Önce, şu vizyonun altını çizeyim...

2025-2029 dönemi için UNESCO Yürütme Kurulu üyeliği,

2026-2028 dönemi için BM Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) adaylığı,

2037-2038 dönemi BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği...
Küresel sistemin temelden çatırdadığı bir ortamda Türkiye,
"daha adil bir dünya" mücadelesini sürdürürken, uluslararası kuruluşlarda da ağırlığını artırmaya, yapısal sorgulamasını sürdürmeye devam ediyor...
Dün, Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan'ın davetine icabetle Türk
Devletleri Teşkilatı (TDT) Gayri resmî
Zirvesi kapsamında Budapeşte'de idik.
Osmanlı izlerini taşıyan bu başkent,
siyasi açıdan bir hayli ilginç. Başbakan
Orban'a karşı kurulan ittifak, bizdeki
(dağılan) 6'lı Masa benzeri karakteri
ile varlığını korumaya çalışıyor. Macarlar
bir yandan TDT ile ilişkilerini sıcak tutarken,
diğer yandan AB içinde aykırı çizgisi
ile dikkati çekiyor. Sistemin her noktasında
Yahudi nüfusun nüfuzu hissediliyor.
Orban, AB'ye rağmen Rusya ve Ukrayna
liderlerini ayrı ayrı ziyaret ederek, özgün
diplomasi takip ettiği için şimşekleri üstüne
çekmekle kalmıyor, Brüksel tekelini
sarsan Avrupa aşırı sağı ile yeni bir blok
oluşturmaktan da geri durmuyor.
***
TDT, Macarların AB üyesi olması ve birlik içi baskılar nedeniyle bu kez KKTC olmadan toplandı. AB'nin yakın zamanda Türk cumhuriyetleri ile geliştirdiği, maddi destek de içeren yeni ilişki formatı, özellikle Kıbrıs Rum Yönetimi'ni heyecanlandırırken, haliyle Ankara-Lefkoşa hattında hayal kırıklığı ile karşılandı. Türkiye
, "Aile içi" olarak ele aldığı meseleyi, tansiyonu yükseltmeden ama işin peşini de bırakmadan aşmayı esas alıyor. Nitekim Budapeşte'deki zirvede KKTC, hak ettiği ölçüde karşılık buldu. Örneğin

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, Türk Dünyası'nın ayrılmaz parçası olduğu vurgulandı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, KKTC'nin bulunmadığı bir Türk dünyası aile fotoğrafının her zaman eksik kalacağını en güçlü şekilde söyledi.

Kıbrıs sorununun Ada'daki gerçeklikler temelinde, Kıbrıs Türklerinin eşit haklarının güvence altına alındığı, karşılıklı kabul edilebilir ve uygulanabilir çözüme ulaşması gerektiği bir kez daha kayda geçirildi.
Ayrıca,

Suriye'nin, tüm bileşenlerinin katılımıyla kapsayıcı siyasi sürece ulaşması ve yaptırımların kaldırılması yönünde Ankara'nın oynadığı rol takdir edildi.

Gazze'deki feci durum karşısında kalıcı ve kapsamlı ateşkes ile rehinelerin / tutukluların serbest bırakılması ve insani yardımların önünün açılması Türk dünyasının ortak kararı olarak seslendirildi.
Erdoğan,
"Gazze'de sivil halk cehennemi yaşıyor. Yardım ulaşmazsa 14 bin bebek ölecek" uyarısında
bulundu.
Bu bağlamda, Türk cumhuriyetlerine etkileyici bir perspektif çizdi.
"Geçmişte Kıbrıs'ta, Karabağ'da, Bosna'da ve bugün Gazze'de yaşanan trajediler, bizlere sınırlarımızın ötesini de düşünmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Sesimizi duyuracağımız her vesile, insanlığın ihtiyaç duyduğu adil düzen, hakça paylaşım ve hukuk temelli sistem arayışlarına cevap verecektir!"
Özetle...
Diplomasi çok değişken ve dinamik bir alan. Oyuncuları da büyük ve iddialı. Türkiye ise küresel gelişmeleri etkileyebilen bölgesel güç kimliği ile her türlü düğümün çözüm merkezi konumunda. Uluslararası ilişkilerde yükselen Türkiye, terörün tasfiye edildiği, ekonomide ritim kazanmakta olduğu tarihi bir fırsat yakaladı. Bu fırsatın değerlendirilmesi siyasi istikrardan ve yüksek liderlikten geçiyor.