Türkiye solu,1 Mayıs 1977'de Taksim'de öldü

Taksim'deki kanlı 1 Mayıs'ı yaşayanlardan Prof. Dr. Halil Berktay: O katliam sol gruplar arasındaki çatışmanın ürünüydü. ABD parmağı, derin devlet, fabrikasyon masallar... Türkiye solu, enkaz halindeki geçmişi için bir mağduriyet hikâyesine ihtiyaç duydu

Dünyanın birçok ülkesinde 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın gergin geçtiğini, polis ve işçiler arasında çatışmalara sahne olduğunu takip ederiz. Ancak ülkemizde 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın tarihinde Taksim Meydanı'nın farklı bir yeri var. Bu meydanda, 37 yıl önce açılan ateş sonucu 34 kişi yaşamını yitirdi, 136 kişi de yaralandı. Olayların ardından 470 kişi gözaltına alındı. Ateşi kimin açtığı ise geçen 37 yıla rağmen tespit edilemedi ve 1 Mayıs 1977 dosyası kapatıldı.
Türkiye'deki sol örgütler, olayların derin devlet ile dış istihbaratın ortak bir organizasyonu olduğunu yıllarca tekrarladı. O dramatik günü Taksim Meydanı'nda yaşayan eski Aydınlıkçı Prof. Halil Berktay ise bu ezberi bozarak, yaşamını yitiren 34 kişinin sol gruplar arasındaki çatışmanın kurbanı olduğunu yazdı. Dahası, bu senaryoyu sol örgütlerin birlikte yazdıklarını iddia etti. Sol gruplar arasında tartışmaya neden olan bu yazıyı ve 1 Mayıs 1977 gününü Berktay ile konuştuk.
77 olayları ile ilgili sol grupların anlattığı "derin devlet-dış istihbarat" senaryosu var.
Bu hikâye tamamen fabrikasyon. Solun ve belli başlı fraksiyonların suçluluk hisleri ile uydurdukları bir masaldan ibaret. Bunun yalan olduğunu söyleyerek bana saldıranlar da söylediklerimin doğru olduğunu biliyorlar.
O meydanda hangi sol örgütler ve fraksiyonlar vardı?
Belli başlı 4 ana akım vardı. Bir de bunların alt unsurları vardı. Birinci grup, eski ve en barışçı, demokratik ve reformucu bir çizgide olan, Avrupa komünizmini savunan Mehmet Ali Aybar ve çevresi. Yani eski TİP önderliği. İkinci grup, esas karargahı yurtdışında olan, Türkiye içinde yarı legal bir örgütlenmesi olan Türkiye Komünist Partisi'ydi. Üçüncü grup ise TKP'nin zıt kutbunda, maalesef, benim de içinde bulunduğum, Çin taraftarı Maoculuk'tu. Şimdi bunları anlatırken kendi kendime bu zırvalara bir dönem nasıl inandığımı düşünmeden edemiyorum. Bunun dışında Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği grupları vardı. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya'nın uzantısı gruplardı bunlar. Bunlar da farklılıkları olmakla birlikte Maocu çizgide yer alıyordu. Herkes yüzde yüz saf Marksizm'i arıyordu. Her fraksiyon kendi örgütüne yakın olduğu ülkeye olağanüstü bir bağnazlık ve dogmatizmle sarılıyordu. Diğerleri emperyalizmin ajanı olarak görülüyordu. Bütün bu örgütler arasında korkunç bir düşmanlık vardı. Solun büyük kesimi silahlıydı. Şiddeti tümüyle reddeden barışçıl bir sol o dönemde varolamadı.

Bunun özeleştirisi bugün yapıldı mı?
Büyük ölçüde yapılmadı. Ben bu düşmanlıkları yazdığımda bana itiraz ederek "Düşmanlıklar bu boyutta değildi" gibi sesler yükseltildi. Tümüyle yalan söylüyorlar. O dönemde düşmanlıkların şiddet içermediğini, birbirlerinden adam dövme, hatta adam öldürmeye varmadığını söyleyen yalan söylüyordur.
Çatışma nasıl başladı?
Taksim Meydanı TKP ve DİSK'in hegemonyası altındaydı. Aydınlıkçılar bir şeylerden rahatsız oldu ve Taksim Meydanı'nı dışarıdan zorlamayacaklarını açıkladı. Meydanda hemen herkes derece derece silahlıydı. Ben konvoyda yürüyordum. DİSK ve Maden-İş görevlilerinin ellerinde koca koca gürgen sopalar vardı. Muazzam bir gerginlik vardı.
İlk silah sesleri nerede duyuldu?
Sular İdaresi tarafından Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu ve Halkın Birligi grupları "revizyonist barikatları yıkacağız" kararlılığıyla TKP ve DİSK'in barikatlarını yıkarak meydana girmeye çalışıyor. Karşılarına DİSK görevlilerinin barikatı çıkıyor. Birileri havaya silah atıyor ve patır patır silah sesleri yükselmeye başlıyor. Meydanın içinden de seslerin geldiği tarafa doğru silahlar atılmaya başlandı. Muazzam bir panik başladı. Ben kendimi yere attım. Gezi Parkı merdivenlerine kadar başımı kaldırmadan sürüne sürüne geçtim. Kürsünün yakınında ayağa kalktım. İnsanlar meydanın çıkış noktalarına doğru kaçışmışlardı. Kürsünün önündeki alanda 5-10 bin kişilik, birbirine yapışmış bir kalabalık vardı. Bu panik içinde insanlar meydana en yakın çıkış olan Kazancı Yokuşu'na birikince birçok kişi ezilerek öldü.
Çatışma bitince ne yaptınız?
Ara sokaklardan Teşvikiye'deki evime doğru yürüdüm. Yol boyunca polis araçları vardı. Hiçbiri bize saldırmadı. Evde radyodan olayın büyüklüğünü öğrendim. Sokağa çıktım ve diğer sol gruplardan arkadaşlar vardı. "Beğendiniz mi yaptığınızı, ne olacak şimdi solun hali" dedim. Hiçbirinin ağzı bıçak açmıyordu. Hepsi suçu kabullenmiş durumdaydı. "Sular İdaresi'nin üzerinden uzun namlulu silahlarla ateş açıldı, otelin üzerinden otomatik silahlarla ateş açıldı" gibi hâkim sınıf komplosu filan, hiç yoktu böyle şeyler. Esas sorumluluk Maocu gruplarındı. Biraraya geldiler ve kendi sorumluluklarını örtbas etmek için bu hikayeleri uydurdular. Buna çeşitli süslemeler ilave ettiler. "Kazancı yokuşunun girişinde sokağı daraltan esrarengiz bir kamyonet varmış, oraya kasıtlı olarak konulmuş" denildi. Ben konuşunca DİSK yöneticileri o kamyonetin Gıda-İş Sendikası kamyoneti olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.
Otelden ateş eden ABD'lilerden bahsedilir. Bu da mı uydurmaydı?
"Bir gün önce otele esrarengiz bir ABD'li grup giriş yapmış, olaydan birkaç saat sonra da otelden ayrılmış, saldırıda CIA parmağı var" dediler. Bu otele her yıl sayısız ABD'li grup geliyor, belki öyle bir grup hiç olmadı. Türkiye solunun kafası o dönemde bu kadar kıttı. Bırakalım bu palavraları. Kendi vicdan seslerini susturmak ve kendi tabanlarına iman tazeletmek için bu hikayeye muhtaçtılar. Sular idaresinin üzerinden hiçbir ateş olmadı. Orada oturanlar silahsızdı. Polisin ateş açtığını söylediler. O da yalandı. Polis ateş açmadı. Sonradan alana girdi. Polis de olaylar karşısında şaşkındı.

Bu hikâyeyi Maocu gruplar üretmişti ama diğer gruplar da hikayeye sarıldı. Sonraki yıllarda sol çöktü, Sovyetler Birliği'nin, bütün Doğu Avrupa'daki tek parti diktatörlüklerinin sonu geldi. Sosyalizm alternatif bir model olmaktan çıktı. Dağılan Türkiye solu, enkaz halindeki geçmişi için bir mağduriyet hikayesi yaratmak ihiyacı duydu. Bu hikâyenin adı 1 Mayıs 1977'dir. Türkiye'de sol, önce 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı'nda sonra da bu masal uydurulduğunda manen öldü. Geri kalan marjinal kalıntıları, ben bu konuda konuştuğumda bana yaptıkları saldırıların ahlaksızlığı içinde üçüncü defa öldüler.

Kaynak: İsa Tatlıcan / Sabah

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.