da, hangi ülkede gündem bu kadar değişmiştir? Bu kadar inişli çıkışlı siyasi malzeme vardır? Hiçbir ülke vatandaşı bunu yaşamamıştır. Her şeye o kadar hazırlıklıyız ki, uzaylılar gelse şaşırmayacağız. "Aaa zaten bekliyorduk" diyeceğiz. Buna sevinmeli miyiz, üzülmeli miyiz bilmiyorum. Hayat böyle bir şey değil ama... İsveç'te, Norveç'te bunların ne kadarı yaşanmıştır? Onlar rutin bir biçimde yaşayıp gidiyor. Adamlar belki dış işleri bakanlarının ismini bile bilmiyordur. İlgilenmemiştir, gerek duymamıştır. Biz millet olarak siyasetin göbeğinde olmak zorunda hissediyoruz.
- Biz siyaset konuşmayı da seviyoruz toplum olarak...
- Çünkü yapmayı sevmiyoruz. Sadece konuşuyoruz. Bir mücadele ver gel şunun ucundan tut desen gelecek kimse bulamazsın. Ama yaz şunu Twitter'a desen herkes orda. Sosyal medya silahşorları olmak için ne kadar çok insan bekliyormuş. Ne kadar çok kendini ifade etmeye çalışan insan varmış. Bir araya gelin hadi, bir şey konuşalım, o da yok. O zaman niye oturduğun yerden konuşuyorsun. Bir de tuhaf bir şekilde gelişmiş başka bir duygu var, ona da sinir oluyorum; bilgileri yok fikirleri var. Önce bir bilgi sahibi ol kardeşim. Bizim ülkemizin genelde refleksi önce bir kafa atayım tarzında. Ulan kafa attın da niye attın? Sonra "Aaa özür dilerim..." Sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Dünyanın her yerine dair bilgimiz var. Kendimden örnek vermek gerekirse; geçenlerde Yunanlı bir işadamı geldi. Tesadüf konuştuk, adam bana "Yunanistan'ı dışardan nasıl görüyorsun?" diye sordu. Ben Yunanistan tahlili yaptım adama. Şaşırdı kaldı. Ben niye böyle bir bilgiye sahibim onu da bilmiyorum. Demek ki zorunluluk hissediyoruz. Oysa ki banane di mi?
- Nasıl görüyorsunuz dünyanın gidişatını?
- Dünyanın geldiği son noktada tuhaf bir şey hissediyorum. Galiba biz ölmeden çok önemli bir kırılma yaşayacağız dünyaya dair. Bu kırılma insanların hayatını çok enteresan bir şekilde etkileyecek. Çünkü her şey bitti, insanların bilinç düzeyinin şu ana kadar taşıdığı, dünyayı getirdiği nokta sırtını duvara dayadı. Bundan sonra çok önemli bir kırılma yaşayacağız ama ne olduğunu bilmiyorum ve o kırılmadan sonra dünya düzeni tekrar oturacak.
AAA SEVERİM FLÖRTÜ!
- Oktay Kaynarca geçmişine dönüp bakınca ne görüyor?
- 20'lerimde çok eğleniyordum. Kendime çok zaman ayırıyormuşum, bir sürü heyecanım varmış. Rahat rahat yaşıyormuşum ve çok mutluymuşum. İlk satın aldığınız şeyle birlikte sorumluluklar başlıyor. Araba mı aldın? Yandın! Çünkü araba için telaş etmeye başlıyorsun; onun benzinini koyacaksın, vergisini ödeyeceksin, taksiti bitireceksin. Daha iyi modeline geçmeye çalışacaksın... Aldığın her şeyin bekçisi olmaya başlıyorsun. Tüm bunların olmadığı zamanlar çok özgürmüşüz. Gelecek kaygısıyla uğraşırken yaşadığımız hayatın kıymetini bilememeye başlıyoruz. Onun farkına vardım ama güzel bir hayatım oldu. Şimdi gözümü kapatsam "Çok iyi bir hayatım oldu" derim. Tek eksiğim çocuğumun olmaması...
- Siz evlilikten korkan bir adam mısınız?
Bir kere evlendiniz kısa sürdü ve epey de geç evlendiniz...
- Evet korktum. Bağlanmaktan korktum. Sadece bir kadınla bir hayat paylaşmak bana zor geldi. Üstelik hep uzun ilişkiler yaşadım. Ama bir şekilde korkmuşum. O kapıyı hep açık bırakmışım. Keşke bir çocuğum olsaymış...
- Yapabilirsiniz hâlâ...
- Tabii ama onunla ne kadar vakit geçirebilirim kaygısı yaşıyorum bu sefer.
KISKANMAYA FIRSAT BULAMADIM
- Kaç kez âşık oldunuz?
- Belki de hiç olmadım! Karnımızın ağrıması, midemizde kelebeklerin uçuşması, bitince üzülmemiz aşkı tarif ediyor ama belki de en doruk noktasındakini bulamadım. İnsan sürekli âşık olamaz, bir kere âşık olur. O aşkı da belki yaşamadım kim bilir?
- En zirvede hissettiğinizde nasıl bir âşık oluyorsunuz?
- Çok değişiklik göstermiyorum hayatımda. Karşımdaki anlıyor ve hissediyor. Korumacı, kollamacı, kıskanç... Hayatıma giren kişi ulaşabildiğim mesafede olsun isterim, nerede olduğunu, ne yaptığını bileyim isterim. Mesela hemen o anda ne yaptığını bilmek isterim. Algı alanımın dışına çıkmasın isterim. Kıskançlık boyutunda söylemiyorum bunu. Zaten bu zamana kadar karşımdaki kadını kıskanmaya fırsat bulamadım. Kıskanılmaktan oldu bunlar. Kıskanırım ama karşı taraf tarafından daha çok kıskanıldım.
- Flörtöz birisiniz o zaman...
- Aaaa severim flörtü. Zaman zaman hayatıma giren kadınlar da bu geçmişi bildiği için sıkıntı yaşanır ama gerçekten birini hissettiğim bir şekilde hayatıma kattıktan sonra, bir şey yapmayı sevmem. - Bu güçlü haller falan kadınların beğenisi olarak size döndü mutlaka. Hoşunuza gitti mi? - Ama kimin hoşuna gitmez ki (gülüyor). Dünyada kimse "Bu durumdan hoşlanmıyorum" demez. İlgi çekiyor olmak ve başarılı olmak hoşuma gidiyor. Ama hayatım boyunca başıma geldi bu. Konservatuvarın ilk senelerinden beri ilgi görürüm.
- Sizde şeytan tüyü var galiba?
- Bilmem. Yaşasın şeytan tüyü (gülüyor).
KİMİ KONUŞUR, KİMİ YAPAR!
- Türkiye'de sanatçı lobisi diye bir durum var mı?
- Geçenlerde çok kızdım. "Aydın sanatçılar şöyle bir bildiriye imza attılar" diye bir şey okudum. Arkadaşım böyle bir kulüp var da biz mi bilmiyoruz? Yarı aydınlar, az aydınlar, tam aydınlar... Bu listeyi kim belirliyor mesela? Her seferinde gazetelerde bir liste çıkar ortaya, o isimler de bu bildiriye imza atmış oluyorlar. Doğal olarak bu ilan için para veriliyor. O imzayı atan kişiler arasında tanıdıklarım var, ilan için para katkısında bulunup bulunmadıklarını soruyorum. "Hayır" diyorlar. Üstelik aydın sanatçılar listesinin içinde olup, o konuya dair tek bir kelime söylememişler hayatları boyunca... Bunu anlamıyorum. Lobi dediğiniz buysa, ben bu lobinin içinde değilim.
- Sanatçılar kendi içinde birbirini linç etmeye meraklı mı?
- Her meslek grubu için geçerli bu ama sanatçılar çok göz önünde oldukları için tartışmaları ve atışmaları çok gündeme geliyor. Bu doğal. Oyuncular kıskançtır. Birbirlerini kıskanırlar. Bu da doğal. Ben de kıskanırım, bir arkadaşımın rolü için "Keşke ben oynasaydım" diye içimden geçiririm. Böyle düşündüğüm birçok rol olmuştur. Rolü kıskanırım, asla başarıyı değil. Arka arkaya dört, beş iş yapıp başarıya ulaşamadıysa, başarıya ulaşanla ilgili düşünmeye başlar "Nedir bunun sırrı?" diye...
- Durmadan aynı karakteri oynuyor eleştirileri de masalarda konuşulur...
- Onlar olacak boş verin. Kimisi konuşur, kimisi yapar!
Oktay Kaynarca takım elbiseyi giyip, racon kesmeye başlayınca reytingler altüst oluyor. Seyirci onu mafya reisi olarak kodlamış ve ekranda öyle görünce izlemelere doyamıyor. Tam da bu yüzden Hızır Çakırbeyli rolü efsanenin dönüşü olarak yorumlandı. Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisindeki Hızır Çakırbeyli 10 yıl önce ölen, Kurtlar Vadisi'nin efsane karakteri Süleyman Çakır'ın amcasının oğlu gibi... Hızır Çakırbeyli Karadenizli bir mafya reisi. Çakır'dan tek farkı iki kadına birden âşık olması. Çakır dünya dertleriyle boğuşurdu, Hızır Çakırbeyli kadınlar arasında kaldı. Bir yanda karısı Meryem, diğer yanda hamile sevgilisi Nazlı.... Bu kez sanki işi daha zor... Hızır Çakırbeyli'den havadisler böyle... Gelelim Oktay Kaynarca'ya... O kendisinde şeytan tüyü olduğuna inananlardan, haklı da galiba... Kaynarca 50 yaşında, ardında birçok ilişki bırakmış. İçinde hiç pişmanlık yok, "Güzel yaşadım" diyor. Ama bir ukde var içinde... "Tek eksiğim çocuğumun olmaması" diye tarif ediyor durumunu... Kaynarca ile Park Bosphorous CVK Otel'inde buluştuk. Rolü gereği zayıflama telaşında, biz kahvelerimizi yudumlarken, o formülünü bizimle paylaşacağı içeceğinden yudumladı. Ne sorsak cevapladı, haliyle ortaya güzel bir sohbet çıktı:
- İki kadın arasında kalma hali nasıl hissettirir bir erkeğe?
- Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Mesela benim amcam bu hikayenin aynısını yaşadı. İki kadın arasında kaldı. Ölene kadar böyle yaşadı. Böyle bir adamdı. İki taraf da bu durumu kabul etti. Uzaktan yakından herkesin ailesinde bu tarz bir durum var, kimse bundan kaçmasın. Kabul ediyoruz anlamına gelmiyor ama yokmuş gibi de davranamayız. Elbette etik olan, biriyle yola çıktıysan o kişiyle yolculuğu tamamlamak ya da ayrılmaktır. Ama bunu yaşayan insanları dışlayacak mıyız? Hayır!
- Erkeğe ne oluyor da karar veremiyor?
- Bilmem. Senaristler bilir. İki kadınla yaşamadım ki... (Gülüyor). Sanırım birinde bulamadığı ya da kaybolan, eksilen ne varsa ona doğru başlarını çeviriyorlar. Bir ilişki de küçük bir boşluk varsa, o boşluğun başkaları tarafından doldurabilmesi her an gündeme gelebilir...
- Kadınlar güçten etkileniyor mu?
- Eee tabii. Bu doğal, güç çok seksi bir şeydir. Kadın için çok önemlidir, iktidar demek.
- Ekranda da güç konusu reyting getiriyor... Siz ne zaman güçlü bir adam oynasanız seyirci coşuyor.
- Onun dışında yaptığım işler de ilgi çekti aslında. Çünkü hayatın içinde böyle, bu normlara sahip birinin olması, bu gerçeklik insanların hoşuna gidiyor. Aslında geçmişte yaptığım işlere dönersek, neredeyse hepsi ilk üç bölüm hep ilk sıralarda yer almış. Yani seyirci merak etmiş, ne yapacağımı beklemiş, Ama bazılarının ivme kaybetmesinin sebebi hep senaryo zaafı olmuş. Belki de bu gerçeklik üzerime güzel oturuyor.
O DÜNYAYI İYİ TANIYORUM
- Niye acaba?
- O dünyayı iyi tanıyorum. İyi oyunculara bakın, mutlaka geçmişleri fazla engebelidir, bir yerlere dokunmuşlardır, bilirler hayatı. Çok insan biriktirmiştir, birçok insanı gözlemiştir onlar. Bilirler o insanları. Heybelerine attıklarının içinden bir insan yaratırlar ve gerçekçi olur. Sanırım benim sırrım bu.
- Basından bildiğimiz kadarıyla çok geniş bir çevreniz var, bunu mu kastediyorsunuz?
- Birçok insanla masaya oturdum. Tanımadığım insan sayısı azdır açıkçası. Milletvekili de, bakan da, işçi emeklisi de tanırım. Toplumun her kesiminden insana dokunmayı seviyorum. Onların benimle bir şey paylaşıyor olması, benim de onlarla bir şeyler paylaşıyor olmam tamamen eş dost ilişkisi. Oyuncu olarak da ilgimi çekiyorlar. Sokakta kağıt toplayan bir çocuk da değerli o anlamda. Zenginliğim o zaten. Onlara sadece bu gözle bakmıyorum elbette, dostluklarım da var. Telefonu kaldırdığımda ulaşamayacağım kimse yok. Bu büyük zenginlik. Ve insana güven veriyor.
- Güçlü bir adam olarak hissediyor musunuz kendinizi?
- İnsanın dostlarının olması güçlü hissettirir. Asıl gücü kendi içinizden almalısınız ama... O iç güç de karşı tarafa geçmeli ki, o güvenle masaya oturun.
KOMİĞİMDİR HATTA BEN!
- Siz nasıl birisiniz? Karşınızda ceket düğmeleri iliklenir mi?
- Normal bir adamım. Fazla açık sözlü biriyim. Çok paldır küldür konuşurum. Ve bunun ceremesini de çok çektik... Önümde biri düğmesini iliklemeye kalkışırsa, o kişinin sırtına vururum şefkatle. Normal bir vatandaş olduğumu hatırlatırım.
- Rol bile olsa böyle adamları oynamak bir hal getiriyor mu insanın üstüne?
- Hayır getirmemeli... Bu algıyla ilgili zamanında çok uğraştım. Rahmetli Duygu Asena bile arabasını değnekçilere vermiş ve sıkıntı yaşamış. Bir yazısında bu durumun suçunu bile benim üzerime atmıştı. Değnekçiler bana özeniyormuş! Bunun acısını çok çektim; öyle oturuyor, öyle kalkıyor, öyle davranıyor gibi çok eleştiri aldım... Oysa öyle değildi. Masada oturup gırgır yapmayı çok severim. Aklıma eseni yaparım. Komiğimdir hatta ben! Benden ziyade insanların etkilenmesinden kaynaklanan bir şey bu. Ama hiçbir zaman cıvık bir adam profilim de olmadı hayatta.
- Tutup da sokak ortasında dans etmem diyorsunuz yani...
- Yurtdışında yaparım. Bunun da bir örneğini yaşadık, Almanya'da bir yere girdik. Güzel bir diskoydu, çok şımardık ve eğlendik. "Ohh" dedik, kimse görmeden eğlendik. Sonra çıkışta sağlı sollu takım elbiseli adamlar sıraya dizilmiş. Biri çıktı, "Oktay bey sizi ağırlamaktan çok mutlu olduk" dedi. Diskonun güvenliğinin tamamı Türkmüş (gülüyor)...
- Türkiye bir baskı yaratıyor mu üzerinizde?
- Doğal olarak. İnsanların gözünün önündesiniz burada. Zil zurna sarhoş olup sokaklarda gezemezsiniz, bir sorumluluğunuz var. Zaten bu tarz bir hayatım olmadığı gibi otokontrolü hayatıma geçiriyorum.
- Çok eğlenmek istediğinizde ne yapıyorsunuz?
- Gidip türkü dinliyorum. Orada kafamı dağıtıyorum. Bizim memleketimizde dans edelim kültürü yok zaten. İnsanlar eğlenmeye giderler, bir kenara dikilip birbirlerini keserler. Benim de dans edesim yok açıkçası... Konservatuvarda bile başıma belaydı bu dans...

AĞABEYLERİMİZDEN VE SİNEMADAN ADAM OLMAYI ÖĞRENDİK
- Kurtlar Vadisindeki Çakır ve Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ın Hızır Çakırbeyli karakteri birbiriyle kıyaslanıyor. Birbirleriyle ilgileri var mı?
'- Kıyaslanmaları normal çünkü yola çıkış noktası Çakır karakteri. Hızır Çakırbeyli başka bir hayatın içindeki Çakır gibi görünüyor. Elbette resmi olarak Çakır karakteri değil!
- Nasıl oldu Çakır'la paralel bu karakterin ortaya çıkışı?
- Çakır'la yolculuğum bittikten sonra, beni görüp "Niye geri dönmüyorsun, tekrar bu adam dönmez mi hayata?" diyen çok seyirci oldu. "Ölenler dirilmiyor" diyordum ama bir seyirci, "Efsaneler ölmez!" dedi. O zamandan beri aklımda bu. Ama bununla ilgili talebi olan bir yapımcı olmadı. Ta ki geçen sene Bahadır Özdener'le bu konuyu konuşuncaya kadar. Aslında başka isimlerle de bunu konuştum ama o karakteri yaratan kişinin eli değmeden olmayacağı belli oldu. Bahadır Özdener ve Raci Şaşmaz, bu karakteri yaratan kişiler. Onlar başka bir projeyle geldi bana ama ben "Çakır'ı hayata geri döndür" dedim. Ve yola çıktık, macera başladı.
- Çakır öldüğünde temsili cenaze töreni düzenlenmişti... Hatırlıyor musunuz?
- Tabii. Çok zekiceydi bence. Dünyadaki ilk örnek zaten. Ondan sonra bazı sevilen karakterlerin ardından cenaze törenleri düzenlendi ama o ilkti. Bu Türk insanının zekasını gösteriyor. Çok eğlendim zaten o zaman da.
- Ama bu Çakır'ın hayatı değil. Sadece o dokuyu hissettiren bir karakter...
- Kesinlikle. Üstelik bu kez hikayenin içine çok güçlü bir şekilde kadın unsuru eklendi. Böyle bir adamın ailesindeki kadınların ne yaptığı merak konusuydu. Kadınların hikayeye girişi lezzet kattı. Bahadır Özdener ve Raci Şaşmaz'ın kadın dünyasını bu kadar iyi yazabileceklerini tahmin etmemiştim. Bu kadar gerçekçi olması çok şaşırtıcı. Çünkü bu zamana kadar erkek işi yazmış ve erkek dünyası içinde olmuş ve bunda başarılı olmuş kalemler onlar... Kurtlar Vadisi döneminde de söylüyordum, o iş senaryo başarısıydı.
- Kadın karakterleri canlandıran Deniz Çakır ve Müjde Uzman'a nasıl karar verdiniz?
- Kadın karakterleri canlandıracak isimler çok önemliydi. Birçok ismin adı geçti... Deniz Çakır fikri hep masadaydı... Tesadüfen Deniz Çakır'la karşılaştım ve döndüm baktım, karşımda Meryem Çakırbeyli duruyordu. Bu rolü başroller oynamış bir kadın oyuncuya anlatabilmek çok zor . Çünkü ilk bakışta bir mafya dizisi çekiliyor ve Deniz'den de o dizide mafya reisinin karısını oynamasını istiyorsun. Bu çok riskli bir rol ve ikinci plandaymış gibi görünebilir. Önemli projelere imza atmış Deniz gibi birini ikna etmek çok zordu ama başardık. İyi ki başarmışız.
DENİZ KADIN TARAFININ REİSİ
- Deniz Hanım'ı zor ikna ettiniz yani...
- Ben ikna ettim. Bunu kendisi de söyler zaten. "Kaygılarını anlıyorum ama bu çok başka bir şey. Başka bir yolculuk" dedim. Çünkü hikayede bu karakter kadın tarafının reisiydi.
- Dizide en etkileyici isim bence...
- Doğru. Çünkü o da çok işin içine girdi. Setin içine girdiği andan itibaren o bir reis! Ama tartışmaya çok açık bir rol. Sosyal medyada bu konuyla ilgili sürekli tartışma söz konusu. Yani Deniz (Meryem Çakırbeyli) kocasının sevgilisiyle mücadele ediyor. Sadece kocasının sevgilisiyle değil hayata dair duruş biçimiyle de mücadele veriyor.
- Toplum tarafından bilinen birçok isim karısı ve sevgilisiyle hayatını gözlerimizin önünde yaşıyor oysa ki...
- Evet bu da enteresan, onlara neden ses çıkarılmıyor? Bunlar niye protesto edilmiyor? Gözümüzün önünde böyle yaşayan bir çok medyatik insan var. Kimse onlara sesini çıkarmıyor. Biz dramasını, projesini yapınca bağırıp ayağa kalkıyorlar. Aslında korkularıyla yüzleşmekten korkuyorlar. Benim kızdığım şeylerden biri bu. Drama denilen şey çatışmadan çıkar. Bizim işimiz o çatışmayı yaratmak. Onu yaratmazsak seyircinin seyredeceği bir şey kalmaz. Aşkı Memnu'yu da izlemeyecekti insanlar o zaman. Çıkıp diyorlar ki, "Siz bu işi meşrulaştırmaya mı çalışıyorsunuz?" Niye meşrulaştıralım? Bu bir drama.
- Karınız olan karakter mi yoksa sevgili karakteri mi, hangisi sizi daha çok etkiledi?
- İkisi de çok değerli. Biri sorgusuz sualsiz aşkı savunuyor. Diğeri kocasını, ailesini savunuyor. Biri "Dünya karşıma dikilse önemli olan aşk" diyor.
- Hangisi daha saygı uyandırıcı?
- İkisi de. Bu benim başıma gelmiş bir şey değil. Allah korusun zaten. Kimsenin de başına getirmesin. Çok zor bir şey.
- Erkek izleyici kitlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Erkekler idol belirliyor kendine. Bu tehlikeli bir şey. Zamanında biz de izlediğimiz şeylerden etkilendik. Ahde vefayı, arkadaşlığı, adamlığı ya ağabeylerimizden öğrendik ya da filmlerden... Öyle enteresan bir şey ki bu işler. Bir dünyayı anlatırken seyirciye bu tür değerleri de anlatma telaşı oluyor. Ama sanat da hep iyiyi, güzeli, erdemliyi anlatmak zorunda değil. Sürekli püri pak gezen birinin hikayesi çekici olmaz ki. Çözümlere ulaşma biçimi erkeklerin aklında kalıyor. 12 yaşında çocuk bu işleri izlerken adam olmayı, doğruyu, yanlışı anlıyor. Sürekli kaypak ve nereye basacağı belli olmayan bir kahraman yaratamazsınız.
UZAYLILAR GELSE ŞAŞIRMAYACAĞIZ
- Gündeme dair ne düşünüyorsunuz?
- Çok enteresan bir kuşak olduğumuzu düşünüyorum. Benim yaşımdaki herkesin, 50 yıl içinde ülkede yaşadıklarına bakıyorum da, hangi ülkede gündem bu kadar değişmiştir? Bu kadar inişli çıkışlı siyasi malzeme vardır? Hiçbir ülke vatandaşı bunu yaşamamıştır. Her şeye o kadar hazırlıklıyız ki, uzaylılar gelse şaşırmayacağız. "Aaa zaten bekliyorduk" diyeceğiz. Buna sevinmeli miyiz, üzülmeli miyiz bilmiyorum. Hayat böyle bir şey değil ama... İsveç'te, Norveç'te bunların ne kadarı yaşanmıştır? Onlar rutin bir biçimde yaşayıp gidiyor. Adamlar belki dış işleri bakanlarının ismini bile bilmiyordur. İlgilenmemiştir, gerek duymamıştır. Biz millet olarak siyasetin göbeğinde olmak zorunda hissediyoruz.
- Biz siyaset konuşmayı da seviyoruz toplum olarak...
- Çünkü yapmayı sevmiyoruz. Sadece konuşuyoruz. Bir mücadele ver gel şunun ucundan tut desen gelecek kimse bulamazsın. Ama yaz şunu Twitter'a desen herkes orda. Sosyal medya silahşorları olmak için ne kadar çok insan bekliyormuş. Ne kadar çok kendini ifade etmeye çalışan insan varmış. Bir araya gelin hadi, bir şey konuşalım, o da yok. O zaman niye oturduğun yerden konuşuyorsun. Bir de tuhaf bir şekilde gelişmiş başka bir duygu var, ona da sinir oluyorum; bilgileri yok fikirleri var. Önce bir bilgi sahibi ol kardeşim. Bizim ülkemizin genelde refleksi önce bir kafa atayım tarzında. Ulan kafa attın da niye attın? Sonra "Aaa özür dilerim..." Sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Dünyanın her yerine dair bilgimiz var. Kendimden örnek vermek gerekirse; geçenlerde Yunanlı bir işadamı geldi. Tesadüf konuştuk, adam bana "Yunanistan'ı dışardan nasıl görüyorsun?" diye sordu. Ben Yunanistan tahlili yaptım adama. Şaşırdı kaldı. Ben niye böyle bir bilgiye sahibim onu da bilmiyorum. Demek ki zorunluluk hissediyoruz. Oysa ki banane di mi?
- Nasıl görüyorsunuz dünyanın gidişatını?
- Dünyanın geldiği son noktada tuhaf bir şey hissediyorum. Galiba biz ölmeden çok önemli bir kırılma yaşayacağız dünyaya dair. Bu kırılma insanların hayatını çok enteresan bir şekilde etkileyecek. Çünkü her şey bitti, insanların bilinç düzeyinin şu ana kadar taşıdığı, dünyayı getirdiği nokta sırtını duvara dayadı. Bundan sonra çok önemli bir kırılma yaşayacağız ama ne olduğunu bilmiyorum ve o kırılmadan sonra dünya düzeni tekrar oturacak.
AAA SEVERİM FLÖRTÜ!
- Oktay Kaynarca geçmişine dönüp bakınca ne görüyor?
- 20'lerimde çok eğleniyordum. Kendime çok zaman ayırıyormuşum, bir sürü heyecanım varmış. Rahat rahat yaşıyormuşum ve çok mutluymuşum. İlk satın aldığınız şeyle birlikte sorumluluklar başlıyor. Araba mı aldın? Yandın! Çünkü araba için telaş etmeye başlıyorsun; onun benzinini koyacaksın, vergisini ödeyeceksin, taksiti bitireceksin. Daha iyi modeline geçmeye çalışacaksın... Aldığın her şeyin bekçisi olmaya başlıyorsun. Tüm bunların olmadığı zamanlar çok özgürmüşüz. Gelecek kaygısıyla uğraşırken yaşadığımız hayatın kıymetini bilememeye başlıyoruz. Onun farkına vardım ama güzel bir hayatım oldu. Şimdi gözümü kapatsam "Çok iyi bir hayatım oldu" derim. Tek eksiğim çocuğumun olmaması...
- Siz evlilikten korkan bir adam mısınız?
Bir kere evlendiniz kısa sürdü ve epey de geç evlendiniz...
- Evet korktum. Bağlanmaktan korktum. Sadece bir kadınla bir hayat paylaşmak bana zor geldi. Üstelik hep uzun ilişkiler yaşadım. Ama bir şekilde korkmuşum. O kapıyı hep açık bırakmışım. Keşke bir çocuğum olsaymış...
- Yapabilirsiniz hâlâ...
- Tabii ama onunla ne kadar vakit geçirebilirim kaygısı yaşıyorum bu sefer.
KISKANMAYA FIRSAT BULAMADIM
- Kaç kez âşık oldunuz?
- Belki de hiç olmadım! Karnımızın ağrıması, midemizde kelebeklerin uçuşması, bitince üzülmemiz aşkı tarif ediyor ama belki de en doruk noktasındakini bulamadım. İnsan sürekli âşık olamaz, bir kere âşık olur. O aşkı da belki yaşamadım kim bilir?
- En zirvede hissettiğinizde nasıl bir âşık oluyorsunuz?
- Çok değişiklik göstermiyorum hayatımda. Karşımdaki anlıyor ve hissediyor. Korumacı, kollamacı, kıskanç... Hayatıma giren kişi ulaşabildiğim mesafede olsun isterim, nerede olduğunu, ne yaptığını bileyim isterim. Mesela hemen o anda ne yaptığını bilmek isterim. Algı alanımın dışına çıkmasın isterim. Kıskançlık boyutunda söylemiyorum bunu. Zaten bu zamana kadar karşımdaki kadını kıskanmaya fırsat bulamadım. Kıskanılmaktan oldu bunlar. Kıskanırım ama karşı taraf tarafından daha çok kıskanıldım.
- Flörtöz birisiniz o zaman...
- Aaaa severim flörtü. Zaman zaman hayatıma giren kadınlar da bu geçmişi bildiği için sıkıntı yaşanır ama gerçekten birini hissettiğim bir şekilde hayatıma kattıktan sonra, bir şey yapmayı sevmem. - Bu güçlü haller falan kadınların beğenisi olarak size döndü mutlaka. Hoşunuza gitti mi? - Ama kimin hoşuna gitmez ki (gülüyor). Dünyada kimse "Bu durumdan hoşlanmıyorum" demez. İlgi çekiyor olmak ve başarılı olmak hoşuma gidiyor. Ama hayatım boyunca başıma geldi bu. Konservatuvarın ilk senelerinden beri ilgi görürüm.
- Sizde şeytan tüyü var galiba?
- Bilmem. Yaşasın şeytan tüyü (gülüyor).
KİMİ KONUŞUR, KİMİ YAPAR!
- Türkiye'de sanatçı lobisi diye bir durum var mı?
- Geçenlerde çok kızdım. "Aydın sanatçılar şöyle bir bildiriye imza attılar" diye bir şey okudum. Arkadaşım böyle bir kulüp var da biz mi bilmiyoruz? Yarı aydınlar, az aydınlar, tam aydınlar... Bu listeyi kim belirliyor mesela? Her seferinde gazetelerde bir liste çıkar ortaya, o isimler de bu bildiriye imza atmış oluyorlar. Doğal olarak bu ilan için para veriliyor. O imzayı atan kişiler arasında tanıdıklarım var, ilan için para katkısında bulunup bulunmadıklarını soruyorum. "Hayır" diyorlar. Üstelik aydın sanatçılar listesinin içinde olup, o konuya dair tek bir kelime söylememişler hayatları boyunca... Bunu anlamıyorum. Lobi dediğiniz buysa, ben bu lobinin içinde değilim.
- Sanatçılar kendi içinde birbirini linç etmeye meraklı mı?
- Her meslek grubu için geçerli bu ama sanatçılar çok göz önünde oldukları için tartışmaları ve atışmaları çok gündeme geliyor. Bu doğal. Oyuncular kıskançtır. Birbirlerini kıskanırlar. Bu da doğal. Ben de kıskanırım, bir arkadaşımın rolü için "Keşke ben oynasaydım" diye içimden geçiririm. Böyle düşündüğüm birçok rol olmuştur. Rolü kıskanırım, asla başarıyı değil. Arka arkaya dört, beş iş yapıp başarıya ulaşamadıysa, başarıya ulaşanla ilgili düşünmeye başlar "Nedir bunun sırrı?" diye...
- Durmadan aynı karakteri oynuyor eleştirileri de masalarda konuşulur...
- Onlar olacak boş verin. Kimisi konuşur, kimisi yapar!
