İslam'da helal olan ve olmayan yiyecekler
Yiyecekler ve içecekler mevzûunda tarih boyunca dinî cemâatlerin ve bazı filozofların düşünce ve davranışları farklı olmuştur; bunları ifrat, tefrit ve itidâl ölçüleri içinde toparlamak mümkündür.
Hayvanın da insan gibi can taşıdığını, kıymaya hakkımız bulunmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan brehmenler ile bazı filozoflar ifrata gitmişlerdir. Umumiyetle bitkiler, hayvan ve insanlar için; hayvanlar bazı hayvanlar ile insanlar için; insanlar ise Allah'a kulluk için yaratılmıştır; tabiî nizam budur.
"Ağızdan giren değil, çıkan onu pisler" diyen Pavlus'a dayanarak yeme içme sınırını çok geniş tutan hıristiyanlar da aşırıya sapmışlardır.
Meşrû yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılan İslâm ise itidâli temsil etmektedir.
I- Yiyecekler
A- Haram kılan naslar ve hikmeti:
Kur'ân-ı Kerîm'de haram olan yiyecekler bazı âyetlerde özetlenerek, bâzısında ise teferruâta girilerek ifade edilmiştir. Birinci nevi âyetlerde "boğazlanmadan ölmüş hayvan, vücuttan akmış kan, domuz ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanlar" olmak üzere haram yiyecekler dört adettir.
"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler,-canları çıkmadan önce kesememişseniz- boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fâsıklıktır." (el-Mâide: 5/3) meâlindeki âyette etleri haram olan hayvanların on çeşit olduğunu görüyoruz. Ancak bunlardan 5. ile 9. hayvanlar "boğazlanmadan ölmüş hayvan" mefhumuna dâhildir. Dördüncü ve onuncu ise "Allah'tan başkası adına kesilen" nevi içinde yer almaktadır.
Bunların haram kılınmalarının sır ve hikmetine gelince, önce bütün haramlara şâmil bir parantez açmak, sonra mevzûumuza dönmek uygun olacaktır.
Allah ve Rasûlü ve dolayısıyle hak dinler bazı yiyecek, içecek şeyleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış, yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek anladığımız yüzlerce haram ve yasağın, ferd ve cemiyet halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedî saâdetlerini hedef aldığını görünce insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zarûri oluyor: "Aklımızın ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet ve faydalar olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasakların da-şimdilik bilgimiz dışında kalan- hikmetleri olacaktır."
İnsanların yasaklama ve engellemeleri-en azından başlangıçta- zararı çekmeden önce değil, zararı denedikten ve acıyı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Meselâ bin yıllık âmiyâne tecrübe ve otuz yıllık da ilmî araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bur zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkânı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgariye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı-ilmi ölçülere göre zararını bilemediğimiz fakat- ciddî bir kaynağın3 zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeyden çekinmemizi gerektirir.
Böyle bir ihtimâli hiçe saymak ve zararını ilmen bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek herşeyi bilmiş, meçhulü kalmamış olması gerekir. Halbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.
Bu umûmi mütâlâadan sonra haram yiyecekleri teker teker ele alabiliriz:
B- Haram kılınan yiyecekler:
1- Kendiliğinden ölmüş hayvan (meyte):
"Meyte"den maksad, insanlar tarafından yenilmek üzere kesilmiş ve öldürülmüş olmayıp müdahalesiz ölen kara hayvanıdır. Haram kılınış hikmeti için şunlar kaydedilebilir:
a) Tarih boyunca insanlar bundan tiksinmiş ve bütün semâvi din sâlikleri böyle hayvanları yememişlerdir.
b) Müdâhalesiz ölen hayvanlar genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme ve mikrobik hastalıklar sebebiyle ölürler. Bunların yenmesi tehlikeli neticeler doğurabilir.
c) İnsanlar bu hayvanları yemeyince yaşayan kuşlar ve hayvanlar gıda bulma imkânına kavuşurlar.
d) Murdar ölen hayvanı yiyemeyeceğini bilen sahibi onun bakım ve tedâvisine dikkat eder, kendi haline bırakmaz.
2- Akmış kan:
Hayvan şer'î usûlüne göre boğazlanınca vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar, az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya akan kanı yemek, içmek haramdır. İnce damarların içinde, dalak, ciğer gibi uzuvlarda kalan kan ise akmış sayılmadığından, et ve sakatat ile birlikte yenir.
3- Domuz:
Domuz, tabiatı icabı pislik, ekşimiş, kokuşmuş nesneler yiyen, pislik içinde yüzen bir hayvandır. Bu sebeple de eti, başta trişin ve tenya olmak üzere birçok mikroba yuvalık etmektedir. Bu hayvanı özel bakıma tâbi tutmak ve etini tıbbî kontrolden geçirmek suretiyle muhtemel zararın önlenebileceği iddiâsına karşı iki şey söylenebilir:
a) Bu tedbirler her zaman, her yerde ve her yiyen tarafından alınamaz, alınamamıştır.
b) Umûmi mütalâada da işaret ettiğimiz üzere domuzun haram kılınmasının hikmeti bizim bugüne kadar bildiklerimizden ibâret değildir. Dün bilinmeyenler bugün biliniyor; yarınlar da bugünün meçhullerini-kısmen de olsa- aydınlığa kavuşturacaktır.
4- Allah'tan başkası adına kesilenler:
İnsan hayatına ancak Allah Teâlâ son verir. Hayvanların hayatına son vermek, yine Allah'ın kudreti ve iradesiyle olmakla beraber insanlar, faydalanmak için öldürme fi'ilini işlerler. Bu fi'ile izin veren de Allah Teâlâ'dır. Hayvanı öldürürken O'nun ismini anmak bu izni tazelemek, ölümün O'nun kudret ve iradesiyle olduğunu hatırlamaktır. Putlara, uydurma mâbutlara kesilen, bunların adı anılarak boğazlanan hayvanlar yenmez; çünkü yaratan ve öldüren Allah'tır, halbuki kesim O'nun iznine ve ismine dayanmamıştır. Bu yasak aynı zamanda putperestliğin kökünü kazımak ve tevhidi perçinlemek hikmetini taşır.
5- Meyte sayılanlar:
İlgili âyet, boğazlanmadan, başka sebeplerle öldürülen ve ölen hayvanların da yenmeyeceğini ifade ediyor. Bunların haram oluş hikmeti meyteninki ile ortaktır. Ayrıca hayvan artığını yemek insanın yüce vasıflarına ters düşmektedir.
6- Diğer kara hayvanlarından helâl ve haram olanlar:
Yukarıda meâlini verdiğimiz âyet sarih ve kesin olduğu için fukahâ mezkür dört şeyin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların dışında kalan hayvanlara gelince:
Kur'ân-ı Kerîm'de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'i kastederek "onlara temiz şeyleri helâl kılar, pis şeyleri de haram kılar" (el-A'raf: 7/157) buyuruyor. Burada pis şeyler diye tercüme ettiğimiz "el-habâis" in tefsirinde müctehidler ihtilaf etmişlerdir.
Bazı müctehidlere göre habîs, Allah ve Resulunün haram kıldıklarıdır, yâni haram oldukları hakkında âyet veya hadis bulunan şeylerdir: Bu sebeple haşarât, kurbağa, yengeç, kaplumbağa gibi hayvanlar haram değildir.
Ebû Hanîfe, Şâfiî gibi müctehidlere göre ise "habis" umûmiyetle insanların (veya Kur'ân-ı Kerîm nâzil olduğu sırada arap toplumunun) tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısıyla yukarıda sayılan canlılar ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlar da "habîsler" içinde mutâlaa edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber günü ehlî eşek etini yasaklamıştır. Bu nass sebebiyle cumhûra göre ehlî eşek ve katır haramdır. At, Ebû Hanife'ye göre helâl değildir, İmameyne ve Şafiî'ye göre helâldir.
Resûlullah (s.a.v.)'in bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi olan kuşları yemeyi yasakladığı rivayet edilmiştir.
Hanefîler bu hadiste geçen "sibâ" kelimesini "et yiyenler" şeklinde anlamışlar ve bu nevi hayvanları haram saymışlardır.
İmam Şâfiî "insanlara saldıran ve parçalayan", şeklinde anladığı için tilki ve çakalı istisnâ etmiştir.
İmam Mâlik yırtıcılar için haram yerine "mekruh" tabirini kullanmıştır.
"Ağızdan giren değil, çıkan onu pisler" diyen Pavlus'a dayanarak yeme içme sınırını çok geniş tutan hıristiyanlar da aşırıya sapmışlardır.
Meşrû yoldan elde edilen temiz ve faydalı şeyleri helâl kılan İslâm ise itidâli temsil etmektedir.
I- Yiyecekler
A- Haram kılan naslar ve hikmeti:
Kur'ân-ı Kerîm'de haram olan yiyecekler bazı âyetlerde özetlenerek, bâzısında ise teferruâta girilerek ifade edilmiştir. Birinci nevi âyetlerde "boğazlanmadan ölmüş hayvan, vücuttan akmış kan, domuz ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanlar" olmak üzere haram yiyecekler dört adettir.
"Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilenler,-canları çıkmadan önce kesememişseniz- boğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı; bunlar fâsıklıktır." (el-Mâide: 5/3) meâlindeki âyette etleri haram olan hayvanların on çeşit olduğunu görüyoruz. Ancak bunlardan 5. ile 9. hayvanlar "boğazlanmadan ölmüş hayvan" mefhumuna dâhildir. Dördüncü ve onuncu ise "Allah'tan başkası adına kesilen" nevi içinde yer almaktadır.
Bunların haram kılınmalarının sır ve hikmetine gelince, önce bütün haramlara şâmil bir parantez açmak, sonra mevzûumuza dönmek uygun olacaktır.
Allah ve Rasûlü ve dolayısıyle hak dinler bazı yiyecek, içecek şeyleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış, yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve deneyerek anladığımız yüzlerce haram ve yasağın, ferd ve cemiyet halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedî saâdetlerini hedef aldığını görünce insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zarûri oluyor: "Aklımızın ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu ölçüde büyük hikmet ve faydalar olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer yasakların da-şimdilik bilgimiz dışında kalan- hikmetleri olacaktır."
İnsanların yasaklama ve engellemeleri-en azından başlangıçta- zararı çekmeden önce değil, zararı denedikten ve acıyı çektikten sonra olabilmektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmalar, insanlık tarihi kadar eskidir. Meselâ bin yıllık âmiyâne tecrübe ve otuz yıllık da ilmî araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bur zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkânı olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgariye inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı-ilmi ölçülere göre zararını bilemediğimiz fakat- ciddî bir kaynağın3 zararlı veya haram olduğunu bildirdiği şeyden çekinmemizi gerektirir.
Böyle bir ihtimâli hiçe saymak ve zararını ilmen bilemediğimiz bir şeyi sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek herşeyi bilmiş, meçhulü kalmamış olması gerekir. Halbuki doğu ve batının ilim adamları, insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.
Bu umûmi mütâlâadan sonra haram yiyecekleri teker teker ele alabiliriz:
B- Haram kılınan yiyecekler:
1- Kendiliğinden ölmüş hayvan (meyte):
"Meyte"den maksad, insanlar tarafından yenilmek üzere kesilmiş ve öldürülmüş olmayıp müdahalesiz ölen kara hayvanıdır. Haram kılınış hikmeti için şunlar kaydedilebilir:
a) Tarih boyunca insanlar bundan tiksinmiş ve bütün semâvi din sâlikleri böyle hayvanları yememişlerdir.
b) Müdâhalesiz ölen hayvanlar genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme ve mikrobik hastalıklar sebebiyle ölürler. Bunların yenmesi tehlikeli neticeler doğurabilir.
c) İnsanlar bu hayvanları yemeyince yaşayan kuşlar ve hayvanlar gıda bulma imkânına kavuşurlar.
d) Murdar ölen hayvanı yiyemeyeceğini bilen sahibi onun bakım ve tedâvisine dikkat eder, kendi haline bırakmaz.
2- Akmış kan:
Hayvan şer'î usûlüne göre boğazlanınca vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarıya akar, az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya akan kanı yemek, içmek haramdır. İnce damarların içinde, dalak, ciğer gibi uzuvlarda kalan kan ise akmış sayılmadığından, et ve sakatat ile birlikte yenir.
3- Domuz:
Domuz, tabiatı icabı pislik, ekşimiş, kokuşmuş nesneler yiyen, pislik içinde yüzen bir hayvandır. Bu sebeple de eti, başta trişin ve tenya olmak üzere birçok mikroba yuvalık etmektedir. Bu hayvanı özel bakıma tâbi tutmak ve etini tıbbî kontrolden geçirmek suretiyle muhtemel zararın önlenebileceği iddiâsına karşı iki şey söylenebilir:
a) Bu tedbirler her zaman, her yerde ve her yiyen tarafından alınamaz, alınamamıştır.
b) Umûmi mütalâada da işaret ettiğimiz üzere domuzun haram kılınmasının hikmeti bizim bugüne kadar bildiklerimizden ibâret değildir. Dün bilinmeyenler bugün biliniyor; yarınlar da bugünün meçhullerini-kısmen de olsa- aydınlığa kavuşturacaktır.
4- Allah'tan başkası adına kesilenler:
İnsan hayatına ancak Allah Teâlâ son verir. Hayvanların hayatına son vermek, yine Allah'ın kudreti ve iradesiyle olmakla beraber insanlar, faydalanmak için öldürme fi'ilini işlerler. Bu fi'ile izin veren de Allah Teâlâ'dır. Hayvanı öldürürken O'nun ismini anmak bu izni tazelemek, ölümün O'nun kudret ve iradesiyle olduğunu hatırlamaktır. Putlara, uydurma mâbutlara kesilen, bunların adı anılarak boğazlanan hayvanlar yenmez; çünkü yaratan ve öldüren Allah'tır, halbuki kesim O'nun iznine ve ismine dayanmamıştır. Bu yasak aynı zamanda putperestliğin kökünü kazımak ve tevhidi perçinlemek hikmetini taşır.
5- Meyte sayılanlar:
İlgili âyet, boğazlanmadan, başka sebeplerle öldürülen ve ölen hayvanların da yenmeyeceğini ifade ediyor. Bunların haram oluş hikmeti meyteninki ile ortaktır. Ayrıca hayvan artığını yemek insanın yüce vasıflarına ters düşmektedir.
6- Diğer kara hayvanlarından helâl ve haram olanlar:
Yukarıda meâlini verdiğimiz âyet sarih ve kesin olduğu için fukahâ mezkür dört şeyin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların dışında kalan hayvanlara gelince:
Kur'ân-ı Kerîm'de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'i kastederek "onlara temiz şeyleri helâl kılar, pis şeyleri de haram kılar" (el-A'raf: 7/157) buyuruyor. Burada pis şeyler diye tercüme ettiğimiz "el-habâis" in tefsirinde müctehidler ihtilaf etmişlerdir.
Bazı müctehidlere göre habîs, Allah ve Resulunün haram kıldıklarıdır, yâni haram oldukları hakkında âyet veya hadis bulunan şeylerdir: Bu sebeple haşarât, kurbağa, yengeç, kaplumbağa gibi hayvanlar haram değildir.
Ebû Hanîfe, Şâfiî gibi müctehidlere göre ise "habis" umûmiyetle insanların (veya Kur'ân-ı Kerîm nâzil olduğu sırada arap toplumunun) tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısıyla yukarıda sayılan canlılar ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlar da "habîsler" içinde mutâlaa edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Hayber günü ehlî eşek etini yasaklamıştır. Bu nass sebebiyle cumhûra göre ehlî eşek ve katır haramdır. At, Ebû Hanife'ye göre helâl değildir, İmameyne ve Şafiî'ye göre helâldir.
Resûlullah (s.a.v.)'in bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi olan kuşları yemeyi yasakladığı rivayet edilmiştir.
Hanefîler bu hadiste geçen "sibâ" kelimesini "et yiyenler" şeklinde anlamışlar ve bu nevi hayvanları haram saymışlardır.
İmam Şâfiî "insanlara saldıran ve parçalayan", şeklinde anladığı için tilki ve çakalı istisnâ etmiştir.
İmam Mâlik yırtıcılar için haram yerine "mekruh" tabirini kullanmıştır.
7- Deniz hayvanları:
Ulemânın ekseriyeti deniz hayvanlarının helâl olduğu görüşündedirler. Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan, domuz, köpek, ayı gibi hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilâf etmişler; bazıları bunların helâl olmadığını ifâde etmişlerdir. İmam Mâlik'e göre yalnızca deniz domuzu mekruhtur.
Deniz hayvanları için helâl sınırını çok geniş tutan bu görüşün delîli âyetlerdir: "Taze et yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve Allah'ın bol nimetinden faydalanmanız için denize-ki gemilerin onu yara yara gittiğini görürsün- boyun eğdiren de O'dur..." (en-Mâide: 5/96)
Hanefîlere göre deniz hayvanlarından yalnızca-bütün nevileriyle- balık helâldir. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez. Kendiliğinden ölen yenmez. Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir. Diğer deniz hayvanları ya iğrençtir, yahut da-boğazlanmadığı için- meyte hükmündedir.
C- İstisnalar:
1- Balık ve çekirge:
Balık ve benzeri deniz hayvanları ile kara hayvanlarından çekirge boğazlanmaz; bunların boğazlanmadan ölenlerini yemek helâldir. Peygamberimiz (s.a.v.)'den deniz suyu sorulunca: "Onun suyu temiz, meytesi helâldir." buyurmuşlardır.
"Deniz avı ve onu yemek size helâl kılındı" âyetinde geçen "taâm" kelimesini Hz. Ömer ve İbn Abbâs "boğazlanmadan ölen deniz hayvanı" diye tefsir etmişlerdir.
Boğazlanmasında güçlük bulunduğu için çekirge de boğazlanmadan yenir. İbn Ebî Evfâ'nın "Rasûlullah ile beraber çekirge yiyerek yedi gazve yaptık" sözü bu hükmün naklî delîlidir.
2- Meytenin derisi, kemiği ve kılı:
Murdar ölen hayvanın etini yemek haram olmakla beraber deri, boynuz, kemik, kıl gibi kısımlarından faydalanmak mübahtır.
İbn Abbâs'ın rivâyetine göre Hz. Meymûne Vâlidemizin bir azatlısına bir koyun verilmiş, o da ölmüştü. Hâdisenin üzerine gelen Rasûlullah (s.a.v.) "Derisini alıp tabaklayarak ondan faydalansaydınız ya!" buyurunca: "O murdar ölmüştür." dediler. Peygamberimiz (s.a.v.) de "yalnızca yenmesi haram kılındı." buyurdular.
"Hangi deri tabaklanırsa temiz olur" hadisi de tabaklanan bütün derilerin temiz olduğunu ifâde etmektedir. Zahirîler bu hadise dayanarak domuz ve köpek derisini de tabaklamanın temiz kılacağını kabul etmişlerdir. Ebu Yûsüf'tan aynı görüş nakledilmiş, Şevkâni de bunu tercih etmiştir.
Cumhûra göre domuz derisini tabaklamak da temiz kılmaz.
3- Zarûret hâli:
Zarûret halinden maksad açlık ve susuzluğu giderecek, hastalığı tedâvî edebilecek helâl bir nesnenin bulunmaması halidir.
a) Açlık ve susuzluk:
Daha önce meâlini verdiğimiz âyet (el-Mâide, 3) açlığa doğrudan temâs ettiği için fukuhâ gıdâ zarûretini ittifakla kabul etmiştir. Bazıları darda kalma müddetini 24 saatle sınırlandırmışlardır; buna göre 24 saat helâl yiyecek ve içecek bulamayan kimse haram yiyebilir. İmam Mâlik'e göre doyuncaya kadar yer ve ve yanına da bir miktar alır. Diğerlerine göre ancak hayatını devam ettirecek kadar yiyebilir.
b) Tedâvî zarûreti:
Kullanılması haram olan ilaçları, başkası bulunmadığı zaman kullanmanın caiz olup olmadığı konusunda iki görüş vardır:
"Allah şifanızı, size haram kıldığı şeylerde kılmadı" hadisine dayananlara göre haram ile tedâvi caiz değildir.
İlacın da gıda gibi hayatın zarûrî ihtiyacı olduğunu ileri sürenlere göre darda kalan haram ile tedâvî görür. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) erkeklere ipek giymeyi haram kıldığı halde, cilt hastalığı dolayısıyle bazı sahâbîlere izin vermişlerdir.12 Yukarıdaki hadis helâl ilâcın bulunması haline aittir. Helâl bulunmayınca, tedâvi için kullanılan ilaç mübah olduğu için hadisin şümûlüne girmez.
Bu nevi ilaçları kullanma ruhsatının şartları vardır:
aa) Kullanılmadığı takdirde sıhhati tehdit eden gerçek bir hastalık bulunacak.
ab) Yerine geçen helâl bir ilaç bulunmayacak.
ac) Dindarlığına ve ihtisasına güvenilir bir doktor tavsiye etmiş bulunacak.
Organ nakli, karı-koca arasında olmak şartıyla sun'i aşılama (tüp bebeği), otopsi vb. de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır.
c) Başkasında varsa:
Helâl yiyecek ve içeceği olmayan müslüman bunu çevresinde, mensub bulunduğu toplum parçasında bulabiliyorsa darda kalmış sayılmaz. İslâm husûsi mülkiyeti tanımış ve korumuştur; ancak bu hak sınırsız değildir. Sınırlardan birisi de zarûret halinde kendini gösterir. Yanında kendi ihtiyacından fazla yiyecek ve içeceği olan müslüman bunu darda kalana vermek mecburiyetindedir. Vermezse karşı taraf zorla alabilir, doğacak mes'uliyet vermeyene aittir.
D- Boğazlama (Zebh ve Nahr):
Eti yenen kara hayvanları, insanların kolayca tutup kesebilecekleri ehlî hayvanlar ve kolay yakalanamayan vahşi hayvanlar olmak üzere iki guruba ayrılır. Birinci guruptakilerin yenebilmeleri için usûlüne uygun boğazlamanın bazı şartları vardır:
1- Kesim, kanı akıtacak ve kesilmesi gereken yerleri kesecek şekilde keskin bir âletle yapılacak; bunun demir, ağaç, taş... olması mümkündür; önemli olan keskinliktir. Rasul-i Ekrem (s.a.v.)'in Adiyy b. Hâtem'e hitâben "kanı istediğin şeyle akıt ve üzerine besmele çek!" buyurması bu hükmün delilidir.
2- Eksiksiz bir boğazlamada (zebh) nefes borusu, bunun iki yanındaki iki atar damar ve yemek borusunun kesilmesi gerekmektedir. Henefîlere göre üçünün kesilmesi de yeterlidir.
Hayvan bir yere ters vaziyette düşer veya yakalanamazsa herhangi bir yerinin kesilip kanının akıtılması boğazlanma yerine geçer. Peygamberimiz (s.a.v.)'in bulunduğu bir yerde kaçan ve yakalanamayan bir deve oklanmış, Rasulullâh bunu tasvib ettiği gibi, böyle durumlarda aynı şeyin yapılmasını emir buyurmuşlardır.
Tavuk ve benzeri hayvanlar usulüne göre kesilip ölünce, kolay yolmak için sıcak suya batırılması halinde yalnız derisi pislenir; pislenen deri ise yıkanmakla temizlenir ve yenir.
3- Kesim sırasında Allah'tan başkasının ismini anmamak ve O'ndan başkası için (kurban olarak) kesmemek.
4- Keserken Allah'ın adını anmak. "Eğer O'nun âyetlerine iman etmiş iseniz, üzerine Allah'ın ismi anılan şeyden yeyiniz" (el-En'âm: 6/118); "üzerine Allah'ın ismi anılmayan şeyden yemeyin..." (el-En'âm: 6/121) âyetleri ile "kanı akıtılan ve üzerine besmele çekileni yeyiniz"16 meâlindeki hadisler bunu gerekli kılmaktadır.
Fukahâ besmelenin şart olup olmadığında ihtilâf etmişlerdir:
a) Zâhirîlere göre hakkındaki nasslar sebebiyle Allah'ı anmak kayıtsız şartsız gereklidir.
b) Ebû-Hanife, Mâlik, Sevrî gibi müctehidlere göre unutulmadığı takdirde besmele şarttır; unutularak terkedilmiş ise kesilen yenir; çünkü "ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarının mes'uliyeti kaldırılmıştır" hadisi vardır.
c) İmam Şâfiî'ye göre keserken besmele farz ve şart olmayıp mendûbdur; çünkü Rasül-i Ekrem (s.a.v.)'e: "Bize et getiriyorlar; keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz; bunu yiyelim mi, yemiyelim mi?" diye sorulmuş; "Allah'ın adını anın ve yeyin" buyurmuşlardır.
Boğazlamada aranan şartların hikmeti hayvana fazla acı çektirmeden ölmesini sağlamak olsa gerektir. Peygamberimiz (s.a.v.)'in, tabiî halinde boynuz ve diş ile kesmeyi men etmesi, kesme âletini hayvanın görmediği bir yerde bilemeyi ve ona şefkatle davranmayı tavsiye eden ifadeleri de bunu göstermektedir.
5- Kesenin müslüman veya ehl-i kitab olması: Ehl-i kitab, yahudî ve hristiyanlar gibi aslında bir hak dine bağlı ve peygamberlerine tâbi iken, zaman içinde hak dinden uzaklaşan ve son Peygamber (s.a.v.)'e bağlanmayan kimselerdir. Bunlar, temelinden hak dine inanmamış olan müşrik ve putperestlerden farklı tutulmuş, yiyecekleri müslümanlara da helâl kılınmıştır. "Bugün size temiz ve faydalı şeyler helâl kılındı, kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir." (el-Mâide: 5/5)
Bu âyet umûmî mânalıdır; domuz, şarab, meyte gibi aslı haram kılınmış yiyecekler dışında kalanların hepsine şâmildir. Ancak burada birkaç noktayı ayrıca aydınlatmak gerekiyor:
a) Yahûdî ve hristiyanların dışında kalanlardan mecûsîler fukahânın çoğuna göre müşrik sayılır ve kestikleri yenmez. İbn Hazm mecûsîleri, Ebû Hanîfe sâbiîleri ehl-i kitap saymışlardır. Budist, Brahman gibilerini de ehl-i kitap sayanlar vardır.
b) Keserlerken ne söyledikleri bilinmeyen hayvanlar yenir. Allah'tan başka birisinin (meselâ Mesih'in) adı anılarak kesilirse bunu duyan yiyemez. Bazı müctehidlere göre bunun da yenmesi caizdir.
c) İslâm âlimlerinin çoğuna göre ehl-i kitabın boğazlama şekli, müslümanlarınki gibi olacak, yani keskin bir âletle boğaz kesilecektir.
Mâlikîlerden bir guruba göre bizimkine benzemesi şart değildir; önemli olan, yaptıkları kesimin, kendi dinlerine göre muteber olup olmadığıdır. Mâlikî fukahâsından Kadı İbn el-Arabî yukarıda geçen âyetin tefsirinde şöyle diyor: "Avın ve ehl-i kitabın yiyeceklerinin, Allah'ın helâl kıldığı temiz yiyecekler olduğuna ve bunların mutlak olarak helâl bulunduğuna bu âyet kesin delildir. Allah Teâlâ şüpheleri ve zihinlere gelen, uzun uzadıya sözü gerektiren bozuk itiraz ve düşünceleri silmek için bunu tekrarlamıştır. 'Tavuğun boynunu bükerek onu öldüren sonra pişiren hristiyan ise bu yenir mi veya yiyecek olarak bu ondan alınabilir mi?' diye bana sordular; şöyle dedim: Yenir çünkü bu onun, papazlarının ve din adamlarının yiyeceğidir; bu bize göre uygun bir boğazlama değilse bile Allah onların yiyeceklerini bize mutlak olarak mübah kılmıştır. Allah'ın haramdır dedikleri müstesna olmak üzere, dinlerine göre neyi helâl bilirse o bize de helâldir..."
Bu görüşü benimseyenlere göre, müslümanlarda yenmesi helâl olan hayvanları kitap ehli kâfirler kesmiş veya başka bir yol ile öldürmüş iseler, bakılır; eğer bu öldürme şekli onların dinine göre uygun ise, böyle öldürülmüş bir hayvanı yiyorlarsa bunu müslümanlar da yiyebilir. Dinlerine göre yenmez ise müslümanlar da yiyemez.
E- Av:
İslam'dan önce Araplarda ve diğer milletlerde av âdeti bulunduğu ve bu âdet gıda temini, spor ve eğlence vâsıtalarından biri olduğu için İslâm avı, bazı kayıt ve şartlarla caiz ve helâl kılmıştır.
1- Avcı:
Av yapanın, ehli hayvanları kesenler gibi müslüman veya kitâbî olması şarttır.
2- Avlanan:
Avlanan hayvanın ehli olmaması, avlamadan başka bir yolla boğazlama imkânının bulunmaması gereklidir. Av âletiyle yaralanan hayvana yetişildiği zaman hâlâ yaşıyorsa şer'i usûlüne göre boğazlanması lâzımdır.
3- Av vâsıtaları:
Av ya kesici, delici âlet ve malzeme ile veya öğretilmiş hayvanlarla yapılır.
a) Malzeme ve âletle av:
Ok, mızrak, kılıç, saçma, kurşun gibi kesici ve delici âletlerle öldürülen hayvan yenir. Taş, sopa vb. şeylerle vurularak öldürelen hayvan yenmez. Malzemenin vücuda girmesi, delmesi, kesmesi gerekir (el-Mâide: 5/94). Ezerek, darbe ile öldürülen yenmez. Bunlar "mevkûze" gibidir (el-Mâide: 5/3).
b) Hayvanlarla av:
Köpek, doğan, şâhin gibi ava alıştırılmış, öğretilmiş hayvanlarla av yapmak da caizdir.
"...Size temiz olanlar helâl kılındı. Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın..." âyeti bunu açıkça ifade etmektedir. (el-Mâide: 5/4)
Av hayvanlarının özel eğitimle ava alıştırılmış olması ve avı kendisi için değil, sahibi için, onun isteği üzerine avlamış ve yemeden getirmiş bulunması gereklidir.
Gerek silâh ve gerekse hayvanla av yaparken besmele çekilecektir. Meselâ tetiği çekerken veya hayvanı av üzerine salarken besmele çekilmezse avlanan hayvan yenmez. Besmele unutularak terkedilmiş olursa yemek caizdir.
Vurulan hayvan gözden kaybolur ve bilâhare bulunursa aldığı yaradan öldüğü bilinirse ve hayvan kokmamış olursa yenir.
II- İçkiler ve Uyuşturucular
A- İçkiler:
Dilimizde "içki", arapçada "hamr"22 ve "müskir" kelimeleri, içildiği zaman azı veya çoğu sarhoşluk veren içecekler için kullanılmaktadır. İslâm dini bütün sarhoşluk veren içkileri haram kılmış, içmeyi yasaklamıştır:
"Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi, pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki saâdete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?" (el-Mâide: 5/90-91)
Âyet içki yasağının hikmetini özlü olarak ifâde etmektedir. Bugün tıb dünyası içkinin insan sağlığına verdiği zarar üzerinde ittifak hâlindedir. İstatistikler ile bazı devletlerin zaman zaman teşebbüs ettiği içki yasağı bunun, iktisadî, sosyal ve ahlâkî zararlarının en açık delilleridir.
İçki yasağı ile ilgili teferruâta gelince:
1- Her sarhoş eden içki hamrdır ve haramdır:
İslâm ulemâsının büyük ekseriyetine göre23 azı veya çoğu sarhoşluk veren her içki âyette geçen "hamr" mefhûmuna dâhildir ve haramdır. Bir soru üzerine Resûlullah (s.a.v.)'in: "Her sarhoşluk veren şey hamrdır ve her hamr haramdır" buyurması bu hükmün sağlam delilidir.
2- Çoğu sarhoş edenin azı:
Sarhoşluk veren içkiler zamanla alışkanlık ve bağışıklık sağladığı için az içenin giderek çoğa kaçtığı, önceleri azı tesir ederken alışkanlık arttıkça aynı miktarın tesir etmediği görülmektedir. Bu sebeple içkiyi önlemenin en kesin yolu azını ve çoğunu yasaklamaktır. İşte dinimiz de aynı yoldan yürüyerek çoğu sarhoş eden içkinin azını içmeyi de menetmiş, haram kılmıştır. İslâm müctehidlerinin büyük ekseriyeti bu hükümde birleşmişlerdir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyuruyor:
"Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır."
"Bir farakı sarhoş eden şeyin bir avucu da haramdır."25 ("Farak" takriben 43,5 kg.lık bir kaptır.)
3 - İçki ticâreti:
İslâm içki ticaretini menetmiş, müslümanın gayr-ı müslim ile de olsa içki alışverişi yasaklanmıştır. Şu lânet, ticareti de içine almaktadır: "Peygamber (s.a.) içki yapanı, yaptıranı, içeni, taşıyanı, kendisine taşınanı, dağıtanı (sâkî, garson), satanı, parasını yiyeni, satın alanı ve kendisi için satın alınanı lânetlemiştir."
Hanefî fukahâsı, içki imâlinde kullanılacağı bilinen kimseye üzüm ve şıra satışını tecviz etmiş, "satılan helâldir, alanın içki yapma günahı kendine aittir." demişlerdir.
Bunu meneden hadise ve "masiyete yardım edilmez" prensibine dayanan fukahâ ise bunu caiz görmemişlerdir.
4 - İçki meclisinde bulunmak:
Müslümanın vazifesi yalnızca haramı işlememek değil, başkalarının işlemesine de-yapabildiği ölçüde- mânî olmaktır. Bu kaide onun, içki içilen yerde oturmasını önler. Hz. Ömer'in nakline göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimse, üzerinde içki dolaştırılan sofraya aslâ oturmasın!"29
5- Alkollü ilaç ile tedâvî:
Birisi Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'e şarabı sordu. O da onu menetti. Soran adam: "Ben onu yalnızca ilaç ve tedâvi için yapıyorum" deyince de: "O ilaç değil, derttir" buyurdu.
Bu mealde olan hadislere dayanan bilginler sarhoşluk veren içkilerin tedâvide kullanılmasını da caiz görmemişlerdir. Ancak bu hüküm normal durumlara aittir. Eğer başkası bulunmadığı için içki veya alkollü ilâcı, mütehassıs ve müslüman bir doktor bir hastaya yazarsa burada zarûret prensibi işler ve tedâvî caiz olur.
B- Uyuşturucu Maddeler:
Esrar, afyon, eroin, kokain, morfin gibi uyuşturucu maddeler, alkollü içkilerin tesirini de fazlasıyla taşımaktadırlar, Zararları da bu tesir ölçüsünde fazladır. İslâmın ana kaynakları helâl ve haram olan şeylerin bir kısmını zikretmiş, geri kalanların, haram ve helâl kılınma illetini taşımalarına göre hükme bağlanmasını istemiştir. Şu halde haram hükmünün illetini (sarhoş etme, uyuşturma) taşıyan bütün maddeleri vücûda almak haramdır.
C- Sigara ve benzerleri:
Tütün 15. asırdan sonra yeni dünyadan İslâm ülkelerine girmiş, o zamandan beri de İslâm ulemâsı tütünün hükmü üzerinde durmuşlardır.
1) Tütünün mubah olduğunu söyleyenler zararı olmadığı ve Şârî' tarafından menedilmediği deliline dayanmışlardır. Halbuki:
a) Sigaranın zararı bugün ilmen, kesin olarak bilindiği için zararsız denemez.
b) Şârî'in menetmediğini söylemek de isabetli değildir. Çünkü Şârî' her haramı ismen zikretmemiştir. Hüküm kaynakları yalnız sarîh ve husûsî nasslar değildir. Nasslarda geçenlerin haram kılınış sebeplerine (illetlerine) bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlâl yolları vardır.
2) Sigara içmek mekruhtur diyenlerin dayanağı, kıyasla sabit bir hükme "haram" demekten çekinmeleri ve sigaranın zararları hakkında kesin bilgi sahibi olmamalarıdır.
3) Sigara içmek (özellikle tiryâkilik) haramdır diyenlerin mesnedi zarar, isrâf ve nafaka mükellefiyetidir.
Zarar: Sigara hem içenin sıhhatine, hem de yanında bulunanların sıhhat ve rahatına zarar vermektedir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.): "Ne doğrudan ne de karşılık olarak zarar vardır"33 buyurarak zarar vermeyi menetmiş Allah Teâlâ da "kendinizi elinizle tehlikeye atmayın..." (el-Bakara: 2/195), "kendinizi öldürmeyin...." (en-Nisâ: 4/29) buyurmuştur.
İsrâf: İsrâf malı faydasız yere harcamaktır: "Yeyiniz, içiniz, isrâf etmeyiniz" âyeti (el-A'râf: 7/31) ile "Peygamber (s.a.v.) malın boşa harcanmasını yasakladı."34 hadisi isrâfı haram kılmaktadır.
Nafaka mükellefiyeti: Kocalar, babalar ve muhtaç yakınlarına bakan erkekler nafaka (onların yiyecek, giyecek, mesken, tedâvi... ihtiyaçlarını temin) ile mükelleftirler. Bundan keserek sigaraya para vermek haramdır.
Netice olarak denebilir ki: Bu üç sebepten birisinin gerçekleştiği yer, zaman ve durumda sigara içmek haramdır. Bunlar gerçekleşmez ise mekruhtur. Her iki durumda da sigaranın içilmemesi, terkedilmesi dince gereklidir.
Nargile ve enfiye gibi alışkanlıkların hükmü de sigara alışkanlığı gibidir.
Kaynak: Hayrettin Karaman
