Dünyanın en büyük çömlek parçası olmasının yanı sıra, Casa Terracota eşsiz bir sanat eseri olma özelliği taşıyor. Sadece mimari ve tasarım değil, aynı zamanda bilinen tüm sanat ve el sanatlarını birleştiriyor. Diğer şeylerin yanı sıra, mimar Mendoza'nın felsefesi, 'bir yerde yaşamak'ın sadece iç mekânlarını işgal etmek anlamına gelmediği; bunun insanlar ve yaşadıkları yer arasındaki uyumlu birliktelikle ilgili olduğu fikrine dayanıyor. Kolombiyalı mimar Octavio Mendoza, 500 metrekarelik bu evi, kil gibi basit bir şeyin bir mimari araç haline dönüştürülebileceğini göstermek için hazırladı. Toprağı bir yapı malzemesi olarak kullanma fikri yeni olmayabilir, ancak Mendoza'nın vizyonerliği bunun çok daha ötesindeydi. Mendoza, iki katlı yapının desteklenmesi için başka hiçbir malzeme kullanmadan, kilden bütün alanı heykel gibi yapıp şekillendirdi. Daha sonra, kıvrımlı kilin güneşte pişmesine ve sertleşmesine izin verdi böylece sağlam bir seramik haline dönüştü. Bu eşsiz tasarımın, çanak çömlek benzeri yapısı göz önüne alındığında, Mendoza Casa Terracota'yı 'dünyanın en büyük çömlek parçası' olarak adlandırıyor. Casa Terracota'nın şekli bile, Mendoza'nın mimarisine yaptığı doğal, kullanımı kolay ve uygun yaklaşımını ayna gibi yansıtıyor. Evin eğimli ve eğri duvarları, çevresindeki tepelerin ufukta gözüktükleri şekillerden ilham almış gibi gözüküyor. Evin içerisi ise oldukça ferah ve misafirperver duruşuyla dikkat çekiyor. İşlevsel yatak odaları, oturma ve yemek alanları ve hatta kilden yapılmış banyolar ve mutfak bulunuyor. Evin içindeki mobilyalar ve mutfak bölümü de toprak ve su evliliğinden doğmuş. Tasarıma renk katmak için kullanılan renkli çini mozaikleri de, fırında pişmiş toprakların üzerinde oldukça güzel gözüküyor. Yolunuz Kolombiya'ya düşerse, Boyacá şehrindeki Sahta Sofia'ya giden yola çıkın, bir futbol sahası geçin ve küçük bir köprünün ardından sağdaki küçük bir asfalt yoldan geçin. Yaklaşık üç dakika seyahat edin ve yolun sağ tarafında Casa Terracota'yı göreceksiniz. Ya da dilerseniz şehir merkezinden yarım saatlik bir yürüyüşle de bu dev çömleğe ulaşabilirsiniz. İlk fotoğraflara üstünkörü baktığınızda zevkli döşenmiş bir salon görüyorsunuz. Ancak işin aslı başka. Yan duvarlardaki yuvarlak pencereler ipucu olabilir. Evet, aslında bu ev 1909 yapımı bir tekne! Teknenin yeni sahibi ciddi bir tadilata giderek teknenin alt katını bir eve çevirmiş. Bu hacme mutfak da içeren geniş bir salon, iki yatak odası, banyo ve tuvalet sığdırılmış. Fotoğraflara bakınca tüm hacimlerin ferah ve aydınlık olduğunu görüyoruz. Konforuna düşkün birisi olarak bu tekne eve bayıldım; daralmadan bütün zamanınızı geçirebileceğiniz, rüya gibi bir ev ortaya çıkmış... Evi olmayan Bruce Campbell isimli Amerikalı, Boeing 727 yolcu uçağını eve çevirdi. Amwerika'nın Oregon eyaletinde yaşayan Campbell, 245 bin dolar harcayarak yaptığı uçak evde her şey düşünülmüş. Uçakta, merdivenlere LED aydınlatma taktı, zemin kaplamasını şeffaf hale getirdi. Bir mühendis olan Campbell, 1999'dan beri bu uçak evde yaşıyor. Yılın yarısını Japonya'da geçiren Campbell, Japonya'da Boeing 747'den ikinci bir 'uçak ev' inşa etmeyi planlıyor.