ANALİZ - Libya Türkiye için neden önemli? Osmanlı Libya'yı korumak için seferber oldu

Türkiye ile Libya Deniz Yetki Alanı Sınırı Anlaşmasını tam bir yıl önce bugün imzaladı. Doğu Akdeniz'de yeni bir dönem başladı. Türkiye bir yandan Libya'ya insani ve askeri destek sağlarken, diğer yandan da diplomatik yolla iç savaşı bitirmek için tüm ağırlığını kullanıyor. Türkiye hem kendi çıkarlarını korumak hem de Libya halkını barışla buluşturmak için büyük çaba harcıyor. Peki Libya, Türkiye için neden önemli? Libya'da yaşayan Türk aileler kimler? Osmanlı Libya'yı korumak için neden seferber oldu? Tüm bu soruların yanıtı Türkiye-Libya ilişkilerinin arka planını anlatıldığı özel analiz haberimizde...


Türkiye ve Libya... Tarihin coğrafyanın dost yaptığı aynı medeniyetin iki ayrı yıldızı...

Dünya devleri arasında mazlumların adından gururla söz ettiği Türkiye, bugün bölgesinde çıkarlarını koruma konusunda ısrarcı...

Türkiye kendi menfaatlerinde olduğu gibi, tarihi kardeşlik bağları olan halkların da çıkarlarını aynı ısrarla korumaya kararlı.

Bu nedenle 2010 yılından bu yana dalgası bitmeyen 'Arap Baharı' sürecinde hep halklardan yana saf tuttu, tutuyor.

"Libya'da ne işiniz var?" diyenler var elbette. Çünkü Türkiye gitmezse Libya'yı istedikleri gibi parselleyip tekrar sömürmeye başlayacaklar.

Tıpkı tarihte yaptıkları gibi...

Ancak bir de içimizde "Libya'da ne işimiz var?" diyenler var... Tarihte Türkiye ile Libya arasındaki yüzlerce yıllık dostluğu görmeyenler...

Peki Türkiye'nin, Doğu Akdeniz'deki menfaatleri ile Libya arasında nasıl bir bağlantı var ?

Türkiye'nin Libya siyasetinin yapı taşlarını şu şekilde sıralamak mümkün:

* BM tarafından tanınan meşru hükümetin ayakta kalmasını sağlamak
* Libya'nın toprak bütünlüğünü korumak
* Libya'daki iç savaşı sonlandırmak
* Batılı ülkelerin dost Libya halkını sömürgeleştirmesine engel olmak

Bunu da,, tarihi derinlikteki dostluğu nedeniyle yapıyor.

Fenike, Kartaca, Yunan, Roma ve Bizans hakimiyetinden sonra,
HZ. Ömer devrinde, İslam Ordusu 642 yılında Mısır'ın ardından Trablus ve Tunus'a doğru hareket etti. 647'de Ukbe bin Nafi ile Trablus'ta zafer kazanıldı.

Kuzey Afrika'nın fethi daha sonra gelen Müslüman akınlarıyla 707 yılında tamamlandı.

Tarık bin Ziyad 711 yılında İspanya'yı fethederek İslam'ı güneybatıdan Avrupa'ya ulaştırdı.

Harun Reşid ile birlikte Kuzey Afrika'da iç huzuru ve güvenliğin sağlanması amacıyla, 800 ile 909 yılları arasında Libya ve Tunus
Abbasi halifesine bağlı 'Ağlebiler Hanedanı'nca yönetildi.

Abbasilerin hemen ardından 909-1049 yılları arasında Fatımi Devleti bölgenin hakimi oldu.

Sonrasında ise 1160 ila 1178 tarihleri arasında Muvahhidler Devleti Libya'da hüküm sürdü.

Selahaddin Eyyubi'nin emri altındaki ordu, 1174 yılında başlattığı seferlerle Trablus, Kayrevan ve Tunus gibi kuzey Afrika bölgelerini
yeniden Mısır'a dahil etmeye çalıştı.

üyük komutan, 1185 yılından 1212 yılına kadar bölgenin hamiliğini yaptı.

İşte Türklerin Libya topraklarındaki varlığı da bu döneme denk geliyor.

Yani yaklaşık 1200 yıl önce Türkler Libya'ya ayak bastı.

Bölgeye ayak basan ilk Türk boyu Oğuzlar'dı.

Oğuzlar, Muvahhidler Devletinde "guz" ve "gazaz" adındaki askeri birlikler olarak varlıklarını sürdürdüler.

Bugün Libya'nın Yefrin kentinde yaşayan gazaz kabilesinin eski Oğuz boylarının devamı olduğu düşünülüyor.

Muvahhidler'den sonra, Hafsiler uzunca bir süre 1228'den 1510'a kadar Libya'ya egemen oldu.

Libya İslam ordularıyla huzur içinde yaşarken, bu sırada Avrupa'da büyük bir "medeniyetsizlik" baş gösteriyordu.

Endülüs Emevi Devleti, ahlak, ekonomi,tıp, matematik, felsefe, kısaca her alanda Avrupa'nın hayat damarlarını beslemişti.

Haçlı ideolojisi ile hareket eden İspanyollar ise tüm bu zenginliğe karşın,, Endülüs'teki Müslüman varlığına adım adım son vermeye başlamıştı.

Avrupalıların erişebildiği en üstün zarafete sahip Endülüs İslam değerleri, birer birer yağmalandı, yakıldı, yok edildi.

Ardından da işgalci emellerle, tüm kuvvetleriyle kuzey Afrika'ya yöneldiler.

Kastilya ordusu 1510 yılında hafsiler'in egemen olduğu Trablusgarb'ı işgal etti.

Haçlılar burada katliamın en kanlılarından birine imza attı.

Bir daha kendilerine İslam medeniyetinin güzellik taşımasını istemiyormuşcasına,,,
Müslüman alimleri, kadınları, çocukları kılıçtan geçirdiler.

Müslüman Libyalılar, Avrupalıların acımasız katliamından kaçarak, Trablusgarb'ı boşaltıp ülkenin içlerine doğru kaçtı...

1520 yılında Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman, Tacura'dan gelen heyetin talep ettiği askeri yardımı kendilerine sağladı.

Murad ağa kumandanlığında bir askeri filoyu Libya'ya gönderdi. Murad ağa Tacura'da Batılıların katliamlarına karşı Libya halkını korumak için kuvvetli bir direniş merkezi kurdu.

Trablus'un imparator Şarlken tarafından 1530 yılında malta şövalyelerine verilmesinden üç sene sonra, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa şehri yeniden fethetti.

Ancak bu fetih de İspanyolların karşı saldırılarıyla uzun ömürlü olmadı.

Ancak Osmanlı yılmadı. Bu İslam toprağını geri almak için canını ortaya koydu.

Tam 32 yıl süren bu mücadelenin sonunda, Kaptan-ı Derya Sinan Paşa, Turgut Reis ve Murad Ağa'nın komutasındaki Osmanlı yiğitleri,
Trablusgarb'ı 15 Ağustos 1551'de Osmanlı topraklarına kattı.

Osmanlı idaresindeki Trablusgarp ile iç kısımlardaki çöl bölgesi sosyal, siyasi ve ekonomik olarak birleştirildi.

Trablusgarb Osmanlı döneminde huzur ve refaha kavuştu.

Bugün "Libya" olarak isimlendirilen coğrafya, Osmanlı Devleti tarafından Trablus, Bingazi ve Fizan adıyla ayrı ayrı idari merkezler aracılığıyla yönetildi.

Cezayir, Tunus ve Trablusgarb ocaklarına hep birlikte "garp ocakları" deniliyordu.

Bu ocaklar Osmanlı'ya gelir getiren zengin bir bölge değildi.

İSLAM DÜNYASININ SAVUNMASI LİBYA'DAN BAŞLIYOR

Dahası savunulması da Osmanlı'dan uzaklığı düşünüldüğünde oldukça zordu.

Ancak tarihin gördüğü en kudretli devletlerden olan Osmanlı, hem kendi savunması hem de İslam dünyasının savunmasının
Libya'dan başladığını biliyordu.

Bu yönüyle Cezayir, Tunus ve Libya Osmanlı'nın ümmeti korumak için yönettiği bir uzak karakol görevi yürütüyordu.

Osmanlı Devleti merkezi askeri teşkilatına Balkanlardaki Hristiyan kökenli genç erkekleri devşirme usulüyle dahil ediyordu.

Kuzey Afrika'daki topraklarını savunmak amacıyla da Anadolu'dan genç erkekleri asker olarak garp ocaklarına gönderiliyordu.

Osmanlı böylece, askerlik mesleği bakımından insan kaynağı sınırlı olan bölgenin askeri altyapısını da geliştirmeyi amaçlıyordu.

Libya, Tunus ve Cezayir'de görev yapan bu profesyonel askerlerin yerel halktan kızlarla evlenmesi teşvik ediliyordu ve bu teşvik Libya'ya yüzyıllar boyu damga vuran,, sayıları bugün milyonlarla ifade edilen bir "kuloğlu" neslini ortaya çıkardı.

"Kuloğulları" babaları Anadolu kökenli asker ve anneleri yerel halktan olan bir Türk nesli..

Kuloğullarının sayısı zamanla artmış, Osmanlı'da hem siyasi, hem askeri alanda önemli görevler üstlenmişlerdi.

On yedinci yüzyıla girilirken, dünya ticareti köklü değişiklikler yaşadı.

Akdeniz'deki ticaret yolu üzerinde bulunan Cezayir, Libya, Tunus bölgesinin önemi giderek arttı.

Bu öneme binaen buraların güvenliğini sağlamak da gittikçe zorlaştı.

Çünkü sömürgeci avrupalı devletler, garp ocakları için adeta fırsat kolluyordu.

Çok geçmeden de bu fırsatı zorla ele geçirecek ve bölgeyi sömürgeleştirecekti.

Osmanlı Devleti 1711 yılında bölgedeki Karamanlı Ahmed Bey'e Trablusgarb'da bir "Karamanlı Hanedanı" kurma imkanı verdi.

1827 yılına gelindiğinde, Libya'da yönetim krizi baş gösterdi.

Tam da bu sırada Osmanlı donanması Navarin'de Avrupalı devletlerin ortak donanması tarafından yakıldı.

Sömürgeci Avrupa Osmanlı'yı uzak kalesinde zayıflatmak için kalbinden vurmaya başlamıştı.

Doğu Akdeniz'de Yunan isyanı başladı. Sömürgeci emeller içinde kıvranan Fransa 1830'da Cezayir'i işgal etti.

1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı ile eyalet merkeze bağlandı.

Fransa ise Cezayir'in ardından Tunus ve Libya'yı da işgal etmek için hazırlıklar yapıyordu.

Osmanlı da Fransa başta olmak üzere Avrupalı devletlerin bu sömürgeci emellerine karşılık, bölge halkıyla daha yoğun ilişkiler geliştirdi.

Sudan-Senegal, Sudan-Fas kervan ticaret yollarının güvenliğini sağlayacak adımlar attı.

Ancak İngilizler de sömürgecilik işgalleri için bölgeyi hedef seçti.

1882 yılında Mısır, ardından da Sudan'ı işgal ettiler.

Hem Fransız hem de İngilizlerin işgali sonrası, Osmanlılar'ın kurduğu istikrar ve güvenlik ortamı ağır bir darbe aldı.

Böylece eyalet mühim bir gelir kaybına uğradı ve merkezden gelecek yardımları bekler oldu.

Trablus, Osmanlı milleti için bugün Türkiye sınırları içindeki herhangi bir vilayetten farksızdı.
Çünkü o da bir vatan toprağıydı.

Nitekim 1877 yılında kurulan Osmanlı Meclisi'ne Trablus üç vekil gönderdi.

1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiğinde de sekiz milletvekili Meclis'te Libya'yı temsil etti.

Libya'daki aşiret ileri gelenlerinin çocukları ve Kuloğullarından oluşan Hamidiye alayları kurularak halk herhangi bir işgale karşı hazırlandı.

Sahilden yapılacak saldırıları püskürtmek amacıyla, Tunus'tan Mısır sınırına kadar olan uzun sahil şeridinde, stratejik savunma noktalarına silah depoları kuruldu.

Öte yandan Trablus, Fizan ve Bingazi'de birer kanaat önderi olan tarikat şeyhleri ve kabile liderlerine madalyalar, nişanlar verildi.

Osmanlı devletine bağlılığı öne çıkaran unvanlar ihdas edildi.

Bu bağlamda, bölgedeki kabileler üzerinde etkisi bulunan, Şazeliyye tarikatının bir kolu olan medeniyye tarikatı lideri Şeyh Zafir Efendi,
II. Abdülhamid'in davetiyle İstanbul'a gelerek hususi danışmanı unvanını aldı.

Sultan Abdülaziz devrinde de senüsi zaviyelerine verilen destek artırılarak sürdürüldü.

Çünkü, senüsiyye tarikatı, Bingazi ve Çad yolu ile Akdeniz'den sahra altına oradan da Sudan, Ssenegal ve Fas'a uzanan bölgede etkiliydi.

100 BİN İTALYAN ASKERİ 5 BİN YÜREKLİ ANADOLU EVLADI BOZGUNA UĞRATTI

Nitekim Fransız ve İtalyan emperyalist yayılmasına karşı, senüsiyye tarikatının mensupları çok istikrarlı ve güçlü bir direniş gösterdiler.

İtalyanlar1911 yılında yüz bin civarında askeriyle Libya'yı işgale kalkıştı.

Anadolu'dan bölgeye giden vatan evlatları, canları pahasına bu uzak kaleyi savundu.

Hem de sadece 5 bin 500 askerle...

Müthiş direniş karşısında İtalyanlar ağır yenilgi aldı.

İtalyanlar sahil kısımlarına adeta hapsedildiler ve Libya'nın iç bölgelerine giremediler.

Balkan savaşlarının başlaması, Libya'daki durum adına Osmanlı devletini acil bir çözüme mecbur etti.

18 Ekim 1912'de İtalya ile Uşi Antlaşması imzalandı.

İtalyanların Libya'daki hakimiyeti tanınırken, Müslümanları temsil etmesi için "Naibü's-sultan" unvanlı bir yetkili atandı.

Osmanlı Birinci Sünya Savaşı'nın başlamasıyla İtalyanlara verdiği bu tavizle İtalya'nın İngiliz-Rus-Fransız ittifakına girmesini önlemeye çalıştı.

Osmanlı'nın Libya'ya yaptığı yardımların karşılığını Türkiye çok defasında Libya halkından gördü.

Milli mücadele döneminde Libya'dan Türkiye'ye gelen paşalar bütün güçlerini seferber etti.

Her fırsatta "Türkiye'nin bağımsızlığı olmadan İslam alemi sömürgeden kurtulamaz" sözlerini Anadolu topraklarında tekrarlıyorlardı.

Onların torunları da bugün Türkiye'den övgüyle bahsediyor. Türk halkının kendilerine verdiği desteği, göğüslerini kabartarak tüm dünyaya ilan ediyor.

Libya'daki İtalyan işgal dönemi 1911'den 1943 yılına kadar sürdü.

1943'te İtalyan-Alman birlikleri yenilip Libya'yı terk etti. Bu kez onların yerine bir başka işgalci güç İngiliz ve Fransızlar Libya'yı işgal etti.

Birleşmiş Milletler tarafından Libya'nın geleceğine karar verilmesi aşamasında Libya-Türkiye ilişkileri yeniden başladı.

Libya adına Şeyh İdris es-Senüsi Türkiye'ye başvurarak üst düzeyde görevlendireceği uzman kişiler talep etti.

Bu bağlamda, Libya hükümetine başkanlık eden Sadullah Koloğlu başta olmak üzere çok sayıda üst düzey görevli Türkiye'den Libya'ya gitti.

24 Aralık 1951'de Kral I. İdris es-Senüsi tarafından bağımsızlığı ilan edilen Libya'nın ilk başbakanı da bir Türk, Sadullah Koloğlu'ydu.

1960'ların başında Libya'da zengin petrol yatakları keşfedilince ülkenin kaderi değişti.

Tabi ülkenin değeri de sömürgeci Avrupalı ülkeler nezdinde daha da arttı ve bunun ilk adımı 1969'da yaşandı.

Sükünet içindeki Libya, devrim adı verilen bir sürece girdi. Türkiye ile ilişkiler bir süreliğine donduruldu.

Devrim Lideri Muammer Kaddafi daha sonra Türkiye'nin Libya'ya karşı samimi tutumuna olumlu cevap verdi.

Türkiye'nin Kıbrıs Barış Harekatı'na destek olmak suretiyle ikili dostluk ilişkilerini tazeledi.

Sonuç olarak, Türkiye'nin Libya ile gündemde olan ilişkilerinin temelinde yaklaşık 1200 yıl öncesine dayanan bir arka plan var.

Bu koskoca tarihi geçmişte Kanuni'den II. Abdülhamid'e Mustafa Kemal'den Bülent Ecevit-Necmettin Erbakan hükümetine uzanan hatıralar mevcut.

Türkiye-Libya dostluğu, bu tecrübelerden hareketle, bölgede barışın tesis edilmesinde yine belirleyici olacaktır.

Türkiye'nin Libya ve Doğu Akdeniz'de olup bitene kayıtsız kalması,iktidarda hangi hükümet olursa olsun, Ankara'nın jeopolitik ve jeostratejik konumunu doğrudan olumsuz etkileyecektir.

Osmanlı devletinin çöküşünü etkileyen faktörlerden biri de Akdeniz'deki deniz egemenliğini yavaş yavaş kaybetmesine rağmen buna karşı bir çözüm geliştirememesiydi.

Libya'ya sükut kalmanın tarihin bu acı tecrübesinin tekerrür etmesine yol açabileceğini görmek bir zaruret...

Bugün Türkiye'nin Libya'da bulunması "İskenderun Körfezi'ne sıkıştırılma projesinin" akamete uğratılması anlamını taşıyor.

Öyle ki Türkiye Akdeniz'de varlığını sürdüremezse, Doğu Akdeniz'de Türk gemi ve uçaklarının izinsiz seyirleri bile tehlikeye girecektir.

"KKTC ve Libya ile başlattığımız süreçlerden vazgeçersek bize olta atacak sahil bile bırakmayacaklar" Türkiye'nin "Libya'da ne işi var?" konusuna tekrar gelelim. Türk halkının Libya'yla on iki asır öncesine giden tarihsel ve kültürel bağları bulunuyor.

Peki ya Avrupalı ülkelerin Libya ile ne alakaları var?

Libya topraklarında Avrupalı demek sömürgeci, kadın bebek acımadan katleden, adaletten, insanlık değerlerinden yoksun zalimler demek....

Bugün de öyle olmuyor mu? ABD, Rusya, Fransa, İtalya gibi emperyalist ülkeler, Libya'da sivillerin katledilmesini umursamıyor.

Savaş baronu darbeci Hafter'i Arap ve İslam dünyasının dertlerini umursamayan Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi arabistan'la birlikte desteğe boğuyor.

Türkiye bölgesel ve küresel güç olmak istiyorsa tarihine bakmalı. Tıpkı Osmanlı'nın en güçlü devrinde olduğu gibi Türkiye de
çevresindeki denizlerde güçlü olmak zorunda...

ABD kendisinden binlerce kilometre uzaklıktaki Akdeniz'i kontrol etmek için en büyük filolarından 6. filoyu Sicilya'ya konuşlandırdı.

Rusya ise Suriye'nin akdeniz sahilindeki Lazkiye kentinde bulunan 'Tartus Üssü'nü güçlendiriyor.

Bu şartlar altında Doğu Akdeniz'de en büyük kıyıya sahip bir ülke olarak Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Libya'da olan biteni izlemesi mümkün mü?

Türkiye sınırlarını, çıkarlarını korumak için, tarihine sahip çıkmak için Libya'da olmak zorunda...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.