Tasavvuf geleneğinde İbn Arabi'ye atfedilen bir anlatı günümüzde yeniden farklı bir anlam kazandı.
Rivayete göre, her sabah aynanın karşısına geçen İbn Arabi kendine şu soruyu sorarmış;
Kimsin sen?
Ardından gelen cümle ise daha sarsıcı;
Şüphesiz ki sen, sen değilsin.
Evet bu söz, bir aynaya bakarak söylenmiş. Ama hedefi aynadaki yüz değil.
Bedenin kendisi bile değil. İbn Arabi'nin işaret ettiği şey daha derinde...
İnsanın "ben" sandığı şeyin, aslında ona ait olmadığı.
Çünkü Tasavvuf düşüncesinde beden de ruh da bir mülk değil, bir emanettir.
Aynadaki suret, insana verilmiş geçici bir formdur.
Gerçek "sen", o yansımanın içinde aranmaz. İnsan, kime ait olduğunu unutmaması gereken bir emanetle karşı karşıyadır aslında...
Bu anlatı birebir tarihsel bir kayıt değil.
Ama İbn Arabi'nin varlık anlayışını anlatmak için kurulan en güçlü temsillerden biri. Çünkü insanın en çok yanıldığı yer tam olarak da burası...
Kendini, gördüğü şey sanması.
Bugün aynanın yerini ekran almış durumda.
Artık insanlar kendilerine camdan değil, piksellerden oluşan görüntülerden bakıyor.
Profil fotoğraflarında, paylaşımlarda, hikayelerde...
Aslında orada da ortada duran soru aynı, ama sorulmuyor...
Kimsin sen?
Dijital benlik, artık modern çağın bir aynasına dönüştü.
Gösterilen seçilir, eksikler gizlenir ve hayat, mükemmeldir.
Tıpkı aynanın karşısında yalnızca görüntüsüne çekidüzen veren bir insan gibi...Ama bu görüntü, ne kadar özenle süslenirse süslensin, hakikatin kendisi değil.
İnsan kendini eskiden aynada tanırdı.
Şimdi ise ekranda.
Ne paylaştığı, nasıl göründüğü, kaç kişi tarafından fark edildiği yeni dönemin ölçütü...
Dijital dünyada kimlik, artık sessizce oluşan bir hal değil. Sürekli güncellenen bir sunum.
Sosyal medya, bireye yeni bir imkan verdi. Kendini seçme imkanı. Ne göstereceğine, neyi saklayacağına karar verme alanı. İlk bakışta özgürlük gibi duran bu durum, zamanla başka bir şeye dönüştü. Sürekli kontrol edilen, sürekli düzenlenen bir benliğe.
Çevrim içi kimlik, çoğu zaman gerçeğin devamı değil ama gerçeğin yerini alan geçen bir versiyon. Daha düzgün, daha net, daha iddialı. Tereddütler paylaşılmıyor. Çelişkiler kadrajın dışında kalıyor. Hayatın dağınık hali ekrana sığmıyor
Sanal Kimlik Algısı ve Dijital Benlikler
Bir süredir kimliğimizi anlatmıyor, kanıtlıyoruz.
Nerede olduğumuzu, ne düşündüğümüzü, kimlerle temas ettiğimizi.
Üstelik bunu gönüllü yapıyoruz.
Sosyal medya profilleri artık bir ifade alanı değil, bir kayıt sistemi.
Ve bu kayıt, sandığımız gibi bizi yansıtmıyor.
Bizi 'indirgemeye' yarıyor.
Veriler tam da burada devreye giriyor.
Küresel araştırmalar, kullanıcıların büyük bölümünün dijital ortamda kendini "daha iyi", "daha kontrollü" ve "daha kabul edilebilir" bir versiyonla sunduğunu söylüyor. Ama bu veri tek başına bir şey anlatmıyor. Asıl soru ise,
Bu tercih gerçekten bireysel mi, yoksa algoritmik mi?
Çünkü aynı veriler şunu da söylüyor:
Kullanıcı davranışları zamanla birbirine benziyor.
Aynı pozlar, aynı tepkiler, aynı dil.
Yani milyonlarca "özgün kimlik", tek tip bir görünürlük yarışında hizalanıyor.
İstatistik burada susuyor tabii...
Ama düşünceye sevk eden sessizliğin anlamlı oldukça büyük...
Dijital benlik dediğimiz şey artık "Ben kimim?" sorusuna cevap vermiyor.
"Ben nasıl görünmeliyim?" sorusunun cevabını almak için çalışıyor.
Bu da kimliği bir varoluş meselesi olmaktan çıkarıp bir performans görevine dönüştürüyor.
Algoritmalar bu performansı seviyor.
Çünkü algoritmalar çelişki sevmez.
Tutarlılık ister, tekrar ister, tahmin edilebilirlik ister.
İnsan ise tam tersine, değişir, çelişir, dönüşür ve gelişir...
Sorun da tam olarak burada başlıyor.
Gerçek hayatta bir insan fikrini değiştirdiğinde büyür.
Dijital hayatta ise güven kaybeder.
Eski bir paylaşım, yeni bir kimliği sabote edebilir.
Dijital hafıza, insan hafızası gibi çalışmaz, bağışlamaz, unutmaz ve en önemlisi bağlam kurmaz.
Sürekli kendini anlatmak zorunda kalan biri, bir süre sonra kendisiyle mesafeli olur.
Sanal kimlikler, gerçek hayatta sonuç üretiyor.
İşe alımlarda, sosyal ilişkilerde, politik etiketlemelerde.
Dijital benlik, kişinin kendini anlattığı bir alan olmaktan çıkıp, başkalarının kişi hakkında karar verdiği bir dosyaya dönüşüyor.
Bu yüzden mesele sosyal medyada var olmak değil.
Mesele, orada hangi veriye indirgendiğimiz.
Kimlik, artık sadece bizim taşıdığımız bir şey değil.
Bizden üretilen, bizden koparılan ve bize geri satılan bir şey.
Belki de bu çağın en temel sorusu şu olabilir...
Biz mi kendimizi inşa ediyoruz, yoksa beklentilerle birlikte gelen baskı mı kimliğimize şekil veriyor?
Ve bu soru, cevabını algoritmalardan değil,
onlara ne kadar teslim olduğumuzdan alıyor.
Yani İbn Arabi'ye atfedilen cümle gibi... Kimsin Sen? Şüphesiz ki sen, sen değilsin!