Halk arasında "İstanbul'un yangını, Anadolu'nun salgını" sözü yaygındı. Küçük bir kıvılcım, özellikle Osmanlı döneminde evlerin çoğunluğunun ahşaptan olması yüzünden, kısa sürede şehrin büyük bir bölümüne yayılmakta ve neredeyse ulaştığı her yeri küle çevirmekteydi. Yangın sonrası şehir adeta küllerinden yeniden inşa edilmekteydi, ta ki yeni bir yangın çıkana kadar.
Osmanlı devlet adamları yangınların önünü almak için bazı tedbirler almışlarsa da bunlar köklü çözüm yolları olmadığı ve devamlılık sağlanamadığı için alevler İstanbul'da binaları küle çevirmeye, insanların canını almaya devam etmişti. İstanbul yangınları konusunda Osman Nuri Ergin, Mustafa Cezar, Kenan Yıldız ve Kemalettin Kuzucu'nun araştırmaları vardır.

Tulumbacılar
MUM, MANGAL VE SİGARA
Yazın havalar sıcak olduğu için ahşap evler küçük bir kıvılcımla alev topuna dönüyordu. Kışın ise en büyük tehlike, ısınmak için kullanılan mangallardı. Bir dikkatsizlik veya dalgınlık sonucu söndürülmeyen mangal onlarca insanın canına ve büyük maddi kayıplara mal olmaktaydı. Kışın yangınların sıkça görülmesinin bir diğer sebebi de iyi temizlenmeyen bacalardı. En büyük tehlikelerden biri de aydınlanmak için kullanılan mum ve lambalardı. Ayrıca yangınlar incelendiğinde söndürülmeden atılan sigaraların da büyük felaketlere yol açtığı dikkati çeker.
1559'da Yahudilerin İstanbul surları üzerinde ya da surlara çok yakın yerlerde yaptıkları evlerin yangına sebebiyet vermemesi için bu türden yapılaşmalar fermanla yasaklandı. Surların diğer tarafında bulunan ağaççılar sur diplerine ağaç yığdıkları için burada başlayacak bir yangının surlara yakın olan evlere ulaşıp şehre yayılma tehlikesi vardı. Bu fermana göre evler iki kattan yüksek yapılamayacak, karşılıklı evlerin ön taraflarından sokağa ilave yarımşar metre pay bırakılacak ve sokağa doğru duvar üzerinden herhangi bir çıkma yapılmayacaktı.
Yeniçerilerin bir yangın vukuunda yüksek evleri yıkmakta zorluk yaşamalarından dolayı yüksek bina istenmiyordu. Ayrıca yapılacak binaların da tuğladan kirpi saçaklı olması şart koşulmuştu. Çok kısa bir süre sonra Galata'da çıkmış olan bir yangın dolayısıyla gönderilmiş olan 18 Şubat 1560 tarihli bir fermanda yeniden yapılacak binaların kirpi saçaklı olarak inşa edilmesi emredildi.

17. yüzyılın ortalarında İstanbul'da yangın.
İLK YANGIN TALİMATNAMESİ
1569'daki yangından sonra II. Selim tarafından İstanbul kadısına hitaben yazılan 1572 tarihli ferman, elimizdeki Osmanlı tarihinin ilk yangın talimatnamesi sayılabilir:
"İstanbul kadısına hüküm ki, İstanbul şehrinde yangınlar eksik olmayıp, yangın ortaya çıktıkta söndürmek için gerekli malzemenin hazır bulunması çok önemlidir. Şehirde herkes evi üzerine çıkmaya yetecek yükseklikte bir merdiven, evlerinde bir büyük kova su hazır bulundurmalarını emrettim ve buyurdum ki; emrim vardıkta sen İstanbul kadısı olarak bununla bizzat ilgileneceksin ve şehir halkına sıkıca bunları tembih edeceksin. Bunlara uymayanlara asla göz yummayacak ve herkesin evleri yüksekliği kadar bir merdiveni ve bir büyük kova suyu evlerinde hazır bulundurup, yangın çıktığında kaçmayıp ev halkı ile yeniçeriler ve komşuları gelene kadar bekleyeler ve yeniçeriler geldiğinde hazır merdivenlerle evin üstüne çıkıp hazır su ile yangını söndürmeye çalışmalarını bildireceksin... Bu emre uymayanlar subaşı tarafından gerekli şekilde cezalandırılacaktır..."
II. Selim, Mimarbaşı Sinan'a da bir ferman göndererek, Rumeli ve başka yerlerden gelip inşaattan anlamadığı hâlde mimarlık yapmaya kalkanlara karşı lazım gelen tedbirleri almasını emretti. Zira bu kişiler bilhassa baca inşasında büyük hatalar yapmakta, bu durum da bacaların tutuşarak yangınların çıkmasına sebep olmaktaydı.

1881'de saray ahırında çıkan yangın.
AHŞAP MALZEME YASAKLANDI
17. yüzyılda meydana gelen büyük yangınlardan sonra ilgililere çeşitli hususlarda emirler gönderildi. Alınan tedbirlerin başında ocak ve bacaların süpürülüp temizlenmesi, kundaklamalara meydan verilmemesi, yeni binaların kargir ve kirpi saçaklı yapılması, surlara yakın ev yapılmaması gibi hususlar vardı. Bu emirler 100 yıl önce yangınların önlenmesi için alınan tedbirlerin istenildiği ölçüde uygulanmadığını gösteriyor.
1677'de Odunkapısı'nda çıkan yangında Ayazmakapı'ya kadar olan bölge yandı. Büyüyen alevlerin uçarcasına saçaktan saçağa fırladığını ve evlerin birbiri arkasından tutuştuğunu gören IV. Mehmed, etrafında ayakta duran ve ateşi söndürme çarelerini konuşan vezirlere hitaben, 'Ev ve dükkân saçaklarının ahşap ve uzun yapılmaması mümkün değil midir?' demiş ve dükkânların taş sütunlar üzerinde bina edilmesine, saçakların da tahta yerine tuğladan kirpi yapılmasına dair hatt-ı hümayun çıkarmıştı.
Kirpi saçaklarla ilgili günümüze ulaşan ilk emrin 1559'da çıkarıldığı dikkate alındığında, bir yüzyıldan daha fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, tedbir fermanlarının etkili şekilde uygulanmadığı görülüyor.
1694 tarihli fermanda yeni yapılacak evlerin şehnişinli (çıkma) olmaması, yatsı vaktinden sonra evlerde ateş yakılmaması gibi tedbirler alınması emredildi. Haziran 1696 tarihli ferman ile İstanbul'un kargir denebilecek bir yapıya kavuşturularak yangınlara karşı artık daha dirençli bir şehir planlanmak istendi. Bu amaçla, İstanbul ve Galata'da bundan sonra yapılacak binalarda ahşap ve benzeri malzemelerin kullanımı yasaklandı.
1719 tarihli bir fermanda, yangın olan mahallerde yeniden inşa olunacak yapıların saçaklarının tuğladan kirpi şeklinde yapılması, şehnişin yapmak isteyenlere 55 cm sınırının getirilmesi, şehnişinlerin birbiriyle teması olacak şekilde karşılıklı inşa edilmemesi ve gayrimüslim evlerinin iki kattan fazla yapılmaması gibi emirler verildi.
TULUMBACI OCAĞI KURULDU
Yangınlarla baş etmek için 18. yüzyılın başlarında tulumbacılık teşkilatı geliştirildi. Fransız asıllı Gerçek Davud Ağa tarafından İstanbul'a getirilen ilk yangın tulumbasının faydası görülünce bu işle daha ciddi bir biçimde ilgilenilmeye başlandı. Lale Devri'nin meşhur sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa, Yeniçeri Ocağı'na bağlı Tulumbacılar Ocağı'nı kurdu. Zamanla bu tulumbacılık teşkilatı yeni düzenlemelerle yaygınlaştırıldı.
Bu yüzyılın ikinci yarısına ait bir "buyuruldu mecmuası"ndaki nizama göre, her kolluğa birer tulumba konulması, tulumbacı neferlerinin kolluğa yakın mahallerdeki kimselerden seçilmesi, bu tulumbacıların gece gündüz nöbetleşe kollukta kalması ve her kolluğun mahalle sakinlerinin akşamları iki adet kırbasını dolu olarak tulumbanın yanında hazır bulundurması benimsenmişti. Yine yangına karşı bir tedbir olarak bütün hane sahiplerinin ve işleri gereği ateşle uğraşan esnafın 15 günde bir ocaklarının kurumlarını temizleyip, bunları ev ve dükkânlarının yanlarına koymaları, dükkân sahiplerinin geceleri dükkânlarında ateş bırakmamaları, şayet bırakacaksalar bile muhafazasına dikkat etmeleri istenmekteydi.
I. Mahmud zamanında, Topkapı Sarayı'nda çıkacak yangınlara müdahale için bostancıbaşına bağlı özel bir tulumbacı birimi kuruldu. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren topçu, top arabacı ve cebeci ocaklarıyla tersane gibi birimler kendi tulumbacı birliklerini oluşturdular. Su sıkıntısını gidermek amacıyla 1790'larda Beyazıt, Süleymaniye, Osmaniye, Laleli ve Valide camileri avlularına havuz yaptırıldı. Yangınlara zamanında müdahale edebilmek için deniz taşıtları tahsis edildi. "Ateş kayığı" denilen araçlarla hem tulumbaların hem de marangoz ve dülger gibi görevlilerin sevkiyatı yapılmaya başlandı.
1801 tarihli İstanbul kadısına hitaben yazılmış bir fermanda yine "Herkesin evlerini tandır ve ocak ateşinden muhafaza etmesi, geceleri dükkânlarda ateş bırakılmaması için esnafa tembihte bulunulması, ancak bu emre rağmen işyerlerinde ateş bırakıp yangına sebep olacakların ise ibreti âlem için cezalandırılacakları" emredildi.
TEDBİRLER YETERLİ OLMADI
Alınan tedbirlere rağmen alevlerin İstanbul'u pençesine alması önlenemedi. Yapıların ahşaptan saçaklı ve çıkmalı yapılmasının ve evlerin bitişik olmasının önlenememesi, yeterli sayıda personel ve araç bulunmaması, yangın için su temininin sağlanamaması, İstanbul'un rüzgârı ve en önemlisi alınan tedbirlerin uygulanmasının yeterince denetlenmemesi, emirlerin aksine hareket edenlere yeterince yaptırımlar uygulanmaması ve devletin bu tedbirleri uygulama kararlılığının yeterli seviyede olmaması yüzünden yangınların zararı azalmamıştı.
Yangınlara istenilen çare bulunamayınca, 1874'te Macar Kont Ödön Seçenyi Paşa çağrılarak modern itfaiye teşkilatı kuruldu. Böylece yangınlara karşı daha etkili mücadele edilmesine rağmen, yeterince araç ve teçhizat alınamaması, modern itfaiye teşkilatının da çok etkili olmasını önledi.
TEHLİKE SEZİLİNCE İHBAR EDİLİRDİ
Bir yangın tehlikesi sezilmesi halinde mahkemelere halk tarafından ihbarlarda bulunulurdu. 1665'te Ketenciler Çarşısı'nda bulunan bir bakkal dükkânında geceleri bekleyecek kişinin aydınlatma amacıyla ateş yakması ihtimalinin kaçınılmaz olması sebebiyle esnaf şikâyet etti. Bunun üzerine gerekli tedbir alınarak yangın riski ortadan kaldırıldı. 1731 tarihli bir belgede, Hasköy'de ve Piri Paşa Mahallesi'nde bazı Yahudilerin rakı üretimi yaptıkları ve bunun, bölgenin oldukça yoğun bir yapılaşmaya sahip olmasından dolayı büyük bir yangına sebebiyet verme tehlikesinin bulunduğu ifade edilmekte olup, rakı üretiminin yasaklanması yönünde merkezden ferman istenince, Eyüp Kadısı ve Yeniçeri Ağası'na hitaben bir "buyruldu" gönderilerek konunun araştırılması emri verildi.