“Milli ve yerli” söyleminin içini kim dolduracak?
Bu söylem, terörle mücadeleden yeni bir hükümet sistemi ve yeni bir birliktelik hissi yaratmaya kadar birçok alanda kullanılıyor.
Yani, "milli ve yerli" olmak hem kimlik ve siyasi duruşu açıklama hem de kapsayıcı ve kurucu bir dil yakalayabilme amacına matuf...
Türkiye'yi dönüştürme ve uluslararası sistemde etkin aktör haline getirmeye yönelik... Tıpkı, daha önce kullanılan "muhafazakâr demokrat" ve "medeniyetimiz" kavramlaştırmaları gibi... Bu yönüyle de sadece bir partinin kimliği olmaktan öte anlam taşıyor.
Farklı kesimleri kuşatan ortak Türkiye idealinin sıfatı haline geliyor.
İşte bu sebeple "milli ve yerli" söylemi sadece 15 Temmuz darbe girişimine gösterilen sivil-demokratik direnci tanımlamak için seferber edilmiyor. Aynı zamanda 2013'ten itibaren Türkiye'nin yüzleştiği meydan okumalara, saldırılara karşı koymanın, yani direnişin de altı çiziliyor. Türkiyeli olmak; "Türkiye'nin menfaatlerini önceleme bilinci" vurgulanıyor.
"Seküler" PKK da dini grup olma iddiasındaki FETÖ de Türkiye'nin öncelikleri aleyhinde çalıştıkları için mahkûm ediliyor. Uluslararası düzen eleştirisi de AB ve NATO ittifakındaki sorunlar da bu siyasi bilincin süzgecinden geçiriliyor.
Pragmatik bir parti olarak bunda fayda bile görüyor olabilir. "Milli ve yerli" söyleminin içini doldurmaya yönelik en somut girişim son kongrede Rabia işaretinin (tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet) tüzüğe eklenmesiydi. Ancak bu dörtlü "teklik" vurgusu bile muğlaklığı ortadan kaldırmıyor.
Dolayısıyla AK Parti'nin önünde kritik bir soru bulunuyor: "milli ve yerli" kavramlaştırmasının içini kimler ve nasıl dolduruyor? Milli iradeye sahip çıkan sivil-demokrat gruplar mı yoksa Ulusalcılar-Avrasyacılar mı, AB karşıtları mı, güvenlikçi bürokratlar mı?
"Milli ve yerli" söyleminin Türkiye'deki tüm kesimleri kuşatan bir iddiaya sahip çıktığını ve dolayısıyla içinin doldurulmasına herkesin katkısının normal olduğunu düşünebiliriz. MHP ve CHP tabanını ve kendini Türkiye'den ayrı görmeyen Kürt milliyetçilerini de kapsadığını söyleyebiliriz. Ancak yine de bu söylemin içeriğinin nasıl doldurulduğuna dikkat edilmeli.
Yüzde 50'ye ulaşan seçmeniyle AK Parti "milli ve yerli"nin tanımına daha çok katkı sunmalı. Zira "muhafazakâr demokrat" ikilemesiyle kendini Türk toplumuna ve Batı'ya anlattığı kuruluş günlerinde değil. Ya da "medeniyetimiz" söylemi ile Ortadoğu'da "düzen kurucu iddiasını" seslendirdiği muvafık bir konjonktür yaşamıyor. Aksine Türkiye, Suriye ve Irak'taki iç savaşların olumsuz etkileri ile boğuştuğu, "müttefikleri" ABD ve AB ile menfaat tanımlamasında ciddi gerilimlere tanık olunan bir dönemden geçiyor.
Bu dönemsel farka bir de on beş yıllık iktidarın yükünü ekleyebiliriz.
ABD ve AB'nin hasmane politikalarını eleştirme adına Batı karşıtı, Avrasyacı bir "milli" tanımı oluşturulabilir.
Demem o ki, AK Parti sıklıkla referans verdiği "milli ve yerli" söyleminin içini kendisi doldurmalı. Bu konu taşeronlara ya da müttefiklere bırakılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Özel ve Kılıçdaroğlu’nun ‘siyaset’ kapışması (27.04.2024)
- Özel’in yeni siyaset tarzı nereye kadar? (26.04.2024)
- Zamanın Hitler’i hesap vermekten kaçamayacak (24.04.2024)
- Irak ile yeni başlangıçlar (23.04.2024)
- Seçim sonrası Türkiye’nin Ortadoğu gündemi (20.04.2024)
- Siyaset yapma rekabeti (19.04.2024)
- Ortadoğu, İran ve İsrail gerilimine terk edilemez! (16.04.2024)
- Doğrudan ve kontrollü çatışma dönemi (15.04.2024)
- CHP ne yapmak istiyor? (09.04.2024)
- Yeni bir CHP mi? (06.04.2024)