Bir zamanlar Türkiye...
Çöp dağları, çukurları, çamuru ve kelimenin tam manasıyla susuz haliyle İstanbul'u...
1994'ten önceki İstanbul'u mesela, gençlere anlatmanız nerdeyse imkansız gibi. O zamana ait videolar, görüntüler eşliğinde bile anlatmış olsanız, onlar açısından bu sınırlı bir gerçeklik olarak kalmaya mahkum.
Öğrenmek tabii ki önemli bir şey.
Ama yine de yaşamak ve bilmekle aynı değil...
'Üç Ç'yi, yani çöp dağlarını, çamur deryalarını, cadde ve sokaklarda oluşan çukurları, bugünün İstanbulu'nda yaşayan bir gencin anlaması pek kolay değil.
Hele su kesintisini nerdeyse yılda bir ve o da bakım zamanlarında yaşayıp, bazen de fark etmeyen birisine, 'sularımız sadece haftada bir gelir ve birkaç saat aktıktan sonra kesilirdi...' derseniz, size anlamsız bir şekilde bakar muhtemelen.
Mahallelere su dağıtan vanaları kontrol eden kişilerin o dönemin nerdeyse en meşhur kişileri olduğunu, suların biraz daha uzun akabilmesi için onun gönlünü yapmak gerektiğini, su dağıtan tankerlerin yollarını beklediğimizi, kaynak suları kullanan camilerin ziyaretçilerinin hiç eksik olmadığını... Bunları anlattığınızda da, içlerinden 'anlat, heyecanlı oluyor' derler belki de..
'Yazları Bulgaristan'dan elektrik aldığımız ve kışın da Bulgarların bize elektrik sattığı' zamanlar yaşadığımızı ve o zamanlarda elektrik kesintilerinin vukuat-ı adiyeden olduğunu söylediğinizde de, içlerinden jeneratör ve kesintisiz güç kaynağı kullandığımızı düşünürler herhalde.
Sokakta ve caddelerde çöp yığınlarının olduğu gerçeği, fantastik bir hikaye gibi gelebilir gençlerimize. Ama öyleydi...
ESKİYE DÖNMEMEK İÇİN...
Hele, Ümraniye'de patlayan bir çöplük sebebiyle 39 kişinin hayatını kaybettiğini, bunlardan 12'sinin cesedine bile ulaşılamadığını anlatırsanız, bir korku filminden bahsettiğinizi sanabilirler.
Şimdi Metro'nun, Metrobüslerin, tramvayların bazı zamanlardaki kalabalık halinden şikayet edenlerin, bir zamanlar toplu ulaşımın adeta olmadığı İstanbul'u, düşünebilmeleri zordur...
Anlatacak şey çok... Hastanelerin içler acısı hali, eczanelerdeki ilaç kuyrukları, ikili öğretimde bile 50-60 kişilik sınıflara doldurulmuş öğrenciler...
Bunlar ve daha birçok şey... Şimdi bambaşka bir Türkiye'de yaşıyor olmanın getirdiği rahatlıkla gülümseyerek hatırladığımız bu haller, bir zamanlar İstanbul'un manzarası değildi sadece.
Anlatmaya çalıştığımız bütün Türkiye'nin hikayesiydi aslında...
Yani 'Bir zamanlar Türkiye'...
Bilmenin gereği de, geçmişte neler yaşandığını bilmeyenlerin, gelişmenin sürekli devam edeceğine inanıyor olmaları ile alakalı. Eski Türkiye'de olmayan birçok şeyin sebebi imkan yokluğundan daha çok var olan imkanların millet için kullanılmamasıydı.
Türkiye açısından adeta bir milat olan 1994 öncesinde İstanbul'un karşı karşıya bulunduğu problemlerin sebebi, yokluktan çok şehri idare o zamana kadar edenlerin vizyonsuzluğu idi.
1994 sonrası kısa sürede halledilen su meselesi, daha önce İSKİ kaynaklarının yatırıma dönüştürülmek yerine birilerine peşkeş çekilmesi sebebiyle kangren haline gelmişti mesela...
Milletin imkanlarının rantiyeye peşkeş çekildiği ya da işbaşında bulunanların arzularına göre çar-çur edildiği günlere tekrar dönmemek, var olanın değerini bilebilmek ve ona sahip çıkmayı gerektiriyor.
Başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere 1994'ten itibaren İstanbul'u ve Türkiye'yi yaşanabilir hale getirenlere binlerce teşekkürler...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Üzüm yemek mi bağcıyı dövmek mi?.. (05.05.2024)
- Adaletin bu mu dünya?.. (04.05.2024)
- Yokuş aşağı… (01.05.2024)
- Dünya gençliği vahşete karşı ayakta!.. (28.04.2024)
- Duvara toslayacaklar!.. (27.04.2024)
- Dışarıdan bakabilmek… (24.04.2024)
- Toparlanacağız… (21.04.2024)
- Mesaj hepimize… (20.04.2024)
- Köpük dağılınca… (17.04.2024)
- Durmak yok, yola devam!.. (14.04.2024)