İDRİS KARDAŞ

Vesayetçilerin korkulu rüyası Cumhurbaşkanlığı sistemi

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tartışmaları bir yandan teknik boyutta ilerlerken bir yandan da Türkiye'nin siyasal tarih kodları ve yaşanmış hadiseler üzerinden değerlendiriliyor. Sağlıklı olan da budur. Zira, hiçbir sistem bir ülkeden diğerine birebir uygulanamaz. Türkiye'nin kendine özgü gerçekleri var. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye'de vesayet odaklarının kapısını kapatacağına ve halkın çıkarlarının ülke yönetiminde merkezde olacağına tarihsel perspektiften bakmak, bize tatmin edici bir cevap olacaktır.

1923 yılından günümüze parlamenter sistem ile birçok muhtıra, darbe, ekonomik kriz, bürokratik vesayetin yol açtığı sorunlar, hükümet kurma krizleri, koalisyon ortakları arasındaki krizler ve Cumhurbaşkanlığı seçim krizleri yaşadık. Çok partili seçimlerin ilk kez adil bir şekilde yapılabildiği 1950'den başlatabileceğimiz Türkiye demokrasisi, birçok kez yol kazasına uğradı. 1950-1960 yıllarında seçilen Menderes hükümetleri 27 Mayıs darbesi ile indirildi ve Başbakan Menderes idam edildi. 1965 yılında Menderes'in devamı olduğunu söyleyen Demirel iki seçim kazandı ancak ikinci döneminde 12 Mart muhtırası ile iktidardan uzaklaştırıldı. Demokrasiye olan inancından vazgeçmeyen halk, kendisinin tarafında olacağını ilan eden her kesime sıcak yaklaşıyordu. Ecevit, devletçi değil halkçı olacağını ilan ettiğinde halk ona Karaoğlan adını taktı ve birinci parti yaptı. Ancak tek başına iktidar olamadı. Koalisyon krizleriyle, belirsizliklerle dolu bir süreç yaşandı. 12 Eylül darbesi geldiğinde Demirel, Erbakan ve Türkeş siyaset sahnesindeydi. Halkın seçtiklerine tahammülsüzlük yeniden kendini göstermiş ve bu kez siyasi partiler de kapatılarak çok daha derin bir yara açılmıştı. Milletin iradesi her defasında yok sayılmış ve ezilmişti. 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin "oy vermeyin" dediği Özal'a oy veren halk ise kendi seçiminin siyasete yansıması konusunda, demokrasi konusunda yani milli irade konusunda ne kadar ısrarcı olduğunu göstermişti. Daha sonra aktif ve halkın sevdiği bir Cumhurbaşkanı olan Özal vefat etmeseydi kim bilir nasıl bir darbe yada muhtıra ile karşı karşıya kalacaktı.

1994 seçimlerinde birinci parti olan Refah partisiyle kimse koalisyon kurmaya cesaret edemedi. Asker, medya ve sermaye grupları sandıktan çıkanı değil, kendi aralarında farklı koalisyon arayışlarını tehditle dayatıyorlardı. Koalisyon görüşmelerini neredeyse askerlerin yürüttüğü bir dönemdi. Şartların kaçınılmaz olduğu bir noktada kurulan Refahyol hükümetine ancak bir yıl izin verdiler. Bin yıl sürecek dedikleri 28 Şubat; siyaseti, medyayı ve gündelik hayatı alt üst etti. Tüm bunlardan sonra halk, iradesinin siyasete ve ülke yönetimine yansıması konusunda kararlıydı ve 2002 yılına gelindiğinde Recep Tayyip Erdoğan ile tek başına iktidarlar dönemine uzun süre oy verdi. 15 yıllık kesintisiz bir iktidar süreci yaşayan Ak Parti, toplumun tüm bu siyasi birikimi ve geçmişte yaşadığı acı tecrübelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Başbakan ve sonrasında Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan bu süreçte 27 Nisan muhtırası, 17-25 Aralık hukuk darbesi girişimi ve 15 Temmuz'da ordunun içine sızan teröristler tarafından yapılan darbe ve işgal girişimine maruz kaldı. Birçok kez suikast ve Gezi gibi olaylarla şiddet yoluyla devrilmeye çalışıldı. Toplumun tüm bu olan bitenlere tepkisi, tarihsel birikimi sonucunda çok daha güçlü bir şekilde seçtiği iradenin yanında durmak oldu. Halk, vesayetçilerin tüm baskı ve yıldırmalarına karşı duran seçtikleri siyasi iradenin arkasında durdu.

Tüm bu tarihsel tabloya baktığımızda karşımıza çıkan ilk sonuç şu oluyor. 94 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca 65 hükümet değişti. Bu, 65 başbakan demek oluyor. Ancak biz, 27 Mayıs'ta devrilen Menderes'ten, 12 Mart'ta devrilen Demirel'den, gazetede bildirilerle devrilen Ecevit'ten, görevdeyken hayatını kaybeden Özal'dan, 28 Şubat'ta devrilen Erbakan'dan ve 15 Temmuz başta olmak üzere defalarca asker, yargı yada suikastlarla devrilmeye çalışan Erdoğan'dan başka Başbakan'dan bahsetmiyoruz. Çünkü bu liderler, halkın kendisini yönetmesi için seçtiği liderlerdi. Halk, sandıklarda oyunu kullanmış, yani demokrasinin en temel görevini yerine getirmiş ve her defasında seçtikleri devrilmiş. Peki geri kalan 60'a yakın Başbakanlar kimler? Bu isimlerin çoğunu ya bilmiyoruz yada hatırlamıyoruz.
1961 seçimlerinden sonra ülkeyi 4 yıl boyunca İsmet Paşa Başbakan olarak yönetti. Askerlerin siyasilere darbe yaparız tehdidiyle Başbakan olmuştu. Suat Hayri Ürgüplü, yeni bir darbeden çekinen liderlerin ortaya attıkları tarafsız bir Başbakan olarak ülkeyi sekiz ay yönetti. Arada bir Demirel yönetimi oldu ama hemen kesildi. 12 Mart'ta atanan Başbakanlar var mesela. Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu, askerler tarafından atanan Başbakanlar olarak ülkeyi iki yıl yönettiler. Sadi Irmak diye bir Başbakanımız oldu mesela. 1973 seçimlerinden sonra bir türlü koalisyonlar kurulamayınca hükümet krizleri ortaya çıktı ve Sadi Irmak Başbakan olarak atandı. Melis'teki güvenoyu yoklamasında 17 oy aldı. Ancak buna rağmen ülkeyi beş ay yönetti. 12 Eylül darbesinde eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu, Kenan Evren tarafından atanarak üç yıl boyunca ülkeyi yönetti. Sonraki süreçte, sürekli koalisyon hükümetleri ile karşılaştık. Bu koalisyonlar kurulurken hangi vesayet odaklarının müdahaleleri sonucu Başbakanların ve Bakanların belirlendiğini hepimiz yaşayarak gördük.

94 yıllık Türkiye Cumhuriyeti'nin en temel sorunun, yaşanan tüm bu gerilimlerin, darbelerin, krizlerin ve müdahalelerin nedeni çok açık. Millet demokrasi istiyor. Demokrasi tanımının tam anlamının hayata geçirilmesini istiyor. Yani, kendi seçtiği siyasetçilerin ülkeyi yönetmesini istiyor. Vesayetçi odaklar ise halkın seçtiklerini değil, kendi belirledikleri ve dolayısıyla kendi kontrolünde olanların ülkeyi yönetmesini istiyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi çok açık ki bu sorunu ortadan kaldıracak. Halkın seçtiği irade, ülkeyi yönetecek. Hükümet kurma süreçlerinde, koalisyon ortaklarının hangi partiler arasında olacağının kararında, Bakanların belirlenme süreçlerinde artık vesayet odaklarının, askerlerin, sermaye gruplarının ve medyanın rolü olmayacak. Sandıktan çıkan, ertesi gün ülkeyi yönetmeye hak kazanacak. Etkiye açık hükümetlerin olmadığı, tek etkinin halktan gelebildiği bir siyasal sistemi hak ediyor Türkiye. Demokrasi mücadelemizi yeterince verdik. Asılan Başbakanlarımıza, her defasında ayaklar altına alınmaya çalışılan seçtiklerimize ve en son 15 Temmuz'da verdiğimiz şehitlerimize bir borcumuz var.

15 Temmuz'da, tankların ezerek geçtiği, kurşunlarla yüreklerini deldiği, savaş uçaklarıyla üzerine bombalar yağdırdığı milyonlarca insanın iradesi işte böyle şekillendi. Toplum, bu uzun yıllar boyunca iradesine müdahale edilmesini, kendi seçtiklerinin ülkeyi yönetmesine izin verilmemesini hiçbir zaman kabul etmedi. Ancak 15 Temmuz'da sadece sandıkta değil, canını da ortaya koyarak vesayetçilere meydan okudu. Ülkeyi bizzat kendi elleriyle yeniden kurtardı. Meclis'i, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ni, Genelkurmay Başkanlığı'nı kurtaran bu millet bu ülkeyi ben yöneteceğim dedi. Bugünkü siyasi irade de bunu kendine en önemli ilke olarak kabul etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın darbe gecesi "Milletin gücünün üstünde bir güç tanımadım ben bugüne kadar" söylemi tüm meselenin özetidir aslında. Menderes'in "Yeter söz milletindir" ilkesinin çok açık bir devamıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.