ABD Başkanı Trump, yemin töreninde yaptığı konuşma ve sonrasındaki açıklamalarıyla dünyayı şaşkına çevirdi. Burun kıvıranlar olabilir ama Trump'ın konuşması, sıkışan ABD toplumuna yeni ve siyaset öneren "devrimci" bir konuşmaydı. Dünyada iflas eden Demokratların "Obama Doktrini" yerine bir çeşit "imparatorluk" hedefleyen "Trump Doktrini" önerisi ABD'lileri ayağa kaldırıyordu. İçinde milliyetçilik, özgürlükçülük, liberallik ve otoriterlik ne ararsan vardı.
Göçmen siyaseti dâhil önerilerinin birçoğunu yanlış da bulsanız, ABD toplumunun beklentilerine cevap veren önermelerdi. Bu yüzden ABD içinde pozitif bir rüzgâr estirdi. Ama aynı şeyi dışarısı için söylemek pek mümkün değil.
Trump, dışarıda tam tersi, negatif bir rüzgâr estirdi, hatta korkuttu. Özellikle de ABD'nin dostları sayılan Batı Bloku ülkelerinde ciddi bir korku hâkimdi.
Bu da Trump döneminde beklenen küresel gerginliğin Çin'le değil, daha keskin biçimde Batı Bloku'yla yaşanacağını gösteriyordu. Orada da bambaşka bir paradoks vardı. Trump hem AB'nin aşırı sağcılarına destek veriyor hem de en sert tepkiyi onlardan alıyordu. Çünkü AB'nin merkez sağcıları ve solcuları siyaset üretmedikleri için ilginçtir aşırı sağcıları tıpkı Trump gibi kendi müesses nizamlarıyla kavga ederek geliyorlardı.
O partilerin başında da AB'nin kurucu babası Almanya'da hızla yükselen Irkçı Almanya İçin Alternatif Parti (AfD) geliyordu. Şu sıralarda seçim kampanyası yürüten AfD'nin oy oranı yüzde 19 civarında.
Bir süre önce bu partinin başbakan adayı Alice Weidel'in ABD'deki bir dergide ilginç bir röportajı çıktı. Manşete çekilen başlık bile çarpıcıydı: "Köleler savaşmaz..."
Kastettiği de bir Afrika veya Asya ülkesi değil bizzat Almanya'ydı. Açıkçası Almanya'nın ABD'nin kölesi olduğunu söylüyordu.
'GİDİP KENDİNİZ SAVAŞIN'
AfD lideri önce AB'yle ilgili şu tespiti yapıyordu:
"Almanya'nın Avrupa Birliği'ne ihtiyacı yok. Ya AB ulusal çıkarlarımızı hesaba katmayı öğrenir ya da yok olur. Biz Avrupa'nın kalbiyiz ve sonsuza dek öyle kalacağız. Bu kalbin atmayı bıraktığı gün Avrupa ölecektir."
Sonra da sözü ABD'ye getiriyor ve şöyle diyordu:
"Biz Almanlar yenilmiş bir halkız. ABD'nin kölesiyiz, bunu inkâr etmeyeceğim. Köle olmanın avantajları vardır. Bir hizmetkârın en asil hakkı, efendisinin savaşlarına katılmamak, barışın tadını çıkarmaktır. Ancak ABD bundan da hoşlanmıyor.
Son 30 yıldır Avrupa'da, Ortadoğu'daki birçok savaşta yer almamızı istedi. Fakat niye savaşalım ki? Bir imparatorluksanız gidip kendiniz savaşın. Kanınızı, mallarınızı feda etmelisiniz. Özgür olmayan kölelerin bu savaşı sizin adınıza sürdürmesini beklemeyin. Köleler savaşmaz."
'SABOTAJI ABD YAPTI'
Trump, AB'yi sıkıştırmak için her şeyi yapacak ama artık karşısında "köleliğe" itiraz eden ve kendilerine benzeyen aşırı sağcı, ırkçı partiler var. Hem de meydan okuyan partiler.
AfD lideri, Almanya'nın özgürlük ruhunu kaybettiğini belirtiyor ve sözü ABD-Avrupa ilişkilerine getirerek şöyle diyordu:
"Amerikan liderliği, Rusya ile bir anlaşmaya varmak isteyen Almanya'nın enerji politikasından şikâyet ediyor. Kuzey Akım'ın inşasını ABD'liler vahşi bir öfkeyle karşıladı. Buna nasıl cüret edermişiz. Joe Biden'ın Olaf Scholz'u Kuzey Akım konusunda alenen aşağıladığı görüntüler var; bunlar hepimizin zihninde...
Sonra Kuzey Akım'ı bir sabotajla ortadan kaldırdılar. Ve mevcut Alman hükümeti, gerçek saldırganları hiçbir koşulda suçlamıyor. ABD'nin istediği gerçekten bu mu? Bir koloni olmamız mı? Kendi enerji politikası hakkında karar verme hakkına sahip olmayan bir koloni mi? Bu nedenle Donald Trump net olmalıdır. Kuzey Akım ve enerji tedarikimiz hakkındaki endişelerini nazikçe dinleyeceğiz ancak kendi kararımızı kendimiz vereceğiz, onlar beğensin ya da beğenmesin."