CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun dindarlarla buluşma çabası CHP tabanında bazıları tarafından gülünç bulunuyor. Dalga geçiliyor ve "Ne yaparsa yapsın Genel Başkan dindar kesimden oy alamaz CHP'ye!" şeklinde yorumlara neden oluyor. Dün CHP'li çok eski ve sevdiğim bir dostuma eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun durumunu sordum. Genel merkezi iyi bilen, oradaki işleyişten haberdar arkadaşıma göre Bardakoğlu ne açıklama yaparsa yapsın bu iş bitmiş. Yani önümüzdeki seçimde CHP'den aday olma meselesi kesinleşmiş. "Ne düşünüyorsun peki?" diye sordum. Bildiğim diğerlerinden farklı yorumlar yapmadı o da... Güldü önce sonra da "Genel Başkan iyi niyetli ama bu transferlerin bize getirisi olmaz. Mütedeyyin kesimden oy alabilmemize imkân ihtimal yok. Çünkü onlar da biliyor ki bu tür adaylar sadece CHP'nin vitrinini süslemek için. CHP'de hâlâ dindarlığa, dindarlara karşı olan o direnç, önyargı kırılmadan dindar kimliği ile bilinen kimi getirirsek getirelim oya dönüştüremeyiz!"
Şahsen ben de farklı düşünmüyorum. Kılıçdaroğlu'nun dindar kesimle CHP'yi buluşturma çabaları takdire şayan ama zor. Çünkü samimi algılanmıyor bu tip hareketler. Belli ki Kılıçdaroğlu ve ekibi İtalyan düşünür Niccolo Machiavelli'nin "Amaca giden her yol mübahtır" anlayışındaki o pragmatik düşünce sistemini yani Makyavelizm'i kendilerine örnek alıyorlar çaresizlikten ama bu sistemin böyle bir CHP tabanıyla birlikte karşılık bulması mümkün değil. Parti içinde hâlâ başörtüsüne, imam hatip okullarına, İslamiyet'e ve Müslümanlığı yaşam tarzı olarak benimseyenlere karşı sekter ve gaddar yaklaşım sergileyen kalabalık bir ekip varken Makyavelizm de kesmez! Kılıçdaroğlu eğer gerçekten dindar kesimin de adresi olan bir partinin genel başkanı olmak istiyorsa önce partisinde hâkim olan bu anlayışı ortadan kaldırması lazım. Cami önünden geçerken; "Iğğğğ..." diyen veya gittiği lüks lokantada başı kapalı kadınlar gördüğünde; "Ay bu öcüler buralara kadar giriyorlar artık" şeklinde anlamsız ifadeler kullanan üyelerinin beynini formatlaması gerekiyor! Onlar değişmeden, partinin tabanının çoğunda hâkim olan bu zihniyet ortadan kalkmadan gerçekten imkânsız verilen uğraşlar.
Atatürk ve başkanlık!
Hatırlarsanız başkanlık rejimi ile ilgili yazdığım bir yazıda Atatürk'ün döneminin aslında doğal başkanı olduğu, ancak olası mahalle baskısından çekindiği için rejimi yasalaştırmadığı yorumunu yapmıştım. Kemalist cepheden bu yorumumu reddeden çok fazla eleştiri aldım. Nedense pek bir celallendiler bu yorumum üzerine ama boşuna! Ben haklı çıktım çünkü. Atatürk'ün gönlünde başkanlık sisteminin yattığını, dönemin şartlarının uygunluğu açısından sıkıntılar olduğundan bunu dile getirmekten çekindiğini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde anayasa hukuku üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Doç. Dr. Murat Yanık ispatlıyor. Yanık "Başkanlık Sistemi ve Türkiye'de Uygulanabilirliği" adlı kitabında, 1943-1950 arasında CHP'den milletvekili olan hukukçu Yavuz Abadan'ın bilgisine dayandırarak diyor ki; "Atatürk kişisel olarak 'Başkanlık Sistemi'ni kabul ediyordu ancak yakınlarına kişisel diktatörlükten korktukları için telkin etmedi."
Demek ki neymiş; bugün Erdoğan'a yakıştırılan diktatör yaftası korkusuyla Atatürk o dönem Başkanlık Rejimi'nden el mahkûm uzak durmuş. Sonra pişman olmuş mu peki? Hem de nasıl! Yerim dar yazamıyorum ama bunun böyle olduğunu ispat eden bin tane argüman var. Arşivi karıştırın göreceksiniz!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.