Hadi artık... Sevecek başka şey bulun!
Bunu anladık! Yazdık, çizdik.
Zaten görülmeyecek gibi değil, her yer aforizmalarla doldu.
Kısa devrik ve anlamı hafifçe bulanıklaşmış cümleler gönül çalıyor.
Ama kabul edelim, sözler de artık yamulmaya başladı.
Piyasa öyle dolup taşıyor ki, gerçekten özlü sözlerin de "öz"leri kaçacak sakin bir yer arıyor!
En fenası da ne biliyor musunuz?
Böyle sözlerle hayatını yeni baştan tasarlamaya kalkışanların ve havaya doğru iki parlak laf savurunca her şeyin düzeleceğini sananların çoğalması...
Modası geçti sanıyordum. Hayır! Geçmemiş, taraftarları daha da artmış.
Kimlerden mi söz ediyorum?
"Hatalarını sevenler" tayfasından...
Bunu da ne cilalı laflarla anlatıyorlar.
Hatta hiç utanıp sıkılmadan mesleği psikolojik danışmanlık olanlar da onlara katılıyor ve ortaya çıkan curcuna insana "sevecek başka şey bulamadıysanız, ne haliniz varsa görün!" dedirtiyor.
Hatalardan ders çıkarmaktan falan söz etmiyorum. Kimse bununla ilgilenmiyor.
Kimsenin pişmanlığa, tövbeye, derse, ibrete yanaştığı yok!
Adam güzel bir fotoğrafın üzerine "bazen ne güzel yanlışlar yapar insan, bir daha yapmak ister" gibi şeyler karalamış...
Bir başkası "hataysa da benim hatam, kendimi sevdiğim gibi seviyorum onları" demiş...
Bunlara bayılıyorlar.
Şimdi tekrar etme ihtiyacı duyuyorum...
Tabii ki, hatalarının hakkını vereceksin; onlar olmasa doğruların nasıl oluşup gelişecek, nasıl doğru davranışın değerini bilecektin.
Düşmekten korkmayacaksın elbette, ya bir daha ayağa kalkamazsam diye endişeleneceksin.
Fakat işte manevi geleneğin incilerini böyle cascavlak biçimde sekülerleştirdiğinde sonuç kötü oluyor.
Geriye durmadan ama durmadan kendi berbat hallerini tasdik eden insanlar çıkıyor.
Bir de şu kendini yapayalnız yaşıyormuş gibi tasavvur etmeyi bir tür "kişilik" veya "özgürlük" sanma saplantısı var...
Yahu yalnız değilsiniz, hatalarınız başkalarının canını yakıyor, anlamıyor musunuz?
***
NOT DEFTERİAkşam olmak üzere. Bu nasıl anlaşılır? Yerdekiler göğe bakınca mesela. Kuşların dansı var. Şakıyan sesleri açık pencerelerden içerilere, içerilere...
BETÜL NURATA (Yüzümü Tanı)
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Eğitime dair tarihsel ve güncel masallar (03.05.2024)
- Geçen yüzyıla bakmak... Ama nasıl? (02.05.2024)
- Çocuklar bizden ne öğreniyor? (30.04.2024)
- Soykırımı değil, kendi baş ağrılarını durdurmak istiyorlar (29.04.2024)
- Güllerin içinden geçmeyen yollar (28.04.2024)
- Haftanın Notları: Uygarlığın köpek dişleri (27.04.2024)
- İktisat değil, insan... (26.04.2024)
- Ana muhalefet için gelecek nasıl gelecek? (25.04.2024)
- Bu ‘ego’larla nereye? (23.04.2024)
- Aynada kendimize bakmaya sıra gelecek mi? (22.04.2024)