Unutturulan zafer Kut’ül Amare! İngiliz ordusu hezimete uğradı 14 askeri esir düştü
Unutulmuş daha doğrusu unutturulmuş bir zaferin öyküsü. 1946'dan sonraki müfredattaki hiçbir tarih kitabı anlatmıyor Kut-ül Amare zaferini. Ne acı ki kahramanlarının ismi bile bugün bilinmiyor hatırlanmıyor. İşte o hafızalardan silinmeye çalışan büyük zaferin hikayesi…
1946'dan sonraki müfredattaki hiçbir tarih kitabı anlatmıyor Kut-ül Amare zaferini. Yazsa da 1915'in aralığından 1916'nın Nisan'ına kadar geçen aylarda binlerce şehidin vatan uğruna toprağa düştüğü o destan sadece 3-5 kelimeyle geçiştiriliyor. Ne acı ki kahramanlarının ismi bile bugün bilinmiyor, hatırlanmıyor.
GURURUNU KAZANMAK İSTEDİ
1915 yılıydı, aylardan kasım yani Çanakkale'de o büyük destanın yazıldığı günlerin sadece 3 ay kadar sonrası. Emperyalizmin ağababaları İngiliz ve Fransızlar Çanakkale sırtlarına dev bir donanmayla gelmişlerdi. Kazanacaklarından ve geldikleri günün akşamı bile olmadan İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda çay içeceklerinden emindiler ama kazanamadılar, kazanamadılar ancak yine de vazgeçmediler. O yıl Çanakkale'ye gelenler. Yine o yıl Osmanlı'ya bir daha ama bu kez güneyden petrolün başkenti ırak topraklarından girmek istediler. Barbar ordular, "Biz Osmanlı'dan güçlüyüz buralarda kuralı biz koyarız buraların patronu biziz" demek için geldiler yine. İngiliz ordusu Bağdat'ı işte böylesine büyük bir tutkuyla istiyordu. Çünkü Bağdat'la birlikte önce kaybettiği gururunu geri kazanacak hem de petrolü de alacaktı. Ve Batı'nın tek hakimi en zengini olacaktı.
DESTEK KUVVET HİNTLİLER
O dev ordu işte bu uğurda kuruldu. Ancak Ordu Çanakkale'dekinden farklıydı. Çanakkale'ye İngilizler değil İngilizlerin sömürdüğü ülkelerin askerleri gelmişti. Çanakkale cephesine gelen ve orada can veren askerler arasında Britanya topraklarında doğanların sayısı çok azdı. Ancak Irak cephesine adalılar yani Britanyalılar getirildi. Destek kuvvet ise bu kez Hintlilerden seçildi. Çanakkale geçilememişti ama Irak kolay geçilebilirdi. Ama İngilizlerin bu büyük umudu Çanakkale'den sonraki ikinci büyük yanılgıları olacaktı. Dev İngiliz ordusu bugünkü Irak topraklarına 2015'in Kasım'ında ulaştı. Ordunun başında Britanya'nın en önemli generallerinden Tovnshend vardı. Savaşı kazansa kazansa o kazanır diye düşünülüyordu. Tovnshend, komutası altındaki yarısı İngiliz yarısı Hintli 40 bine yakın askeriyle Bağdat'a doğru yürümeye başladı. Ancak generalin yolu öyle pek de kolay aşılabilecek gibi değildi. Çünkü Londra'nın hasta adam dediği Osmanlı, yakından bakıldığında yüz yüze süngü süngüye gelindiğinde pek de hasta gibi görünmüyordu.
DİCLE NEHRİ PLANI
İngilizlerin karşılarında sıradan askerler değil kurşuna göğüs geren cesur neferlerle karşılaştılar. Ölümü daha doğrusu şehadeti böylesine fazla isteyenlerle savaşmak elbette pek de kolay değildi. Dahası ingilizlerin menzile varması yani Bağdat'a ulaşması için büyük bir çölü de aşmaları gerekiyordu. General Tovnshend, bunu düşünerek, karargahını Dicle Nehri'nin kıyısına kurdu. Böylece gerektiğinde yardım alabilir ve çölde askerinin açlık ve susuzluktan ölmesini engelleyebilirdi. Planı buydu Ama bu basit planının kolay kolay hayata geçemeyeceğini çok geçmeden anladı. O günlerde Irak'taki Osmanlı ordusunu Süleyman Askeri bey komuta ediyordu. Süleyman Askeri, hem bölgeyi hem de halkı tanıyordu. Dinamikleri bildiği gibi coğrafyayı nasıl teşkilatlandıracağını da kurguluyordu. Ne var ki sayı yetersizdi. 8 bin Osmanlı askeri yarısı İngiliz yarısı Hintli 40 bine yakın işgal gücünü askeri açıdan engelleyemezdi. Bu kesindi. Süleyman Askeri işte o an konuşturdu teşkilatlanma zekasını. Öyle bir şey yaptı ki bölgedeki o 8 bin kişilik asker sayısını 30 bine çıkardı. Yani artık sayı da yeterliydi. Süleyman Askeri bey en iyi savunmanın saldırı olacağına karar verdi. 6 Kasım 1914 günü dev İngiliz ordusuna karşı büyük bir taarruz başlattı.
DİKENLİ TEL TUZAĞI
İngilizler işte o taarruzda büyük kayıplar verdi ancak Osmanlı ordusu da saldırı sırasında gücünün neredeyse yarısına yakınını kaybetti. Süleyman Askeri ordusunun başındaydı. İngilizlere karşı savaşırken bir top mermisinden kopan şarapnel ayağına isabet etti. Feci şekilde ayağından yaralandı. Yarası çok büyüktü ama orduyu bırakmadı. Tam 4 gün boyunca acılar içinde sedyede komuta etti mücadeleyi. O savaşta ilk kez bir şey oldu. Barbar İngilizler tarihin ilk dikenli tel tuzağını Kut'ul Amare'de kullandı. Dicle'de Osmanlı askerinin geleceği yeri dikenli tellerle döşediler. Osmanlı ordusu işte o dikenli tellerle takılarak ayakları paramparça vaziyette geçti Dicle'yi. Acılar yaralar o kadar büyüktü ki askerde bir tane tel makasının olmaması büyük bir kayba neden oldu. O makas olsaydı belki de böyle olmayacaktı. Süleyman Askeri ordusunun başındaydı ama acısı ağrıları günden güne büyüdü. Kayıpların artması da işi dayanılamaz noktaya getirdi. Böyle olmamalıydı ama ne yazık ki oldu. O büyük travma O dayanılmaz acılar Süleyman Askeri'nin o büyük komutanın hayatına mal oldu.
ALMAN KOMUTAN KRİZİ
Süleyman Askeri hemen orada Dicle'nin kıyısında toprağa verildi. Görev sırası artık Nurettin Paşa'daydı. Ama Nurettin Paşa'yı, Kut'u savunsun diye görevlendiren başkent İstanbul aynı anda Osmanlı'nın güney cephesinin yani 6'ncı ordunun komutasını da bir Alman'a, Alman Mareşal Fon-Der Kolts'a vermişti. Ancak Nurettin Paşa bu fikri hiç sevmedi, karşı çıktı. İstanbul'a mektup yazıp; "Osmanlı paşaları dururken neden bir Alman komutayı devralıyor" diye sordu. O soru üzerine görevinden alındı. Kut'a onun yerine Halil Paşa gönderildi. Ancak Halil Paşa da benzer fikirdeydi. Tek farkla o daha politik davranmayı biliyordu. Halil Paşa Nurettin Paşa'nın orduda kalmasına izin verdi. Birlikte çarpışacak İngiliz'i Bağdat'a sokmayacaklardı. İş bölümü yapıldı. Nurettin Paşa köşeye sıkışan İngilizleri yoracak Halil Paşa ise destek gelmesini engelleyecekti. Yani destan artık yavaş yavaş yazılıyordu. O 1915'in 22-25 Kasım günleri arasında Halil Paşa komutasında Osmanlı ordusu, Kut kentinin çevresinde İngilizlerin üzerine bir daha yürüdü. Ve o büyük taarruzda İngiliz ordusu tam 4 bin 567 askerini kaybetti. Bu İngiliz General Tovnshend'in beklediği bir hamle değildi. İster istemez geri çekilmeye karar verdi.
AJANLARI İNGİLİZLERİN İÇİNE SOKTU
Kut'a girdi. İngiliz general işte o kente yani Kut'a sıkışmıştı artık ama hesabını yapmıştı. Bu yüzden de keyfi yerindeydi. Ordusunda hem yeterli cephane vardı hem de en az 2 ay yetecek erzak. Londra'ya bir mektup yazıp kuşatıldıklarını söyledi Ama durumumuz iyi diye de ekledi. O günlerde Erzurum ve civarında bulunan İngiliz müttefiki Ruslardan gelecek küçücük de olsa bir yardım yeterli olacaktı. Ancak ne var ki Irak'a doğru yola çıkan Rus birlikleri Osmanlı ordusuyla yüz yüze geldikleri an dağıldı. Aynı günlerde Osmanlı ordusu Kut kalesini aralıksız top ateşiyle dövüyor ve her darbe Tovnshend'in sinirlerini bozmaya yetiyordu. Tonvs-hend Rus yardımının da işe yaramadığını anlayınca yeni bir yola başvurdu. Osmanlı topraklarına ajanlar salındı. Ajanlar bölge halklarının arasında sızıyor özellikle Arap ve Kürtlere sizi Osmanlıdan kurtaracağız mesajları veriyordu. Ancak Halil Paşa, Osmanlının içine sokulmak istenen o büyük nifakla mücadelenin yolunu da kısa sürede buldu. O da İngilizler gibi yapacak İngilizlerin içine ajanlarla girecekti.
PARMAKLARINA SIKTILAR
Osmanlı casusları çok geçmeden Kut'a sızdı. Hedefleri ingiliz ordusunda yer alan Müslüman Hint askerleriydi ve onlara Müslümanlarla savaştıkları hatırlatıldı. Sıktığınız her kurşun halifeye sıkılmış kurşundur dendi. Bu hamle yeterli olmuştu. Sadece bir kaç gün içinde kendilerini tetik parmaklarından vuran Müslüman Hintli sayısı neredeyse 1000'i buldu. İngiliz ordusu artık yavaş yavaş tükeniyordu. 1916'nın şubat'ı geldiğinde yani kuşatmanın 60'ncı günü yaklaştığında, İngiliz general Tovnshend yaşadıkları erzak sıkıntısı üzerine yeni bir karar daha aldı. Orduya verilen yemek miktarını yarı yarıya azalttı ancak bu durumda dahi ordu kuşatmaya en fazla 27 gün dayanabilirdi. General Londra'ya yeni durumu yeni bir mektupla bildirdi. Mektup bu kez acil kodluydu ve doğrudan İngiliz Savaş Bakanı Çörçil'e yazılmıştı. Tovnshend yalvarıyor; "yetişin" diyordu.
EK KUVVET GÖNDERİLDİ ANCAK…
İngilizler Dicle'den bir gemi gönderdi yardıma içinde yemek, ilaç, dahası ek asker vardı. Oradakiler ölmesinler savaşmaya devam edebilsinler diye ama planları yine tutmayacaktı. Kahramanlık destanını bu kez Ali İhsan Paşa yazacaktı. Yapılacak şey belliydi. Atası Fatih'in yolundan gitti Ali İhsan Paşa. Dicle'den gelen İngiliz gemisine karşı "çekin dedi zincirlerinizi Dicle'ye" Dicle nehri zincirlerle kapatıldı. Dev gemi durduruldu. İngilizler kendi ayaklarıyla tuzağa düşmüşlerdi ama çok geçti artık. Gemideki ek askerin tümü öldürüldü ganimetin de tamamı Osmanlının elindeydi. Bağdat yoluna büyük hayallerle düşen İngiliz ordusu artık büyük korku içindeydi. Halil Paşa sık sık İngiliz general Tonvshend'e mektuplar gönderiyor, "Bu kadar insanın ölmesine gerek yok, teslim ol, bu toprakları terk et, kimsenin kılına zarar vermeyeceğim" diyordu. Ancak İngiliz general her mektubu reddediyordu. Ancak inadı da yavaş yavaş kırılıyordu.
GÖRÜLMEMİŞ YAĞIŞ VE HASTALIK TEHDİDİ
Mart ayı geldiğinde İngilizlerin sıkışıp kaldığı Kut'ta yeni bir tehdit daha baş gösterdi. 1916 baharı Irak ve çevresine o zaman kadar eşi benzeri görülmemiş aşırı yağışlarla gelmişti. Dicle taşmış, Kut çamur altında kalmıştı. Bu kolera ve tifo demekti. İngiliz general sonunda orada artık sayısı 20 bine kadar düşmüş askeriyle sıkışıp kaldığına inandı. Halil Paşa'ya bir mektup gönderip baş başa görüşmek istediği söyledi. İki komutan tarafsız bir bölgede yan yana geldiler. İngilizler yenilmişti ama General Tovnshend hala küstahça davranıyordu. Halil Paşa'ya "size 1 milyon pound vereyim" dedi. Halil Paşa hiç beklemeden cevap verdi, "Bitti" dedi ve devam etti; "Kadın hediye ve para göndererek Osmanlı'da bir şey yapamazsınız" cevabından sonra geri döndü. Tabii vazgeçmedi küstah İngilizler. Halil Paşa'ya bu kez bakın kimi gönderdiler. Evet gelen meşhur İngiliz ajan öyküsü filmlere dahi konu olan Arabistanlı Lawrence'tı. Teklifi bir kez de o tekrarladı tabii bu kez rakam daha büyüktü. Lavrence, "İngiliz ordusunu bırak" dedi Halil Paşa'ya karşılığında da öncekinin iki mislini 2 milyon pound teklif etti. Paşa'nın cevabı yine aynı lakin bu kez daha sert oldu; "Bunun cevabı tüfeğimden çıkacak bir merminin alnınıza saplanmasıdır başka şartlarda görüşseydik eğer şu an cephede değiliz burası bir diplomatik masa şansınızı zorlamayın." dedi.
KILICI ALMADI
Kuşatma Halil Paşa'nın emriyle o günden sonra daha da büyüdü. İngiliz general artık ne yapacağını bilemez haldeydi. İngiliz süvari birlikleri anlaşmanın sağlanamadığını haber alır almaz belki de hayatlarının en zor kararlarını verdiler. Sahip oldukları tek şey atlarıydı ve yiyecek hiçbir şey yoktu. İngilizler atları sayesinde açlığa 1 ay daha dayanabildi ama atla beslenmeyi reddeden Müslüman Hint askerlerinden yüzlercesi o dönemde açlıktan hayatını kaybetti. Ve 29 Nisan 1916. Bir sabah vakti topraklarında güneş batmayan ülkenin 3 subayı geriye kalan 3 atla o sabah Kut'tan çıktılar "teslim oluyoruz" dediler. Osmanlı ordusu o gün yani neredeyse 4 buçuk ay süren kuşatmanın ardından kente tek bir kurşun dahi atmadan girdi. Kut kalesinde Halil Paşa'yı İngiliz General Tovnshend bekliyordu kılıcını yerinden çıkardı ve paşaya vermek istedi. Ancak büyük Osmanlı'nın paşası, esir generale "Lütfen kılıcınızı kınına koyunuz o sizindir ve hep sizin kalacaktır" dedi.
KUT BAYRAMI VE UNUTTURMA ÇABASI
13 general 481 subay ve 13 bin 309 İngiliz askeri o gün esir alındılar. Tek birinin dahi kılına zarar gelmedi. Sadece Tovnshend İstanbul'a gönderildi. Kalan herkes gemilerle ülkelerine uğurlandı. Halil Paşa işte o gün vermişti askerine müjdeydi. 29 Nisan 1916 günü "aslanlarım" diye hitap ettiği ordusuna dönüp "Büyük bir zafer kazandık ben de bugünü Kut Bayramı ilan ediyorum" demişti. Yani 29 Nisan resmi bir bayramdı ama sonra unutuldu. Daha doğrusu 1946 yılına kadar tıpkı 18 Mart Çanakkale Zaferi gibi tıpkı 29 Ekim gibi tıpkı 30 Ağustos gibi büyük bir coşkuyla kutlanan "29 Nisan kut Bayramı" yazık ki İngilizlerin yoğun isteği üzerine birileri tarafından unutturuldu.