Deşifre'ye baskı mı yapılıyor?

Açıkladığı gıda skandallarıyla Türkiye'nin gündemi değiştiren programın yapımcısı ve sunucusu Mehmet Ali Önel konuştu..

İbrahim ALTAY / SABAH - A Haber'in başarılı programı Deşifre özellikle 'gıda' konusunda yaptığı yayınlarla gündem belirliyor. Programın yapımcısı ve sunucusu deneyimli gazeteci Mehmet Ali Önel'le plaza gazeteciliğini, siyasi gazeteciliği, misyon gazeteciliğini, programını ve kendisinin habere bakışını konuştuk
Usta gazeteci Mehmet Ali Önel yönetiminde hazırlanan Deşifre, son yılların en iyi televizyon programlarından biri. Ucuz siyasi tartışmalara kapılmadan da izlenebilir haber programlarının yapılabileceğini gösterdi. Kendisini sanal gündemlerin akışına kaptırmadı, kendi gündemini belirledi. A Haber'deki üçüncü yılına giren Deşifre, geride kalan iki yıl içerisinde çok önemli dosyalar hazırladı. Bunlardan bazıları günlerce, hatta haftalarca tartışıldı. Toplum sağlığını yakından ilgilendiren kampanyalar başlattı. Yediğimiz ekmeğe, içtiğimiz suya daha yakından bakmamızı sağladı. Dikkatsizce tüketilen gıdaların bize sağlık değil, hastalık getirebileceğini anlattı. Besinlerimiz üzerinde oynanan oyunları ortaya çıkardı. Mehmet Ali Önel ve ekibiyle buluşup hem programlarının başarısını hem de programlarında gündeme getirdikleri konuları tartıştık.
- Deşifre, başarısını neye borçlu?
- Bizim meslek terbiyemizde yaptığımız işi en iyi şekilde yapmak vardır. Bir kare görüntü ya da kısa bir röportaj için, gerektiğinde Türkiye'nin ya da mümkünse Dünya'nın bir ucundan öteki ucuna gitmeye hiç üşenmeyiz. Başarımızın ikinci nedeni, bakış açısı farklılığı... Meselelere topluma dayatılan pencereden değil, halka ulaşabileceğimiz başka pencerelerden bakmaya çalışıyoruz. Aslında o pencerelerden bakınca toplumun gerçek gündemini görürsünüz.
PLAZA GAZETECİSİ DEĞİLİZ
- Diğerleri nereden bakıyor?
- Plaza gazeteciliğinin başladığı yıllardan beri işler daha çok masa başı, hazır ajans haberleriyle yürümeye başladı. Bu, gazetelerde, televizyonlarda, hatta dergilerde bile böyle. Grup farklılıklarına rağmen hemen hemen bütün gazete ve televizyonlarda aynı haberleri, aynı başlıkları görüyoruz. Çünkü hepsi aynı ajans ve kaynaklardan besleniyor. Oysa mesela dergi haberciliği daha enine boyuna araştırma gerektirir. Artık orada bile standart kalıplar hakim.
- Bir bakıma siz televizyonda dergi haberciliği mi yapıyorsunuz?

- Evet! Aynen öyle. Bir de şu var: Gazetecilik 24 saat yaşayan ve yaşanması gereken bir şey. Yaşarsanız, farklılıkları, öne çıkması gereken başlıkları daha iyi görürsünüz. Halkın içinde olmak lazım. Halkın sorunlarını birebir hissetmek, duyumsamak ve onları aktarmak lazım. Bizim aslında biraz da farklılığımız burada.

MEDYA BU KONUYU ÇOK İHMAL ETTİ
- Neden ısrarla gıda haberleri yapıyorsunuz?
- Biz Türk halkı olarak, medya olarak bugüne kadar ne yediğimizi sorgulamadık. İnsanlar yeni yeni marketten bir ürün alırken üzerindeki açıklamalara ve içindekilere bakıyor. Oysaki Avrupalılar bunu 70 sene önce yapmaya başladı. O yüzden de hem üreten firmalar hem de onları denetleyen kamu otoritesi çok dikkatli olmak zorunda. Esasen sorun halkın bilinçlenmesinden geçiyor. Halk bilinçli olursa firmalar da ona göre üretim yapar, kamu otoritesi de ona göre denetler. Ama bizim halkımız yıllarca bu işi çok ihmal ettiği için hem otoriteler uyumaya geçmiş hem de firmalar meydanı boş buldukları için ne kadar iyi para kazanacaklarının yollarına bakmışlar. Sağlık ve kaliteden çok para kazanmaya önem vermişler. Reklam kampanyaları, üretim amaçları hep bu odakta toplanmış.

BASKI ALTINDA DEĞİLİZ
- Programınızın bir başarısı da gündelik siyasete bulaşmadan gündem oluşturmayı başarması.

- Babıali'de 'Gazetecilik muhalefettir,' denirdi. Ama bu söz doğru anlaşılmadı ya da saptırıldı. Medya sırf bu sorunlu bakış yüzünden birkaç iyi örnek hariç, 28 Şubat sürecinde topluca darbecilerin dümen suyuna girdi. Aslında, Cumhuriyet tarihi boyunca bu hep böyleydi, Adnan Menderes'e de, Özal'a da aynısı yapıldı; bugün de Tayyip Bey'e yapılıyor. Medya bir görüşün etrafında odaklanıyor, o görüşü savunuyor, o görüşün karşısında olan toplumsal siyasi akımı da boğmaya çalışıyor. Oysa ki gazetecilik bu değil; kamu yararına haber yapmaktır. Kamunun aydınlanması, doğru bilgilenmesi adına haber yapmaktır. Şu ya da bu siyasi parti diye, toplumun şu ya da bu kesimi diye ayrım yapmamaktır.

- Kanal yönetimi ya da siyasiler programınıza tepki göstermiyor mu?
- Bakın! Çok açık konuşacağım. Beş yıldır Turkuvaz Medya Grubu'ndayız. Herkes bu grubu hükümete yakın bir grup olarak tanımlıyor. Bu yüzden de grup içinde hükümeti üzecek haberlerin yapılmadığı varsayılıyor. Deşifre programı olarak biz bunun külliyen yalan olduğunun en açık kanıtıyız. Yayına başladığımızdan beri toplumun yararına ne varsa haber yapıyoruz. Kimin ayağına basarız diye düşünmüyoruz. Bugüne kadar da bize ne patronajımızdan, ne de siyasilerden en ufak bir baskı geldi. Çünkü şunu biliyorlar: Bu gazetecilerin amacı siyaseten muhalefet yapmak değil. Toplumun doğru bilgilendirilmesi adına; hak, hukuk, doğru neyse onun adına çalıştığımızı biliyorlar. Burada işimizi gayet rahat yapıyoruz.
- Yaptığınız programların bazılarında bazı bakanlıklarla sürtüşmeler oldu ama...
- Haklısınız. Yaptığımız damacana haberleriyle Sağlık Bakanlığı adeta sarsıldı. Buna rağmen bize patronajdan ya da hükümetten 'Kardeşim! Siz ne yapıyorsunuz?' şeklinde bir itiraz gelmedi. Zaten ben Sağlık Bakanı'nı yapmış olduğu bir siyasi tercihten dolayı eleştirmedim. Öyle yapsaydım bu bir 'siyasi gazetecilik' olurdu.

SORUN GAZETECİLERİN KENDİLERİ
- Siyasi gazetecilik ne demek?
- Bugün malesef medyanın bir kesimi, farkında olarak ya da olmayarak, doğrudan misyon gazeteciliği, siyasi gazetecilik yapıyor. Biz ise toplumun gerçek sesi, soluğu olmaya, mesleğimizi tam da olması gerektiği gibi halk adına yapmaya çalışıyoruz. Toplumu siyasi kliklere ayırmaksızın, şu kesim bu kesim demeden, onların haber alma ihtiyacını karşılıyoruz. Ezilenin, mağdurun, mazlumun hakkını savunmaya çalışıyoruz. Mesele şu ya da bu yayın kuruluşunda çalışmak, şu ya da bu siyasi partinin iktidar olması değil. Sorun gazetecilerin bizzat kendilerinden kaynaklanıyor... Onların kafalarındaki köşebentlerden, kafalarındaki at gözlüğünden kaynaklanıyor. Onu çıkarıp attığınızda, toplumun tamamını kucaklayan, toplum faydasını esas alan haberler yaptığınızda bunun karşılığını alıyorsunuz.
- Alışveriş yaparken yayınlarınızın etkili olduğuna şahit oluyor musunuz?
- Vatandaş tıpkı bir gıda denetçisi gibi davranmaya, yediklerini araştırmaya, etiket okumaya başladı. Bu, çok olumlu bir gelişme.

SİSTEMİ SORGULUYORUZ
- Tarzınız farklı. Eskiden, mesela Uğur Dündar imalathaneleri basıp sinek kovalardı. Oradaki insanlara bağırıp çağırırdı. Haklı ya da haksız, onların kendilerini ifade etmelerine izin vermeden adeta linç ederdi. Sizin tarzınız biraz daha farklı... Hatalarını ortaya çıkardığınız insanları bile programa çağırıp dinliyorsunuz.
- Uğur Dündar benim ustamdır. 10 yıl beraber çalıştık, yetişmemde çok emeği olmuştur. Hakkını teslim etmem gerekir. Ancak o gazetecilik anlayışında bir kısır döngü vardı. Sistemi sorgulamaktan ziyade, örnekler üzerinde durmak büyük fotoğrafın görülmesine engel oluyordu. Şöyle ki: Sistemin tamamında sorunlar var ama siz bir kurbanı alıyorsunuz, onu ekranda afişe ediyorsunuz, çocuklarına ekmek götüremez hale getiriyorsunuz. Aslında o adam da sistemin kurbanı. O berbat ortamda gıda üreten adam öyle görmüş ve öyle yapmaya devam ediyor. Ona birisi doğruyu göstermemiş ya da adam hırslarına yenik düşmüş. Oysa biz Deşifre'de sadece yerel sistemi değil, uluslar arası gıda tröstlerini, sistemin tamamını sorguluyoruz. Biliyoruz ki gıda işi yerel, bölgesel olmaktan çoktan çıktı. Artık dünyanın hemen her yerinde aynı dev firmalar gıda işini ele almış durumda. Küresel bir gıda firması arkasına bilim adamlarını da alarak, tereyağını kötülüyor ama hidrojenize margarinin kalbe iyi geldiğini iddia ediyorsa, ona da hesap sorabilmek lazım. Elbette bu yayınları yapmak için gıda alanında uzman gazeteci olmak, okumak, araştırmak, merak etmek lazım.
HAYALLERİMİZ, UMUTLARIMIZ AYNI
Deşifre'yi hazırlayan ekip üç kişiden oluşuyor: Mehmet Ali Önel, Bahadır Kerimoğlu ve Burhan Aytekin. Hepsi de deneyimli gazeteciler. Önel arkadaşlarını 'çekirdek kadro' olarak tanımlıyor. Bahadır Kerimoğlu'yla Arena zamanlarından beri birlikteler. Burhan Aytekin'le ise neredeyse 10 yıldır birlikte çalışıyorlar. "Başarımızda ekibin payı çok büyük," diyor Mehmet Ali Önel. "Birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Hedeflerimiz, hayallerimiz, umutlarımız, gazetecilikteki bakış açımız aynı. Bazen konuşmadan birbirimizi anlıyoruz. Bu sayede ortak bir ses oluşturuyoruz."
A HABER GÜNDEM BELİRLİYOR
"A Haber'in durumunu nasıl görüyorsunuz peki?" diye soruyorum. "Kanalda çok değerli arkadaşlarla birlikte çalışıyoruz," diye yanıtlıyor beni. "Mahmut İpşirli, Cengiz Er, Yüksel Altuntaş, Can Okanar ve daha adını sayamadığım birçok arkadaşla birlikte harika işler çıkarıyoruz. Genç bir kanalda Türkiye'nin gündemini değiştiriyoruz.
DEŞİFRE NELERİ DEŞİFRE ETTİ?
ARISIZ BAL YAPMIŞLAR
"Hangi kanalı açsanız bir takım ünlü insanların televizyona çıkıp 'Beş kavanoz bal 50 TL' gibi çok komik rakamlara bal pazarladığını görüyorduk. Bu, sadece şeker ve su olsa bile, o fiyata maletmek mümkün değil. Nasıl olur da reçelin yarı fiyatına bal satılabilir? Hiçbir gazeteci arkadaş sormadan biz bu soruyu sorduk, farkımız burada. Piyasada satılan balları toplayıp Gıda ve Tarım Bakanlığı'na akredite olan, uluslararası geçerliliğe sahip labaratuvarlara verip analiz ettirdik. Ortaya çıktı ki balların çoğu sahte. İçinde mısırdan elde edilen glikoz şurubu, bal esansı ve su var... Arısız bal yapmış adamlar. Yediğinizde bunu anlamanız mümkün değil, çünkü gerçek balın kokusunu, tadını verebiliyorlar labaratuvarda. Bizim yaptığımız bu haberden sonra Gıda ve Tarım Bakanlığı iyi bir refleks verdi. Piyasadaki ballar üzerinde onlar da bir çalışma yaptılar ve hile yapan firmaları açıkladılar. Bakanlığın tam da tağşiş yapan firmalarla ilgili altyapı düzenlemesi de o günlere denk geldi, iyi de oldu."
SU BİLE KANSER YAPABİLİR
"Su konusunda Prof. Dr. Erkan Topuz'un hakkını teslim edelim. Bir yayında 'Türkiye'deki suların içinde ciddi oranda kanser yapıcı ağır metal var,' dedi bana. Şaşırdım. Alüminyum, civa, kadminyum, kurşun; bunların suda olmaması, belli bir limitin üzerinde hiç olmaması gerekiyor. Hoca bizi uyardı. Arkadaşlarla toplantı yaptık. Piyasada satılan ve çok bilinen firmaların damacana sularını alıp bunları tahlil ettirdik. 'Önce biyolojik tahlil yaptıralım,' dedik. Arkasından da ağır metal tahlili yaptıracaktık. Ama biyolojik sonuçlar o kadar korkunç çıktı ki ağır metal tahlili yaptırmaya zaman kalmadan Türkiye'de müthiş bir gündem oluştu. Hepimizin tükettiği, çok bilinen su markalarının sularının da çok kirli olduğunu ortaya çıkardık. Bazı suların içinde sadece kanalizasyon atıklarıyla bulaşabilen oranlarda biyolojik kirlilik, yani lağım karışımı çıktı. Sular aslında kaynağında temiz. Bakanlık ruhsatlandırırken bu su kaynaklarını inceliyor. Bazı firmalar yaz aylarında artan talebi karşılamak için denetim dışındaki kaynaklardan, derelerden, kuyulardan su doldurabiliyor. Bu sulara da haliyle kanalizasyon karışabiliyor. Ayrıca plastik damacanaların 50-60 defadan fazla kullanılmaması gerekiyor. Ama firmalara maliyet getirdiği için 300 defa 500 defa, hatta 1000 defa kullanılıyor. Kullanıldıkça içlerindeki kılcal damarlara bir takım bakteriler yerleşiyor. Bizim yayınlarımızdan sonra bir takım firmalar cam damacanaya yönelmeye başladı. Ama sorun hâlâ çözülmedi. Sağlık Bakanlığı bana göre burada iyi bir sınav vermedi. Yaptıkları bazı göstermelik denetimlerle toplumu rahatlatmaya çalıştılar. Sorunu esaslı bir şekilde ele almadılar. Yeni Sağlık Bakanı umarım bu meseleyi ele alır. Çünkü halen içtiğimiz sular biyolojik olarak kirli. Ayrıca sulardaki ağır metal meselesinin de açıklığa kavuşturulması, denetimlerin yapılması lazım. Varsın, Allah'ın suyunu paketleyip satan firmalar daha az kâr etsin, bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren halkın sağlığı."
ETİN YARI FİYATINA ETSİZ SUCUK
"Etin kilosu 20 TL civarında. Ama 7-8 TL'ye sucuk satılıyor. Sucuğun hammaddesi et olduğu halde, etin yarı fiyatına sucuk satılabilir mi? 'Burada da bir numara var,' dedik ve araştırmaya başladık. Anladık ki, hayvan sakatatlarını, bağırsakları, tavuk gagalarını, tavuk kemiklerini ve hayvan derisini, aklınıza gelen yenmeyecek, yemeyeceğimiz daha ne varsa herşeyi birazcık etle ve bol baharatla karıştırıp karıştırıp sucuk diye vatandaşın önüne koyuyorlar. Üstelik bu sahtekarlığı merdiven altı gariban firmalar değil, TV'de reklam verebilen dev firmalar yapıyordu. Bizim bu yayınımızdan sonra Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ilgili tüzüğü değiştirdi. Eski tüzükte firmalara hile yapmaları için farkında olmadan olanak sağlanıyordu. İşlenmiş et ürünlerinde kırmızı et ve kanatlı et karışımına müsade ediliyordu. Bakanlık bunun büyük bir hileye yol açtığını görüp bizim yayınlardan sonra 'Dana sucuğunda sadece yüzde 100 dana olacak, tavuk ya da kanat sucuğunda da sadece yüzde 100 tavuk ya da kanat olacak' diye bir ayrıma gitti. Bu Deşifre programı sayesinde oldu."

ENDÜSTRİYEL GIDALARA DİKKAT!
"Üç hafta önce bir yayın yaptık. Masaya endüstriyel gıdaları topladık. Hemen hepsinin içinde onlarca gıda katkısı var. Bir de önümde köy ekmeği var. Bildiğiniz, esmer köy ekmeği. Okuyorum sonuçları. Onda da bir dünya gıda katkısı var. Köy ekmeğinin içinde bu kadar katkı olur mu? Bunu gören vatandaş fırına gidip 'Kardeşim! Ben katkılı ekmek istemiyorum,' diyecek. Fırın da ona göre ekmek yapacak. Katkısız ekmek belki bir hafta dayanmayacak, üç günde bayatlayacak. Varsın bayatlasın, ama sağlıklı ekmek olsun. Bugünkü sistemde, gıda tröstleri daha çok kar edecek diye gıdaların raf ömrünü uzatmak için katkı maddelerine belli oranda müsade ediliyor. Gıdalarda üç binden fazla katkı kullanılıyor. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın dev uluslararası firmaların etkisi ile oluşturulan kodeksleri değil, halkın sağlığını gözeten kriterleri baz alması lazım. Aksi takdirde aşırı katkılı gıdalarla beslenen halkı ciddi sağlık sorunları bekliyor. Dünya Sağlık Örgütü obezite'nın temel nedeni katkılı gıdalardır diyor ve alarm veriyor. Kanser patlaması yaşanacak denilirdi hep, artık sanırım o patlama yaşanıyor. Bakın yakın çevrenize artık ne kadar çok insan bu illete yakalanıyor. Kanımca bu konuda temel bir politika değişikliğine ihtiyaç var. Halkı sağlıklı yaşama yönlendirmek, hastalıkların tedavisine harcanan milyar dolarlardan çok daha ucuz ve sağlıklı bir yöntem değil mi? Önleyici sağlık hizmetlerine daha fazla ağırlık verilmesi lazım. Sayın Başbakan'ın beyaz ekmeğe karşı yaptığı duyarlı çağrı çok çok olumlu. Umarız boyalı, şekerli, katkılı daha birçok endüstriyel zararlı gıdalar için bu çağrılar yapılır."
BOZUK SÜT
"Ben Doğu Karadenizliyim. Çocukluğum İsviçre Alplerini aratmayan güzellikteki Kaçkar dağı eteklerinde geçti. Annem mutfakta tereyağını tavaya koyduğunda, o tereyağının rayihası evin sadece içini değil dışını da sarardı. Tok insanın bile iştahı açılırdı. Bugün artık tereyağı böyle kokmuyor. Çünkü artık tereyağı yüzde 100 sütten yapılmıyor. İçine patates püresi gibi maddeler, hatta bitkisel margarinler hidronije edilip katılabiliyor. Ayrıca inekler mısır slajı ile, daha da kötüsü GDO'lu hazır süt yemleriyle besleniyor. İnekler güneşe bile çıkmıyor, mera yüzü görmüyor. Hayvanlar tek tip yapay yemlerle besleniyor. Oysa Yüce Allah tabiatı çok çeşitli, çok renkli yaratmış. Her bir ayrı otun, her bir ayrı çiçeğin değeri, önemi var. Endüstri fıtratı olanı bozup, bu çeşitliliği her alanda yok edip, tektipleştiriyor. Biz yayınlarımızda bu gerçekleri dile getirince, dev gıda firmaları hop oturup hop kalkıyor. Yayınlarımızı Gıda ve Tarım Bakanlığı yakından takip ediyor. Bakanlık birçok firmanın tereyağlarında bitkisel margarin karışımı buldu ve bunları açıkladı."

MEYVE SEBZE DEYİP GEÇMEYİN
"Türkiye'deki tarım topraklarında korkutucu boyutlarda zehirlenme var. Son 20-30 yıldır Çukurova'dan başlayıp yurdun tamamına yayılan bir zehirlenme bu... Modern, konvansiyonel tarımla birlikte, bilinçsiz kullanılan tarım ilaçları bugün artık hem meyveleri hem de sebzeleri ifsad ediyor. Şunu duyuyoruz: 'Avrupa'ya giden bilmem kaç ton turunçgiller geri geldi.' 'Tırlar dolusu domates, biber gümrüklerden geri döndü'. Neden? Çünkü üzerinde ilaç kalıntısı bulununuyor. Yabancı ülkelere giden ürünler sınır kapılarında denetleniyor ama iç piyasada böyle denetim yok. Biz meyve sebze yerken ne kadar ilaç kalıntısı yediğimizi bilmiyoruz. Markete gidip alıyoruz. Bakanlık da bunları kolayca denetleyemiyor. Bizim program bu denetimin de yolunu açmış oldu. Gittik, orta üst kesime hitap eden adı sanı belli iyi marketlerin sattığı ürünleri alıp tahlil ettirdik. Üstelik bu marketler çiftçiye özel üretim yaptırıyor ya da tarlada ürünü denetleyerek alıyorlar. İyi marketlerde bile karşımıza korkunç bir tablo çıktı. Meyve ve sebzelerin üzerinde çok büyük oranda zirai ilaç kalıntısı tespit ettik. Arkasından bakanlık iç piyasada satılan meyve ve sebzeleri denetlemeye başladı. Bu denetimler bence halen yetersiz."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.