Dün bin bir çabayla inşa ettiğimiz ne varsa, bugün
sırf öfkelendik diye yıkıp geçme huyumuzdan vazgeçsek ne iyi olacak...
Kalbimiz kırılmaya görsün...
Bütün bildiklerimizi unutuyoruz.
Ne demek istiyorum, anlatayım...
Malum, "
Ermeni soykırımı" meselesinin kaynar derecede ısıtılacağı günler geldi.
1915 Tehciri'nin yüzüncü yıldönümü.
Yeni Türkiye'ye "
sakın bu kadar bağımsız takılma, sakın kendi başına politika belirleme, çizdiğimiz sınırları ihlal etme!" demek isteyen uluslararası odaklar için kullanışlı bir atmosfer.
Açılışı da
Papa yaptı zaten.
Kızdık, köpürdük.
Haklıydık.
Fakat sükûnetimizi büsbütün kaybetmenin ne âlemi var!
Oysa resmi ideolojiden zor bela yakamızı kurtarıp yakın tarihimiz hakkında ne çok şey öğrenmiştik. Şimdi
ilkokul ezberlerine geri mi döneceğiz?
Sosyal medyanın
koyu Abdülhamitçilerinin bile bugün ittihatçıları pirüpak insanlar haline sokmaları tuhaf, hatta çocukça değil mi?
***
Tamam!
Bu mesele tarihimizle yüzleşmek; çektiğimiz ve çektirdiğimiz acılarla hesaplaşmak meselesi olmaktan çıktı maalesef.
İş geldi,
bu toplumun tarihine ve maneviyatına diz çöktürme noktasına dayandı.
Konuyu "
soykırım" lafına kilitlemekte böyle
karanlık bir yan var.
Dünyayı Osmanlı'nın Müslüman tebaasının Balkan Savaşları'ndan Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar çektiği acılar zaten hiç ilgilendirmedi. Bu acılara kafalarını çevirip bakmadılar bile.
İstedikleri tek şey 1915'in baskısı ve şantajı altında yaşamamız.
Fakat onlardan bize ne!
Hesabımızı
zalimler zalimi Batı uygarlığına verecek değiliz.
Bizim esas hesabımız hem tek tek kendimizin hem de tarihimizin gizlisi saklısının olamayacağı makama karşıdır.
Yüce bir milletiz...
Maneviyatımız bütün hırpalamalara rağmen yerinde...
Osmanlı bakiyesiyiz.
O halde...
Çektiğimiz acılar kadar
sebep olduğumuz acılara da dönüp bakmayı bilmeliyiz.
HANİ FARKLARIMIZ RENKLERİMİZDİ!
Sanırım ufukta yeni bir
psikolojik bozukluk (disorder) belirmek üzere.
Yakında uzmanlar "şık" bir isim bulup koyacaklardır. Ben şimdilik gözlemlediğim tabloyu anlatayım...
Sevdiklerimizde en ufak bir farka ve ayrılığa bile tahammül edemez olduk.
Bizim gibi davranmalarını, bizim gibi düşünmelerini, bizim gibi hissetmelerini istiyoruz.
Her fark bir şüphe!
"Yoksa o tanıdığım kişi değil mi? Yoksa onu sevmem hata mı?"
Biraz farklı bir fikir, farklı bir kanaat, farklı bir tercih işleri bozuyor, eşleri tartıştırıyor, arkadaşları ayırıyor, bağlılıkları çözüyor.
İlginçtir, bu yeni psikolojik bozukluk
özel hayatımızdan siyasete, çok geniş bir yelpazeye yayılmış durumda.
İzleyelim bakalım!