Portre - Mehmet Zahid Kotku Efendi

Ömrünü Allah yoluna adayan, dünyaya ve nimetlerine hiç aldanmayan bir alimin, Mehmet Zahid Kotku Efendi...  O, yaşamı boyunca hep Allah rızası için sevdi, kızgınlığı da hep Allah rızası için oldu. Bugün o'nun 36.ölüm yıldönümü... Mehmet Zahid Kotku'yu saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.


Akif İnan'ın mısralarındaki gibi, o da bir zırha bürünmüştü, çağa ve dünyaya karşı. Zırhı zikirdi... Kalbinde de, aklında da, dilinde de, yalnızca Allah vardı.
Mehmed Zahid Kotku, halk içinde, Hak'la beraber olanlardandı.

İsteme...
geri çevirme...
ısrar etme...
Hayatı bu düsturları uygulayarak ve Peygamber ahlakını öğütleyerek geçti.
O, kimseden bir şey istemedi,
Kimseyi geri çevirmedi,
Herkesi kendinden üstün gördü...
Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden Mehmed Zahid kotku Efendi, Anadolu insanının gönül dünyasını inşa eden tasavvuf silsilesinin halkalarından
biriydi.

19'uncu yüzyılın sonlarıydı... Batı'lı ülkeler, Osmanlı'yı parçalamak için gün sayıyordu... Derken, işgal hareketine Rusya da eklendi. Osmanlı dört koldan çevrelenmişti artık, düşmanlar çoğalmıştı..!

1877'de Osmanlı - Rus savaşı patlak verdi. Ve korkulan oldu. Savaşın o korkunç yüzü, en çok Kafkasya'daki Türkleri vurdu.
Türkler zorla Anadoluya göç ettirildi. İşte o'nlardan biriydi Mehmet Zahit Kotku'nun ailesi...

Dağıstan'dan Anadolu'ya uzanan ve Anadolu'yu, dahası Anadolu insanının manevi dünyasını ilmek ilmek ören hikaye böyle başladı...

Aile Bursa'ya yerleşti... Baba İbrahim Efendi, camilerde, mescitlerde imamlık yapıyordu...
Takvim yaprakları 1897'yi gösterdiğinde, Mehmet Zahid Kotku dünyaya geldi. Dev Osmanlı'nın son yılları.
imparatorluğun o eski ihtişamından eser kalmamıştı...
Anadolu düşmanla çevrelenmiş, imkanlar iyice erimişti...

Mehmet Zahit Kotku, gencecik bir delikanlı artık. Birinci Dünya Savaşı başladığında, henüz okul çağındaydı. 18 yaşındayken askere gitti, uzun yıllar cephede kaldı. Sonra askerliğini tamamlamak üzere İstanbul'a gönderildi.

Bir cuma günüydü... Mehmet Zahit Kotku, Aayasofya Camii'nde namazını kıldıktan sonra, Cağaloğlu'ndaki Gümüşhanevi Dergahı'na gitti.
Bu ziyaret herhangi bir ziyaret değildi o'nun için yolculuk aslında burada başlayacaktı.
Öyle de oldu. Dergahın manevi havası o'nu derinden etkiledi ve şeyhiyle tanıştı. Şeyhi, yani Dağıstanlı Ömer Ziyaüddin Efendi...
Mehmet Zahit Kotku, artık o'nun yolundan gidecekti. Zaten o günden sonrası, şeyhinin manevi terbiyesi altında, nefsini ıslah etmekle geçti.

Zor, bir o kadar da sancılı yıllardı...
Sancı, Osmanlıydı, Anadoluydu...
Sancı bir milletin yokedilmek istenen tarihiydi...
O tarihe yapılan en barbar saldırıydı aslında...
O sancı ölümle sonuçlandı...
Osmanlı artık yoktu...
Koca imparatorluk, tarihin en vahşi, en karanlık orduları tarafından yenilgiye uğratıldı...
Ama bir şey oldu sonra...
O ölüm sancısı, yerini doğum sancısına bıraktı...
Elde kalan tek toprak, yani Anadolu. Türkler çok çekti, savaştı ama Anadolu'yu bırakmadı.
Millet, kim gelirse gelsin, "buradan ötesi yok" dedi. Yangın söndürülmüştü,,
Ve ateşin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti doğdu.
Doğum gerçekleşmiş ama sancı bitmemişti. Sancılar uzun süre daha devam edecekti. Topraklar özgürdü artık ama bu kez, Anadolu'yu Anadolu yapan değerler baskı altındaydı.
Birileri, halkın kimliğini, tarihini, hatta giyim kuşamını, Cumhuriyet iradesinin önünde engel gördü...
Evet! Sancılı yıllardı. Cumhuriyet halk için kurulmuştu ama halk o cumhuriyetin bir parçası sayılmıyordu.
Bırakın sayılma-mayı, düşmanı gibi görülüyordu. Sancı günden güne büyüdü, bir millet,, birilerinin "batılılaşma" bahanesiyle,
süratle, "dininden, dilinden, tarihinden" koparılıyordu.
Ama yetmezdi. Kanunlar, yazılı metinler bir yere kadardı, sıra, tekkelere gelmişti.
Tekke ve zaviyeler kapatıldı.

Bu bir yıkımdı..Talandı!
Tekkeler, zaviyeler birilerine çok gelmişti ama bu böyle gitmezdi. Gitmemeliydi.. Birileri gidişe dur demeliydi.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, sadece baskıdan, batılılaşmadan, yok saymadan, ötekileştirmeden, yani yasaklardan ibaret bir yer olmayı hak etmiyordu.
Millet kurtuluş mücadelesini, tekkeler - medreseler , yani toplumu bir arada tutan kutsal değerler kanun zoruyla yasaklansın diye vermemişti.
Mehmed Zahid Efendi,, tarihin o kapkara sayfasında bir karar aldı, İstanbul artık o'nun için durulacak gibi değildi.
Ama ümitsizliğe kapılmadı. Yapılacak elbet bir şeyler vardı. Yolculuğuna bir süre Bursa'da devam edecekti.
Gitmek zordu ama kalmak daha da zordu. Sevenleri ardından çok gözyaşı döktü, derin yaralar açıldı.
Ama kararı kesindi..
Yıl 1929'du...
İstanbul'dan, baba ocağına, Bursa'ya döndü.
Babası İbrahim Efendinin vefatıyla, onun yerine Bursa'nın İzvat köyünde imamlık görevini devraldı.
15 yıl sürdü bu vazife...
Sonra, Bursa merkezde Üftade Camii'e tayini çıktı.
İstanbul'u terk edeli 20 yılı geçmişti.

Talebeleriyle ayrı düşmek o'na zor geliyordu. ama yapacak da pek bir şey yoktu...
O, nerede olursa olsun, Allah kelamını yaymakla görevliydi.
Bunu, şereflerin en büyüğü olarak gördü...
Ve nihayet, 1952'nin Aralık ayında, talebelerinin ve sevenlerinin ısrarlı davetleriyle İstanbul'a döndü.

6 yıl çeşitli camilerde görev aldı.
1958'in Ekim ayında da Fatih İskenderpaşa Camii'e atandı.
Burası artık o'un mektebiydi...
İskenderpaşa'da kurduğu mektepte binlerce öğrenci yetişti...
Siyasi istikrarsızlıklar, fakirlik, işsizlik, eğitimsizlik, ülkeyi bir virüs gibi istila etmişti ama hiçbiri o'na engel olamadı...
O hem okudu, hem de okuttu.

Düşünün!!!

Profesörlerin, siyasetçilerin, iş adamlarının, talebelerin yetiştiği, yetişirken piştiği, pişerken de olgunlaştığı bir mektep düşünün...

İşte İskenderpaşa Camii böyle bir yerdi.
'Görünmez üniversite' deniyordu.
Tugut Özal,
Necmettin Erbakan,
Sabahattin Zaim gibi,
Türkiye'nin geleceğine yön veren isimleri yetiştiren "görünmez" bir üniversite...

"Nefisle mücadelede mağlup olmak, düşmana mağlup olmaktan daha kötüdür."
Bu cümleler o'na ait...
Mehmet Zahid Kotku Efendi, "sana namaz kıldırmayan, oruç tutturmayan nefis, düşmandan daha beterdir" diyordu.
"Müslüman cennet'e değil, cennet'i yaratan Allah'a aşık olmalı" diyordu.
O'na göre, cennet'ten maksat, Allah'ın rızasını kazanmaktı. O hep, Allah rızası için sevdi, kızgınlığı da hep Allah rızası için oldu.

Dünya fani, baki olan yalnızca Allah...
Öyleyse insan, fani olanı bırakıp, baki olana yönelmeliydi.
Tabii bu, dünyadan tamamen kopmak anlamına da gelmiyordu.

Özellikle üniversite öğrencileri...
Onlar, Türkiye'nin gelecek inşaasında en kuvvetli kozu...
Mehmed Zahid Kotku'nun, mühendislerin üzerine titremesi, belki de bu yüzden...

Ömrünü Allah yoluna adayan bir alimdi o...
Dünyaya ve nimetlerine hiç kapılmayan!
Gönüller fethetmeye gelmişti o..
Ve fethin sonu yakındı...
Yıl 1980'di...
Mehmet Zahid Kotku, çok hastaydı...
Şiddetli ağrılarına rağmen sohbetlerine devam etti.
Hatta son bir görev için Hac'ca gitti..
Ama ağrılar günden güne artıyordu, Mehmet Zahid Koktu, ağır hasta olarak İstanbul'a döndü.
Dönüşünden bir hafta sonrası, tarih 13 Kasım 1980, bir öğle vaktiydi, Mehmet Zahid Efendi, bu dünyadaki vazifesini tamamladı.

"Öldüğüm gün tabutum yürüyünce, bende bu dünya derdi var sanma!"
Vefat ettiği gün, takvimlerde Hz. Mevlana'nın bu mısraları vardı.
Mehmet Zahid Kotku, sevgilisine, Rabbine kavuşmuştu.

Mevlana'nın söylediği gibiydi, derdi dünya değil, ahiretti.

İsmi gibiydi o.
Hem Mehmed,
Hem Zahid,
Hem Kotku...

Mehmed'ti,, övülmüştü, dünyaya hiç meyletmedi, çünkü Zahid'ti, Kotku'ydu o, yani mütevaziydi.

Geride onlarca eser, binlerce talebe bıraktı...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.