Terörsüz Türkiye hedefinde tarihi eşik: Örgüt teslim bayrağını çekti | İmralı'da ne konuşuldu?
Terörsüz Türkiye hedefi doğrultusunda TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 18. toplantısının ardından PKK elebaşı Öcalan ile görüşme kararı aldı ve 24 Kasım 2025’te İmralı Adası’na gitti. TBMM’den yapılan açıklamada, görüşmenin “olumlu sonuçlar verdiği” ifade edildi. Komisyonun İmralı ziyaretinin ardından kamuoyunda “Şimdi ne olacak?” sorusu yükselirken, merak edilen bu gündeme A Haber ekranlarında yanıt arandı.
Terörün gölgesinden arınmış bir Türkiye hedefi doğrultusunda kararlı adımlar atılırken, süreçte tarihi bir gelişme yaşandı. TBMM'de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun İmralı'ya ziyaret gerçekleştirdiği duyuruldu.
Süreç Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, "Heyet, 24 Kasım 2025 tarihinde İmralı Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu'na gitmiştir" denildi. TBMM Başkanlığı da görüşmede örgütün kendini feshetmesi ve silah bırakma sürecine ilişkin değerlendirmeler yapıldığını, ayrıca Suriye'deki 10 Mart mutabakatının uygulanmasına dair soruların Öcalan'a yöneltildiğini açıkladı. Açıklamada, "Görüşme olumlu sonuçlar vermiştir" ifadeleri dikkat çekti.
Bu gelişmenin ardından kamuoyunda "Şimdi ne olacak?" sorusu öne çıkarken, merak edilen başlıklar A Haber ekranlarında masaya yatırıldı. Programa konuk olan Gazeteci Zafer Şahin, sürece ve tartışmalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Gazeteci Zafer Şahin, değerlendirmelerine başlamadan önce sürece yönelik tartışmalara dikkat çekerek, "Öncelikle şunun altını çizmek gerekiyor. Bazı kesimlerin bu süreci siyasete tahvil etme çabalarına kimsenin prim vermemesi lazım. Türkiye'nin üniter devlet yapısı da Anayasa'nın ilk dört maddesi de hiçbir şekilde müzakere masasında değildir. Bu husus net biçimde bilinmelidir." dedi.
Gazeteci Zafer Şahin'in açıklamalarından öne çıkan satırlar şöyle:
"Terör örgütü, bizzat kurucusu tarafından feshedildiğini açıkladı. Zaten sürecin başlaması da bu açıklamanın ardından mümkün oldu.
Dünya üzerinde 40 yıl boyunca kesintisiz devam eden bir terör sorunu neredeyse yoktur. Bizdeki yapı ise kırk yıldır süren bir mücadeleydi. Bugün örgütün artık teslim bayrağını çektiğini görüyoruz. Bu durum doğrudan örgütün kurucusunun yaptığı "Bu mücadeleyi sürdürmenin bir anlamı kalmadı" açıklamasından anlaşılmaktadır.
Bu noktaya nasıl gelindiği de önemlidir. Türkiye, özellikle 24 Temmuz 2015'te İkiyaka Dağları'na düzenlenen büyük hava harekâtı ile terörle mücadele konseptini değiştirdi. Ardından 15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye'nin sınır ötesi operasyonları ve son olarak 8 Aralık'ta Suriye sahasında ortaya çıkan büyük dönüşüm geldi.
Örgüt, Türkiye sınırları dışındaki varlık alanlarında da hareket kabiliyetini kaybetti. Suriye'de Esad rejiminin çekilmesi, İran'ın geri adım atması ve ABD'nin örgüte "Bu bölgede uzun süre kalmayacağım" mesajını açık biçimde vermesi süreci hızlandırdı.
Tablo bu kadar değişmişken meselenin çözüme kavuşması kaçınılmaz hale geldi. Oysa iki yıl önceki durum çok farklıydı: Türkiye'nin üniter yapısını hedef alan silahlı bir terör örgütü vardı. Örgütün siyasi uzantısı olan parti, "yüzyıllık Cumhuriyet'le hesaplaşmaktan" söz ediyordu. Aynı dönemde Altılı Masa'nın yedinci ortağı olarak anılan bu yapı, bakanlık pazarlıkları içindeydi. Hazırlanan protokolde "Türk Milleti" ve "Atatürk" ifadelerine yer verilmemesi de bu yaklaşımın bir sonucuydu. Cumhur İttifakı'nın protokolünde ise hem "Türk Milleti" hem de "Atatürk" açıkça yazıyordu.
Bugün, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin çıkışıyla başlayan ve Cumhur İttifakı tarafından desteklenen süreç, örgütün kendisini feshetme kararına kadar gelmiştir. Ancak şimdi bazı çevreler, örgütün silah bırakmasına dahi itiraz ediyor. O dönem terör örgütüne ve siyasi uzantısına itiraz etmeyenlerin bugün barış adımına karşı çıkması dikkat çekicidir.
Örgütün silah bırakmasını istemeyen başka aktörler de var: İsrail, İran ve farklı bölgesel yapılar bu durumu kendi çıkarlarına aykırı buluyor. Buna karşın Türkiye, hem içeride hem dışarıda örgütün hareket alanını tamamen ortadan kaldırdığı için artık kalıcı barışa odaklanmış durumda.
Türkiye'nin terörle mücadelede bugüne kadar harcadığı kaynak düşünüldüğünde, aynı mücadelenin 40 yıl daha sürdürülmesi mümkün değildir. En iyimser tahminle 1 trilyon doları bulan bir maliyetten söz ediyoruz. Bu nedenle toplumun tamamını memnun edecek bir çözümün bulunması zorunludur.
Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir başka husus da Meclis'te Suriye tezkeresine "hayır" oyu verenlerin bugün bu görüşmelere itiraz etmeleridir. "Her evden bir oy HDP'ye" kampanyası yapanlar, "HDP barajı aştı" diye pilav dağıtanlar, "YPG komşumuz olsa ne olur?" diyenler ve örgütün söylemleriyle yan yana duranlar bugün barışa karşı çıkıyor.
Gazeteci Zafer Şahin, A Haber ekranlarında Terörsüz Türkiye sürecindeki son duruma ilişkin değerlendirmelerde bulundu (Ekran görüntüsü)
"BÖLGEDEKİ BÜYÜK DÖNÜŞÜM TÜRKİYE'NİN HEDEFLEDİĞİ NOKTAYI GETİRDİ"
O dönem yapılanların hiçbirinde terörü bitirmek gibi bir amaç yoktu. Asıl hedef, Kürt kökenli vatandaşların oylarına yönelmekti. Türkiye'nin toprak bütünlüğü o aktörlerin umurunda bile değildi.
Bugün gelinen aşamanın arkasında ise Mehmetçik'in sahada gösterdiği olağanüstü mücadele ile siyasi iradenin gösterdiği kararlılık var. Darbe girişiminden yalnızca 35 gün sonra Fırat Kalkanı Harekâtı'nı gerçekleştiren bir başka ordu dünya üzerinde yoktur. Türkiye hem ABD'ye hem Rusya'ya rağmen bu operasyonları yaptı. Barış Pınarı'na hem ABD hem Rusya "yapamazsın" derken Türkiye kararlılığından vazgeçmedi.
Sonuç itibarıyla Suriye sahasında yaşanan büyük değişimle birlikte şartlar Türkiye'nin istediği noktaya gelmiştir. Amaç, bin yıllık kardeşliği korumak ve yeni bir bin yılı huzur içinde karşılamaktır.
Bu süreçte provokasyonlar yaşanma ihtimali elbette vardır. Ancak devlet aklı gerektiğinde yine gereğini yapacak güçtedir. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin de destek verdiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi risk alarak yürüttüğü bu süreçte önemli olan, barışı tesis etmek ve siyasi hesapların tuzağına düşmemektir.
Özünde mesele şudur: Devlet, terör örgütüne silah bıraktırmayı başarmıştır. Buna rağmen barışa karşı çıkanlar, süreci siyasi kazanç malzemesine dönüştürme arzusudur."
Gazeteci Ekrem Kızıltaş, Suriye ve Irak'ın kuzeyinde terör örgütünün eylem kapasitesinin büyük ölçüde yok edildiğini vurgulayarak, "Terörsüz Türkiye sürecine itiraz edenlerin asıl kaygısı, terör bağlantılı siyasi ilişki ağlarının artık devam edemeyecek olmasıdır" dedi.
Gazeteci Ekrem Kızıltaş'ın açıklamaları şöyle:
"Zafer Şahin'in değerlendirmesi aslında sürecin özünü ortaya koyuyor; ancak konuyu biraz genişleterek bugüne nasıl gelindiğini hatırlatmakta fayda var. Türkiye, 2016'daki 15 Temmuz darbe girişimine kadar Suriye ve Irak'ın kuzeyinden gelen terör tehditlerine karşı kimi adımlar atıyor gibi görünse de sonradan ortaya çıkan bilgiler, o dönemde FETÖ mensuplarının bölgede Türkiye'nin güvenliğini zayıflatacak bazı uygulamalara göz yumduğunu gösterdi.
15 Temmuz'un hemen ardından tablo değişti. Türk Silahlı Kuvvetleri, Fırat Kalkanı'yla başlayan ve 2017, 2018 ve 2019'da devam eden toplam dört büyük harekâtla sınırlarından Türkiye'ye yönelen terör tehdidini önemli ölçüde bertaraf etti, sahayı istikrarlı hale getirdi. Bu süreçte Ayn el Arap ve Kamışlı bölgesi için "Bir gece ansızın gelebiliriz" mesajı da verilmişti.
Bu mücadeleyi itibarsızlaştırmaya çalışanlar ise her dönem vardı. Zafer Şahin'in de hatırlattığı gibi, sınır ötesi operasyonlara yetki veren tezkerelere "hayır" diyenler, daha sonra Altılı Masa'da karşımıza çıkan ve PKK'nın siyasi uzantısıyla "kentsel uzlaşı" adı altında pazarlık yapan kesimler, bu dönemde Türkiye'nin terörle mücadelesini küçümseyen bir tavır içindeydi. Kimi belediyelerde başkan yardımcılıkları, meclis üyelikleri gibi kritik pozisyonların bu yapıya verildiği süreçler yaşandı. Hatta İstanbul özelinde Kandil'e milyonlarca avronun aktarıldığı yönünde ciddi iddialar bulunuyor.
Geçtiğimiz yıl başlayan "Terörsüz Türkiye – Terörsüz Bölge" süreci işte tam da bu tabloyu değiştirdi. Terör örgütünün sahadaki varlığının sona ermesi, siyasi uzantıları üzerinden oy devşiren kesimlerde paniğe yol açtı. Daha önce terörle mücadelede sessiz kalan, hatta örgüt mensuplarına dair skandal ifadeler kullanan bazı siyasilerin bir anda "bebek katili", "terörist başı" söylemlerine sarılmaları da bu paniğin dışa vurumu oldu.
Bu süreçte en kritik destek MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'den geldi. Bahçeli'nin güçlü çıkışı pek çok tartışmayı kapattı ve sürecin devlet aklıyla ilerlemesine ciddi katkı sağladı. Buna rağmen "Cumhur İttifakı arasında kriz var", "Bu iş olmaz", "Teröristle görüşülür mü?" şeklindeki propagandalar, İmralı görüşmeleri gündeme gelince daha da yoğunlaştırıldı.
Gazeteci Ekrem Kızıltaş, A Haber ekranlarında Terörsüz Türkiye sürecinde gelinen son duruma ilişkin değerlendirmelerde bulundu (Ekran görüntüsü)
"SÜRECE KARŞI ÇIKANLARIN KAYGISI: TERÖRLE SİYASİ AĞLARIN ÇÖKECEK OLMASINDAN DOLAYIDIR"
Bugün gelinen noktada, hem Suriye'nin hem Irak'ın kuzeyinde terör örgütü mensuplarının eylem yapma kabiliyeti neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Türkiye'nin "Terörsüz Türkiye" yaklaşımına karşı çıkanların kaygısı ise terörle irtibatlı isimler üzerinden kurdukları siyasi ilişki ağlarının artık sürdürülemeyecek olması.
Kayyım eleştirilerine gelince: Terörle bağlantılı olduğu yargı süreçleriyle tespit edilen kişilere yönelik hukuki adımların atılması sürecin doğal bir parçasıdır. Bu noktada "pazarlık" değil, "hukukun gereği" uygulanmaktadır. Silahını bırakıp bölgeyi terk edecek olan terk eder; suç işleyen ise hesabını verir.
DEM Parti de yeni dönemde kendini bu tabloya uyarlamak zorundadır. Terör örgütü fiilen dağılmışken, örgüte lojistik, siyasi veya söylemsel destek veren yapıların eski düzeni sürdürme şansı kalmamıştır.
İmralı görüşmelerine dair "olumlu sonuçlar" ifadesi ise kritik bir konuya işaret ediyor. Büyük olasılıkla Öcalan'a Suriye'deki 10 Mart mutabakatının uygulanmasına ilişkin sorular yöneltildi ve alınan yanıtların sürece katkı sunduğu anlaşılıyor. Aralık ayına kadar gelişmelerin netleşmesi bekleniyor. Aksi durumda Türkiye'nin "bir gece ansızın gelme" ihtimali masadan kalkmış değil.
Özetle; tüm kirletme ve itibarsızlaştırma girişimlerine rağmen süreç kontrollü biçimde ilerliyor. Avrupa'daki benzer terör süreçlerinin yıllarca sürdüğü düşünüldüğünde, Türkiye'nin elde ettiği sonuçlar son derece dikkat çekici. Terör örgütünün sadece Türkiye'de değil, Suriye, Irak, İran ve Avrupa'da da varlık gösterdiği hesaba katıldığında, 40 yılı aşan bir yapının tamamen tasfiye edilmesinin zaman alması doğal.
Bugün gelinen aşama, 2016'dan bu yana yürütülen kararlı mücadelenin sonucudur. Türkiye yalnızca terörü bitirmekle kalmıyor; bölgenin istikrarı için de yeni bir dönemi başlatıyor. Bu süreci samimi eleştirilerden ayırmak gerekir; ancak süreci sabote etmeye çalışanların motivasyonunun siyasi ve başka hesaplar olduğu da unutulmamalıdır."
GÜNÜN MANŞETLERİ İÇİN TIKLAYIN