12 Mart 1971 muhtırasından hemen önceydi.
Gençler sokaklardaydı.
Ellerinde silah vardı.
Her gün bir köşebaşında birileri ölüyordu.
Sonra asker geldi, muhtıra verdi. Hükümet düştü ve dertler bitti.
Ya da biz öyle sandık.
Öyle inandırıldık.
Oysa gerçek bambaşkaydı.
Muhtıranın altındaki gerçek, ilginçtir ama 'haşhaş'tı!
Dışişleri eski bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil anlatıyor: "Dönemin Amerikan sefiri benden ricada bulundu. Başbakanınızla konuşun 'haşhaş ekimini yasaklasın' dedi. Ben de durumu Sayın Demirel'e açtım. Sonra sefirle yeniden görüştük. Kendisine, Başbakan'ın 'bizde Afyon diye kent var ben haşhaş ekimini nasıl yasaklarım' sözlerini aynen aktardım. Bir kez de kendisi görüşmek istedi. Randevu aldım, gittik. Demirel aynı cümleyi o toplantıda da tekrarladı. Çıkışta Amerikan sefiri bana 'İhsan Bey siz bu hükümetten ayrılın' deyince, anlamamıştım. Ne bileyim 3 ay sonra muhtıra verileceğini, hükümetimizin devrileceğini"
Bundan sonrası daha da ilginç.
O buluşmadan 3 ay sonra 12 Mart 1971 günü muhtıra verildi.
Öyle ya gençler birbirlerini öldürüyordu, asker arasında cepheleşme vardı, sokaklar kan gölüne dönmüştü.
Ve cunta bu kötü gidişe son vermek için yönetime el koymalıydı.
Koydu da.
Sonra ne oldu biliyor musunuz?
Muhtıradan hemen sonra Nihat Erim tarafından kurulan 'Partiler Üstü Reform Hükümeti'nin ilk icraatı neydi biliyor musunuz?
Haşhaş ekiminin yasaklanması!
Tarih bunu yazıyor.
Ve bu gerçek ortalık yerde apaçık duruyor.
Gelelim bugüne.
Hani bugün birileri ısrarla "aman efendim bu olan bitenin Amerika ile ne ilgisi var" diye maval okuyor ya.
Onlara şu basit soruyu sorun.
Dün 'haşhaş' uğruna darbeye ön ayak olan Amerika, bugün ismi ile müsemma bu 'haşhaşiler' uğruna darbeye kalkışır mı, kalkışmaz mı?"