CHP ve Sarraf davası
Rıza Sarraf ve korumalar davası, vize meselesi bu farklılaşmada silah olarak kullanılan siyasi argümanlar. Şimdi bütün bu gerilim noktalarına "bölgeyi derinden etkileyecek" Suudi Arabistan'daki "Prens Darbesi" ve bölge dizaynı da eklendi.
Bu fotoğrafa bakınca Başbakan Yıldırım'ın, öncelikli konusu hiç şüphesiz bölgesel ve siyasi sorunlar. Ama ilginçtir Türkiye'nin ana muhalefet partisi CHP, bütün bu sorunları bir yana bırakıp, Rıza Sarraf davasını ön plana çıkartıyor.
Tabii sadece CHP değil, muhalefet etmeyi AK Parti düşmanlığına dönüştüren, sol kesimden FETÖ'cülere kadar hepsi de aynı şeyi yapıyor. Şu deniyor: "Amaç, büyük duruşma günü 27 Kasım'dan önce itirafçı olacağı söylenen Rıza Sarraf ve Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın konuşmasını önlemek."
Bu yaklaşımın mucidi ve sahibi de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. O da başından beri meseleye "yolsuzluk" üzerinden bakıyor: "Sen Türkiye Cumhuriyeti'nin yargısına güvenmiyor, dokunulmazlığını kaldırmıyorsun orada gidip yargılanmıyorsun. ABD yargısı seni yargılıyor. Önümüzdeki günlerde göreceğiz büyük bir ihtimalle bütün pislikler ortaya çıkacak."
İnanılır gibi değil, CHP gibi bu ülkenin önemli bir partisinin genel başkanı, ABD'de görülecek bu davayı bir "yolsuzluk davası" olarak takdim ediyor. Açık açık algı operasyonu yapıyor. Oysa bu dava, siyasi bir dava ve FETÖ'nün iplerini elinde tutan ABD derin aklının Türkiye'yi sıkıştırma operasyonu. Yolsuzlukla alakası yok. Yasadışı dinlemelerle elde ettikleri belge ve bilgileri ABD'lilere veren de FETÖ'cüler. Tıpkı CHP'ye verdikleri gibi...
Nedense ABD'deki davaya Milletvekili Erdal Aksünger'i gönderip, araştırma yaptıran CHP, daha 17-25 Aralık Darbesi gerçekleşmeden Halkbank'ı hedefe koyan ABD'lileri araştırma zahmetinde bulunmuyor. Kimdi o ABD'liler?
ABD'li 47 kongre üyesi neden rahatsız oldu da Mayıs 2013'te Halkbank'ı şikâyet etti? Yine aynı dönemde sonradan CIA'ya geçen David Cohen, neden Halkbank Genel Müdürü'nü tehdit etti? ABD'li şirketlerin İran'la ticaret yapmasını mı istedi?
Ve daha önemlisi, ABD'lilerin Halkbank'ı çökertme kampanyası etkili olamayınca 7 ay sonra 17 Aralık 2013'te FETÖ'cülerin görevi üstlenip, Halkbank'ta "yolsuzluk" yapıldığı iddiasıyla darbe girişiminde bulunması...
Bu tesadüf olabilir mi? Tesadüf olmadığını CHP'liler de CHP'ye yakın gazeteciler de biliyor ama bu kirli tuzağı iktidarı yıpratma uğruna bile bile görmezden geliyorlar. Hatta ABD'lileri haklı göstermek için cansiperane BM'nin ambargo kararı olduğunu söylüyorlar. Birkaç gün önce Habertürk TV'de Didem Aslan Yılmaz'ın programında CHP Milletvekili Mustafa Balbay'la bu konuyu tartıştık.
Balbay, ısrarla Türkiye'nin, daha doğrusu AK Parti iktidarının İran'la ticaret yaparken BM kararlarını çiğnediğini söylüyordu. Biz de ısrarla BM'nin böyle bir kararı olmadığını söyledik.
Bu gerçeği dava sürecini iyi bilen ve eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın avukatı olan Prof. Dr. Ersan Şen de doğrulayınca sanıyorum ilk kez ekranda bir "yalan" çökmüş oldu. İkinci yalan da bu davanın bir "yolsuzluk" davası olmadığını anladıklarında çökecek.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Aselsan 1919’a ne oldu? (20.09.2024)
- Çağrı cihazı terörü ve hatırlattıkları (19.09.2024)
- Narin cinayeti ve ‘dedektif’ medya (17.09.2024)
- Türkiye, dünyanın enerji merkezi olma yolunda (15.09.2024)
- Mansur Yavaş ne yapacak? (14.09.2024)
- Narin gerçeği ve ‘Suç ortaklığı’ (12.09.2024)
- Dilan-Engin Polat davası ve yargı gerçeği (10.09.2024)
- ‘Ahmak davası’ siyasi mi? (08.09.2024)
- Kaldır elini, ‘Bunlar olmaz arkadaş’ de... (07.09.2024)
- Bahçeli ve Genç Teğmenler (06.09.2024)