Esad rejimini yıkarak işbaşına gelen irade,
Suriye'nin kalbi mesabesindeki
Lazkiye Limanı'nı 2009'dan itibaren işbu limanın işletmecisi olan
Fransa'nın CMA CGM şirketine verdiğine dair habere muttali olunca, yıllar önce izlediğim
Visconti'nin "Leopar" adlı ünlü filmini hatırladım.
Salina Prensi (Burt Lancester), yeğeni Tancerdi'ye (Alain Delon) filmin uyarlandığı romanı da hülasa eden şu ikonik sözü söyler:
"Her şeyin olduğu gibi kalması için her şeyin değişmesi gerek..."
Bağlamı mı?
Tancerdi,
Garibaldi'nin köklü değişimleri gerçekleştirdiğinden hareketle Sardilya Krallığı'nın ordusuna katılmaya karar verdiğini açıklayınca, Salina Prensi Don Fabrizio mezkûr sözüyle, değişimlerin sembolik/yüzeysel olduğunu, gerçekte gücün elitlerin elinde kalacağını
"değişim paradoksu" mesabesinde ortaya koyar.
Peki "köklü değişimler" yok mudur?.. Hiç olmaz olur mu?
***
Soru gayet basittir: Değişim neyi değiştirmiştir; muşamba dekoru mu yoksa "elitlerin dünya sisteminin" konforunu mu?
Değişim muşamba dekordan ibaretse o değişim zaten köklü değil, tastamam yüzeyseldir. Şayet "elitlerin" konforunu tahkim etmişse de o "değişimi" sonuna kadar sorgulamak gerektir.
Ki, Türkiye'nin yaşayan en büyük şairi
İsmet Özel "değişimin" sonuçları şöyle dursun, değişim
için kullanılan araçları bile sorgulamıştır: "düşündüm
yaslanarak şehrin kasıklarına/düşündüm kafa
kemiklerimi eritinceye kadar/nedir bu kölelerin
olanca silahları/silahların köleleri olmaktan başka."
(Erbain)
Hiç kuşkusuz, kapitalist dünya sisteminde tüm silahlar her şeyden evvel silah fabrikalarına çalışır. Lakin, bu demek değildir ki kategorik olarak kimsecikler silaha el sürmesin. Öyle olsaydı
İstiklal Savaşı'mızı nasıl izah ederdik?
Devrim yapmak kölelerin harcı değildir. En korkunç kölelik de Batı'nın "kültürel soykırımına" düçar olanların köle zihniyetidir
Zihinsel özgürlük için evvela sorgulamak, algı kampanyalarının seylaplarına kapılmamak için de hadiseleri adamakıllı tahlil etmek lazım gelir.
***
Sevgili
Yusuf Kaplan dostum (Allah
ömrünü bereketlendirsin,
güzel faaliyetlerinde
muvaffak etsin),
Trump ABD Başkanı seçilince
çok tuhaf bir yazı kaleme
almıştı.
"Trump'ın zaferi" demişti, "Yahudi gücüne, Yahudilerin/küreselcilerin kontrolündeki müesses nizama karşı kazanılmış bir zaferdir..."
Ne oldu peki?
ABD Başkanı Trump, İsrail'in soykırımcı şefi
Netanyahu ile kafa kafaya verip İsrail'in
Arz-ı Mevud planı için haritalar üzerinde çalıştılar. Bu çalışmanın ilk adımı olarak da
Gazze'de katlettikleri halktan geri kalanlarının tehcirine ferman verdiler.
Yusuf Kaplan dostumun bu denli yanılmasının nedeni bence gerçekler yerine, gerçekleşmesini istediğine odaklanmasından kaynaklanıyor.
Aydını/münevveri böyle olan ahali de paşa gönlünden geçeni dile getirmekte "külyutmazlık" vehmediyor. Mesela, İran'dan nefret belasına denklemi şappadak kuruyor: "İran eşittir Amerika, eşittir İsrail, eşittir Ermenistan..." Biraz daha mürekkep yalamışları da nevzuhur denkleme tarihsel derinlik kazandırmak için Pers İran'ı ile 79 Devrimi İran'ını eşitliyor.
Cezayir bağımsızlığına karşı çıkan
Fatin Rüştü Zorlu dönemi Türkiye'si ile Erdoğan dönemi
Türkiye'sini bir tutmak ne kadar yanlışsa bu da en
az o kadar yanlış değil mi?
Öte yandan, "İrancı" olmakla itham edilen
"Milli Görüşüz" gibi hesapların sahibi muhteremler de mahut "eşitlik" denklemi yerine klasik kukla sistemine sardırmış. ABD'nin kukla iplerine bağlı
Netanyahu, Netanyahu'nun iplerine bağlı Erdoğan, Erdoğan'ın iplerine bağlı
Colani yani Ahmed eş-Şara!
El insaf!..
Rusya Devlet Başkanı
Putin bile Erdoğan'ın Gazze'deki soykırım trajedisine engel olmak için her şeyi yaptığını söylerken,
Milli Görüş sahibi bir muhterem nasıl bu denli izansız bühtan eder?
Dert nedir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan gidecek de (Gazze direnişçilerini "terörist" tesmiye eden) Özgür Özel'lerin CHP'si iktidara gelince başınız göğe mi erecek!