Üveyikler, biberiyeler, insanlar...
Unutmuşum.
Ergenlik dönemimin Kafka ruhlu sabahlarında odamın havalandırmaya bakan penceresinde yuva yapan kumru çifti hatırladım.
Müziğin sesini kısar onların yarenliklerini dinlerdim. Sesleri beni gömüldüğüm karanlıktan çıkarır içimde bir yerlerde sırasını bekleyen aydınlığa doğru sürüklerdi.
Sonra sömestr zamanı teyzemin Pendik'teki kır evine gidişlerimi, orada kumru sesleriyle uyanışlarımı hatırladım.
Twitter sağ olsun, Metin Hoca'dan (Karabaşoğlu) öğrendim. Rahmetli anneannesi "bak bakalım" dermiş torununa, "yedi kez guguğu yaptıysa bahar gelmiş demektir."
Bunu öğrenince saymaya başladım.
Gelmiş. Hem de ne gelmiş!
Epey eskiden bu köşede yaptığım gibi.
Fakat acemileşmiş miyim ne!
Neyse...
Dün sabah kumruyla göz göze geldik. Boynunda kolye gibi bir halka. Nasıl yakışmış!
Üzerinde önce bir ürkeklik vardı. Her an uçmaya hazır gibiydi. Gözleri eşini arıyordu sanırım. Yoksa bütün bunlar kumrular hakkında tatlı bir rivayet mi?
Derken içi ısınıverdi birden bana.
Ben çıplak terasa atılmış hasır koltukta oturdum usulca. O iki metre öteme geldi.
Anlattı, anlattı.
Ah, keşke anlasaydım anlattıklarını!
Boyları belime kadar gelmiş biberiyelere bakakaldım. Zeytinliklerin altına düzensizce ekilmiş bakla ve bezelyelere, az ötedeki pancarlara baktım, baktım, baktım.
İçim açıldı.
Buradaki ve "öte"deki hayatın hikmetlerine bir kez daha iman ettim.
Üç yıl önce arkadaşım bu araziyi aldığında toprak verimsiz demişlerdi. Eh, gözle de görünüyordu doğrusu. Zeytinlerin işi bitmiş demişlerdi. O kadar içleri geçmiş, kurumuş, sıskalaşmış ağaçlardı üç yıl önce.
Arkadaşım "olur" demişti, "severiz, olur. İnanınca olur. Sabrederiz olur."
Hiç şüphe duymamıştım bundan. Çünkü sessizce sever, inanır, sabrederdi.
Baktım, olmuş. Ne güzel olmuş hem de!
O turistik kasabaya onca yıl sonra şöyle bir bakmaya gitmiştim. Gördüm, dönüyorum.
Olmamış. Olmuyor.
Sabah akşam mutluluk düşünüp sırf bu yüzden mutsuz düşenler nasıl "ol"sunlar!
Neşeyi unutup eğlenceye tapınanlar nasıl "ol"sunlar!
Ama iyiye işaretler de yok değil.
Sabırla bekleyelim bakalım.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Haftanın notları: Budur! (04.05.2024)
- Eğitime dair tarihsel ve güncel masallar (03.05.2024)
- Geçen yüzyıla bakmak... Ama nasıl? (02.05.2024)
- Çocuklar bizden ne öğreniyor? (30.04.2024)
- Soykırımı değil, kendi baş ağrılarını durdurmak istiyorlar (29.04.2024)
- Güllerin içinden geçmeyen yollar (28.04.2024)
- Haftanın Notları: Uygarlığın köpek dişleri (27.04.2024)
- İktisat değil, insan... (26.04.2024)
- Ana muhalefet için gelecek nasıl gelecek? (25.04.2024)
- Bu ‘ego’larla nereye? (23.04.2024)