"Dost" İran "bela" oldu!

İran’ın son yıllarda izlediği mezhep eksenli ve yayılmacı politikalar, bölge ülkelerinin iç dengelerini etkileyecek biçimde nüfuzunu artırma çabaları, İslam dünyasındaki imajının büyük ölçüde bozulmasına neden oldu. ABD’nin ağır yaptırımlarına maruz kaldığı dönemde “mağdur” ülke görünümüyle Arap dünyasında ve genel olarak İslam coğrafyasında sempatiyle bakılan İran’a yönelik algının bozulmasında, Tahran yönetiminin Suriye’de Esed rejimine verdiği askeri, siyasi ve ekonomik destek ve bu amaçla Rusya ile yaptığı askeri ittifak belirleyici oldu.

Nisan ayında İstanbul'da yapılan İİT İslam Zirvesi'nin kapanış bildirgesinde yer alan kınama mesajları, Tahran'ın izlediği politikalardan duyulan yaygın rahatsızlığın somut tezahürü. Öte yandan İran'ın Arap dünyasıyla ilişkileri, bölgedeki birçok ülkede "vekiller" üzerinden yürütülen mücadelenin doğrudan bir çatışmaya dönüşme potansiyeli taşıdığı dikkate alındığında hayati önem taşıyor.

İRAN-ARAP İLİŞKİLERİNDE "TEKRARLAR VE İNKARLAR"

İran'ın bölgede nüfuzunu artırma çabaları, önceki senelerde İran'a sempati besleyerek hükümetlerden büyük oranda farklı bir tavır sergileyen Arap halklarının bakışında büyük değişikliğe yol açtı. İran'ın Suriye'de Esed rejimine arka çıkması, Yemen'de Husi hareketini kendi güdümünde bir güç olarak yeniden dizayn etmesi, Suriye devrimine destek veren Hamas ve İslami Cihadı aldıkları tavırdan dolayı cezalandırması Arap dünyası genelinde oluşan olumsuz İran algısının başlıca sebepleri arasında yer alıyor.

FATIMA ES-SAMADİ -

Geçtiğimiz yıllarda, Batılı ya da Arap araştırma merkezlerinin İran-Arap ilişkileri konusunda tertiplediği pek çok forum ve sempozyuma katıldım. Bu toplantıların tamamının ortak noktası, Arapların, İran'ın Arap ülkelerinin içişlerine karıştığı ve saldırgan bir politika izlediğini "tekrar" etmesi, İran'ın da bunu her zaman "inkar" ederek Suriye, Yemen ve Irak'ta yaşananlarla ilgili resmi söyleminin ardına gizlenmesi oldu. Son senelerde İran-Arap ilişkilerinde yaşanan tehlikeli değişim ve gerginliğin, ilişkilerin yapıcı bir yönde ilerlemesini engellediği hatta savaş ihtimalini artırdığı yönünde genel bir kanaat oluşmuş durumda.

El-Cezire Araştırma Merkezi'nde 2015'te Arap entelektüellerinin, İran'ın bölgedeki rolü ve karşılıklı ilişkilerin seyriyle ilgili eğilimlerini inceleyen bir anket çalışması yaptık. Eylül-Ekim 2015 tarihlerinde 21 Arap ülkesinden siyasetçi, akademisyen, entelektüellerin yanı sıra gençler ve sendika çalışanları üzerinde yapılan anketin hedefi, İran-Arap ilişkilerinin alması istenen formunu belirlemek amacıyla, meseleyi farklı yönleriyle ele almaktı.

Anket sonuçları, İran-Arap ilişkilerinin içinde bulunduğu krizin ne kadar derin olduğunu ortaya koydu. Sonuçlar, Arap dünyası entelektüellerinin, ilişkilerde gelinen noktaya "çok olumsuz" baktığını ve bu ilişkilerin geleceğiyle ilgili de karamsar olduğunu gösterdi. Anket sonuçlarına göre, katılımcıların yüzde 89'u İran-Arap siyasi ilişkilerinin "kötü" olduğu, yüzde 9'u ise "iyi" olduğu yönünde görüş belirtirken yüzde 3'lük bir kesim bu konuda görüş belirtmeyi ya da cevap vermeyi reddetti. Sosyal, kültürel, iktisadi ve güvenlik alanındaki ilişkiler konusunda da buna yakın sonuçlar ortaya çıktı. İlişkilerin geleceğine ilişkin araştırmada ise Arap entelektüellerinin kahir ekseriyeti, önümüzdeki 5 yıl içinde İran-Arap ilişkilerinde bir iyileşme olmasını beklemediğini ifade etti.

Ankete katılanların yüzde 39'u İran'ın siyasi rolünü ve nüfuz kurma çabasını, yüzde 29'u Arap ülkelerinin içişlerine müdahalesini, yüzde 25'i mezhep sorununu, yüzde 7'si Batının müdahalesini, ilişkilerin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlar olarak ortaya koydu. Yapılan anket gerek Arap gerekse İran basınında geniş yer buldu ancak dikkat çekici olan, İran basınının, bazı kısımlar üzerine yoğunlaşması ve özellikle "Arap ülkelerinin içişlerine müdahale ve Arap devrimlerine karşı takınılan tavırla" ilgili diğer kısımları görmezden gelmesi oldu.

İran konusunda araştırma yapan biri olarak anketten şu sonuçları çıkarmanın mümkün olduğunu düşünüyorum:

Ankete katılanların çoğunda olumsuz bir İran imajı hakim, bunun ardında yatan temel sebep de İran'ın komşu Arap ülkelerine karşı izlediği politika. İran'ın, başta Suriye ve Yemen olmak üzere Arap devrimleri karşısında takındığı tavır, geçtiğimiz senelerde İran'a sempati besleyerek hükümetlerden büyük oranda farklı bir tavır sergileyen Arap halklarının mizacında büyük bir değişiklik meydana getirdi. İran'ın Suriye'de Beşşar Esed rejimine arka çıkması, Yemen'de Husi hareketine yeni bir kimlik kazandırması ve onu kendine bağlı bir yapı olarak yeniden tarif etmesi, Hamas ve İslami Cihadı ona karşı aldıkları tavırdan dolayı cezalandırması ve bu gruplara yönelik desteğini kesmesi, Arap halklarının genelindeki İran imajını değiştirdi. İran'ın Suriye'deki politikası ve Arap devrimlerine karşı takındığı tutum, bu olumsuz imajın oluşmasının önemli sebepleri arasında yer alıyor.

İran yakın bir zamana kadar Filistin meselesini kendi lehine başarılı bir şekilde kullandı ve Arap rejimlerinin, İsrail ile müzakere seçeneğinden yana tavır alması sonucu oluşan boşluğu doldurdu. İran İslam Cumhuriyeti'nin, devrimden sonra Filistin meselesine verdiği büyük destek inkar edilemez ancak oynamak istediği rol ile verdiği maddi ve ideolojik desteğe rağmen Suriye'deki politikaları, Tahran'ın üstlendiği bu role doğrudan darbe indirdi. Bu nedenle Arap dünyası entelektüellerinin büyük kısmının "İran'ın Filistin meselesini kullandığı ve Filistin'le ilgili söylemlerinin hiç bir gerçeklik payı olmadığı" yönünde bir fikre sahip olması anlaşılabilir bir durum.

Bununla birlikte çoğunluk, İran-Arap ilişkilerine akılcı bir şekilde yaklaşıyor ve hala İran-Arap yakınlaşmasının gerçekleşmesini istiyor, İran'a yönelik herhangi bir askeri müdahaleye net bir şekilde karşı çıkıyor. Çoğunluk, hala Araplar için en büyük tehlikeyi İsrail'in oluşturduğunu düşünüyor. İran yakın bir zaman kadar bu ülkeler için tehlike oluşturmasa da son zamanlarda tehlike oluşturanlar listesinde ABD'nin de önüne geçerek ikinci sıraya yerleşti.

İran-Arap ilişkilerinde yaşanan gerginliğin neticesinde su yüzüne çıkan bir diğer meseleyi "İran modeli" başlığında incelemek mümkün. Ankette görüş bildirenlerin çoğu artık örnek alınacak bir İran modeli olmadığını düşünüyor. Bu da İran'ın uzun zamandır bu alanda yaptığı propagandanın ve reklamın başarısız olduğu anlamına geliyor. "Modelin başarısız olduğu" görüşünün, ankete katılan ve aralarında Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) mensuplarından büyük bir grubun da olduğu İslami kesimde ortaya çıktığı aşikar. Bu kesimin haricinde Arap entelektüelleri de bu görüşe katıldı. Bu durum, İran modeline körü körüne bağlı olmakla itham edilen İslami kesimin, İran'a ve onun temsil ettiği devrime bakışında değişim olduğunu gösteriyor.

İran'ın nükleer programı konusunda Batı ile anlaşmaya varmasının ardından ABD ile ilişkilerinin iyileşeceği ve bunun da başta Suudi Arabistan olmak üzere komşularıyla ilişkilerini düzelteceği yönünde makul bir beklenti içine girildi ancak iki ülke arasındaki ilişkilerde yaşanan kördüğüm bu beklentiyi boşa çıkardı. İlişkilerin bu noktaya gelmesinde başlıca rolü, iki ülkenin farklı siyasi stratejiler izlemesi oynadı. Bu durum, bölgesel düzeyde gayet karmaşık ve tehlikeli bir tablonun oluşmasına neden oldu ve oluyor. Temelde jeopolitik karakterli olan bu mücadelenin mezhepsel bir boyuta taşınması, belki de sorunun en tehlikeli kısmını oluşturuyor.

Anket sonuçlarına dönecek olursak, ABD-İran yakınlaşmasını destekleyenler ile karşı çıkanlar arasında bir ayrışma yaşandığını ancak her iki grubun da bu yakınlaşmadan belirgin şekilde endişe duyduğu anlaşılıyor. Ankete katılanların yüzde 70'i bu yakınlaşmadan korku ve endişe duyduğunu ifade etti ki bu korkuların başında, İran'ın bölgedeki hegemonyasının artması ve İslam devrimi öncesinde olduğu gibi "Körfez bölgesindeki polis" rolüne tekrar dönmesi geliyor.

Sonuç olarak şu söylenebilir: İran'ın bölge ülkeleriyle "yapıcı işbirliği"nden bahsetmesi ve bunu dış politikasının ekseni olarak takdim etmesi, Araplar tarafından farklı okunuyor. Araplar artık İran İslam Cumhuriyeti'nin bölgedeki stratejik faaliyetlerine karşı konulması için bir yol bulunması gerektiğine inanıyor. Siyasetçilerin İran-Arap ilişkileri konusunda yaptıkları açıklamaları, kendi konumlarını mantıki ve akılcı bir şekilde ifade etmelerinin ötesinde insanda simgeler, hatıralar, kin, hoşgörü, niyet, arzu, korkunun yanı sıra etik, sembolik ve ideolojik manzumeler bütünü kanalıyla oluşan "algı haritasının" verdiği bir tepki olarak okumak gerekiyor.

Arapların İran'a karşı sergilediği düşmanca bakış kendisini pek çok vesileyle dışa vurdu. Bunlardan biri WikiLeaks belgelerinin ortaya koyduğu gibi Arapların "yılanın başının kesilmesi" yönündeki istekleriydi. İran ise Körfez ülkelerindeki Araplara "Onlar Batı ve ABD'nin uşağıdır" şeklindeki aşağılayıcı bakışını her vesileyle gösteriyor.

Bu durum, "ben ve öteki algısı" kapsamında değerlendirilebilecek bir durum ancak coğrafya, çıkarlar ve ortak noktalar, İran ve Arapların algı haritalarını etkiliyor. Bu algı haritasının barışçı diyalog ya da şiddet kullanarak değiştirilmesi mümkün. Şu halde komşuların, hangisinin bölge ve dünya halkları için daha faydalı olacağına karar vermesi gerekiyor.

ARAP HÜKÜMETLERİ VE HALKLARINDA OLUMSUZ İRAN ALGISI KÖKLEŞİYOR

İran'ın, son yıllarda başta Suriye krizi olmak üzere bölge ülkelerine yönelik müdahaleleri ve mezhep eksenli yayılmacı politikaları, Arap dünyasında gerek hükümetler gerekse halklar düzeyinde büyük imaj kaybına uğramasına yol açtı.

Arap dünyasındaki yaygın kanaat, İran'ın Irak, Lübnan, Yemen, Bahreyn ve Kuveyt'te izlediği mezhep temelli politikalarlarla bölgede nüfuzunu artırmaya çalıştığı bu gücünü de kendi çıkarları doğrultusunda Batılı ülkelerle pazarlık unsuru olarak kullandığı yönünde.

ALİ HÜSEYİN BAKİR -

Geçen nisan ayı ortalarında İstanbul'da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı 13. İslam Zirvesi'nin kapanış bildirisinde 50'yi aşkın ülkenin liderleri, İran'ın başta Bahreyn, Yemen, Suriye ve Somali olmak üzere bölge ülkelerinin içişlerine yönelik müdahalesini kınadı. İran'ın terörü desteklemeye devam etmesini kınayan liderler, bu ülkeyi güç kullanmaktan ya da bununla tehdit etmekten geri durmaya ve mezhep temelli ajandasını bir tarafa bırakmaya çağırdı. Bildiride ayrıca, Suriye, Bahreyn, Kuveyt ve Yemen'deki Hizbullah milislerinin de terör eylemleri kınandı.

Mesaj çok açıktı; İslam dünyasının kahir ekseriyeti, İran'ın kendisiyle ve muhitiyle barışık olmadığını, bölgesel barış ve istikrarı baltaladığını, mezhepsel çatışmaları körüklediğini ve silahlı milisler aracılığıyla komşu ülkelerin güvenliğini tehdit ettiğini düşünüyordu. Ancak İran, gönderilen bu mesajın manasını idrak etmiş gibi görünmüyor. Şu ana kadar tutumunda herhangi bir değişiklik yapmayan İran, yakın zamanda böyle bir değişikliğe gidecek gibi de görünmüyor.

İRAN'IN "DUYGUSAL ŞANTAJI"

2006 yılına kadar Arap ve İslam dünyasının İran'a bakışı belli bir dereceye kadar olumluydu ancak bu durum, İran'ın müspet politikalar uygulamasından çok duygusal şantaj yoluyla kitleleri kandırma gücünden kaynaklanıyordu. İran o zamana kadar, Filistin meselesini ve dünyadaki mazlumları savunduğu ve Batı'nın politikalarının kurbanı olduğu iddiasıyla kitleleri kandırmayı başarmıştı. Fakat 2008 yılından sonra İslam ve Arap dünyasında halkın büyük bir bölümünün İran'a bakışı değişmeye başladı. 2009 yılında İran'da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimleri ve "Yeşil Devrim", "özgürlüklere saygı göstermeyen, kanuna değer vermeyen, halkını tahakküm altına alan, yolsuzluk ve sahtekarlığa batmış" teokratik bir devlet olarak İran hakkındaki olumsuz imajın perçinlenmesinde çok etkili oldu.

Aynı yıl Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) yayımlanan Afak el-Müstakbel Dergisi, 11 Arap gazetesinde yazan köşe yazarlarının Yeşil Devrim'e ilişkin değerlendirmeleri üzerine yapılan bir analizin sonuçlarını yayınladı. Analiz sonuçları, köşe yazarlarının yüzde 85,5'inin İran rejiminin, "Yeşil Devrim'in dış kaynaklı bir komplo olduğu" yönündeki söylemini kabul etmediğini, bunun Batı'nın yönlendirmesiyle ilgisi olmayan bir iç mesele olduğu kanaatini taşıdığını ortaya koydu.

Takip eden dönemde İran'ın Arap dünyasındaki imajı, başta Irak dosyası olmak üzere (Nuri Maliki'nin başbakanlığa getirilmesi) bölgede ABD ile yaptığı siyasi anlaşmalar ve Ofer Kardeşler konusu gibi İsrail-İran arasındaki gizli ilişkilere dair bazı skandalların ortaya çıkması sonucunda zedelenmeye başladı. Tüm bu veriler, İran'ın sözleriyle uygulamaları arasında çelişki olduğunu gösterdi ve Arap dünyasında büyük bir kesim o vakit İran'ın "direniş" hakkındaki söylemlerinin, salt bir ikiyüzlülük ve ulusal çıkarlarına ulaşmak için kullanılan bir araç olduğunu anladı.

İRAN'A İLİŞKİN KAMUOYU ALGISI VE ANKETLER

İran'ın Irak, Lübnan, Yemen, Bahreyn ve Kuveyt'te izlediği mezhep temelli politikalar, onun, bölge ülkelerinde nüfuz sahibi olmaya çalışan ve kendi ajandasını gerçekleştirmek için Batılı ülkelerle pazarlık kartı olarak Arap ülkelerini kullanan bir devlet imajı vermesine zemin hazırladı. 2010 yılının sonu ve 2011'in başında Arap devrimlerinin patlak vermesiyle İran büyük bir imaj kaybına uğradı, özellikle Suriye devriminden sonra Arap kamuoyunun İran algısında çok ciddi bir dönüşüm meydana geldi. O dönem Arap kamuoyunun büyük kısmı İran'a karşı olumsuz bir bakış üzerinde birleşti. Öte yandan 2006 öncesinde Arap halklarının İran'a bakışıyla Arap yönetimlerinin bu ülkeye karşı takındığı tavır arasındaki karşıtlık da kaybolmaya başladı. Suriye devrimi, İran'ın gerçek yüzünü ortaya çıkardı ve daha sonraları yapılan tüm anketler de bu sonucu teyid etti.

2012'de Zogby araştırma kurumu, 2006 yılındakilere kıyasla bölgede İran'ın imajıyla ilgili en kapsamlı anketi yaptı. Türkiye, Pakistan ve Azerbaycan'ın yanı sıra 17 Arap ülkesini kapsayan bu anket, bu ülkelerde halkın büyük bir kesiminin İran'a karşı olumsuz bir bakış açısına sahip olduğunu ortaya koydu. Bu çerçevede Suudi Arabistan'da halkın yüzde 84'ünün, Katar'da yüzde 79'unun, Türkiye'de 77'sinin, Ürdün'de 74'ünün, Pakistan'da 71'inin, Şii nüfusun yoğun olduğu Azerbaycan'da yüzde 75'inin ve hatta İran'ın müdafiliğini yaptığını öne sürdüğü Filistinlilerin dahi yüzde 70'inin İran'a karşı olumsuz kanaat taşıdığı belirlendi.

Bu anketin sonuçlarına göre, olumsuz bakışın başlıca sebebi İran'ın özellikle Irak, Suriye ve Körfez ülkelerine yönelik izlediği dış politikalardı. İran'ın bölgedeki Şiilere özellikle de Irak, Bahreyn, Yemen ve Suudi Arabistan'dakilere nüfuz etmesi ve onları bölgesel projesinde bir araç olarak kullanması bu olumsuz imajın yayılmasına yardımcı bir etkendi. Yine bu anket, Lübnan hariç tüm ülkelerin İran'ın nükleer programının barışçıl olmadığı, hedefinin nükleer silah üretmek olduğu inancı taşıdığını ve bu nedenle de uygulanan yaptırımları desteklediğini gösterdi.

Tesev Enstitüsü'nün 2013'te Arap dünyasında gerçekleştirdiği bir başka anket de İran'ın, Irak ve Suriye hükümetlerinin yanı sıra bölgede mezhep temelli politika izleyen ülkeler piramidinin zirvesinde olduğunu ortaya çıkardı. Bu anketler, İran'ın bölgede mezhepsel politikalar izlemesi, silahlı milisler yetiştirmesi, paralı askerleri hizmete alması ve Esed rejiminin halkına karşı işlediği suçları desteklemesinin, sahip olduğu silahlardan daha tehlikeli olduğu yönünde neredeyse tam bir ittifak olduğunu ortaya koydu.

NÜKLEER ANLAŞMANIN ETKİLERİ

İran yönetimi 2015'te nükleer programı ve bölgedeki diğer bir dizi mesele hakkında ABD ile müzakerelerde bulunuyordu. Bu konuda bir anlaşmaya varılsa da İran'ın tüm dünya ve bölge bazında oluşturduğu olumsuz imaj değişmedi. Haziran 2015'te Pew Araştırma Merkezi, İran hakkında 41 devleti kapsayan bir anketin sonuçlarını yayımladı. Araştırmada 40 devletten 31'inin, (9'u Ortadoğu ülkesi) İran'la ilgili çok olumsuz görüş taşıdığı belirlendi. Anket daha önce ılımlı ve reformist olarak tanıtılan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye karşı da olumsuz bir bakış olduğunu gösterdi.

İran'a yönelik bu olumsuz bakış, ABD ile nükleer anlaşma imzalamasından sonra daha da kökleşti. 2016 yılının başında El-Cezire Araştırma Merkezi, 21 Arap ülkesi üzerinde Arap entelektüellerinin İran'a bakışı konusunda hazırladığı anketin sonuçlarını açıkladı. Bu anket de yüzde 88'lik bir kesimin, İran'ın Filistin meselesini, Arap dünyasında nüfuz elde etmek için kullandığını ve Filistin ile ilgili söylemlerinin güvenilir olmadığını düşündüğünü ortaya koydu.

Ankete göre görüş bildirenlerin yüzde 82'i, İran'daki Velayet-i Fakih sisteminin Arap dünyasıyla ilişkilerde olumsuz bir rol oynadığını düşünürken, yine büyük bir çoğunluk İran'ın bazı Arap ülkelerinde çıkarları olduğu yönündeki söylemin, bu ülkelerin içişlerine karışmasının gerekçesi olamayacağını kanaatinde. Yine anket sonuçlarına göre Arap aydınlarının yüzde 85'i, İran'ın Suriye'ye, yüzde 87'si Yemen'e, yüzde 86'sı da Irak'a müdahalesine karşı çıkıyor. İran-ABD nükleer anlaşması konusuna gelince, yüzde 70'lik kesim ABD ile İran'ın yakınlaşmasından duyduğu korkuyu dile getiriyor ve bu durumun, onun eskiden olduğu gibi "ABD'nin Körfez'deki polisi" rolünü yeniden oynamak için bölgedeki nüfuzunu artıracağını düşünüyor.

Sonuç olarak İran'ın bu olumsuz imajı, Arap ve İslam dünyasında gerek halklar gerekse yönetimler nezdinde gittikçe kökleşiyor. Bu, bahsettiğimiz gibi tek bir devletle değil Arap ve İslam dünyasının geneliyle alakalı bir durum. Bunun temel sebebinin de İran'ın bölgedeki olumsuz tavırları olduğu aşikar. Bu, 10 yılı aşkın bir süredir devam eden ve bölgeyi yıkıma uğratan, İslam'ın içeriden parçalanmasına yol açan bir yaklaşımın temsil ettiği bir tavırdır. İran da bu tavrını değiştirmez ya da değiştirmeye zorlanmaz ise er ya da geç bunun sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalacaktır.

ARAPLARIN GÖZÜNDE İRAN: DOST ÜLKEDEN "VAROLUŞSAL" TEHDİDE

Arap dünyasında İran imajı, Tahran yönetiminin bölge ülkelerine yönelik doğrudan ve dolaylı müdahalelerine bağlı olarak son yıllarda büyük ölçüde bozuldu.

ABD'nin ağır yaptırımlarına maruz kaldığı dönemde Arap dünyası ve genel olarak İslam coğrafyasında "mağdur" bir ülke olarak görülen İran, mezhep eksenli politikaları nedeniyle giderek tecrit edilirken, bölge ülkeleri tarafından artık bir "tehdit" olarak algılanmaya başladı.

İran yönelik olumsuz görüşler ve yaklaşımların, hükümetlerle karşılaştırıldığında Arap halkları nezdinde daha da yaygın olduğu dikkat çekiyor.

İHSAN EL-FAKİH -

İran yönetiminin, son yıllarda izlediği mezhep eksenli ve yayılmacı politikalar ile Suriye örneğinde görüldüğü üzere bölge ülkelerine doğrudan askeri müdahaleleri, Tahran'ın yakın döneme kadar olumlu en azından "sorunsuz" devam eden Arap dünyası ile ilişkilerinde derin kırılmalara yol açtı.

Konuyla ilgili AA'ya değerlendirmelerde bulunan uzmanlar, ABD'nin ağır yaptırımlarına maruz kaldığı dönemde "mağdur" taraf olarak görülen ve buna bağlı olarak İslam dünyasındaki imajı nisbeten olumlu olan İran'ın, son yıllarda izlediği yayılmacı ve mezhep temelli politikalarla bu imajına büyük zarar verdiğini, hatta bölge ülkelerine yönelik "varoluşşal" bir tehdit teşkil ettiğine ilişkin kanaatin giderek yaygınlaşmakta olduğunu belirtiyor. Öte yandan yapılan araştırmalar, İran'a ilişkin olumsuz algının, hükümetlerle karşılaştırıldığında Arap halkları arasında çok daha yaygın olduğunu gösteriyor.

İran uzmanı Ürdünlü araştırmacı Nebil el-Atum, bölgede son dönemde oluşan gerilimin başlıca sebebinin İran'ın politikalarından kaynaklandığını savunarak, "İran, kendisine bağlı örgütlerin uyuyan hücrelerini kullanarak ya da Sünni çoğunluğun arasında yaşayan Şii azınlıkların varlığından faydalanarak bölge ülkelerine müdahil olması, bir çatışma ortamı oluşturdu" dedi.

"Diğer ülkelerinin içişlerine müdahale ederek bölgesel krizlerin fitilini ateşlediğinin ortaya çıkmasından sonra İran'ın imajı artık eskisi gibi değil" diyen Atum, sosyal medyanın, İran'ın bölgedeki projelerinin tehlikesine ilişkin kitlesel bir bilincin oluşmasında önemli rol oynadığını ancak hükümetlerin bu projenin araçları ve stratejik hedeflerinin aydınlatılması konusunda yetersiz kalındığını kaydetti. Atum, "Bölge ülkeleri arasındaki gerilimin sona erdirilip barış ve karşılıklı saygı içinde birarada yaşama temelinde sağlam ilişkiler kurulması ve nükleer programın barışçıl olduğu" yönündeki fikir ve söylemlerin, İran'daki mevcut rejimin, mezhep temelli çatışmaları kışkırtmayacağına dair teminat vermemesi halinde gerçekleştirilmesi mümkün olmayan sloganlardan ibaret kalacağı değerlendirmesinde bulundu.

ORTAK STRATEJİ GELİŞTİRİLMELİ

Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ihtilaflar nedeniyle İran tehlikesiyle mücadelede ortak bir tavır alamadığını söyleyen Atum, İran'ın bölgede artan nüfuzuna ve yayılmacı politikalarına karşı konulabilmesi için müşterek bir Arap stratejisi geliştirilmesi gerektiğini kaydetti.

Arap ve İslam dünyasında İran algısının mevcut durumu ve özellikle Suriye krizi öncesine nispetle ne kadar bozulduğuna ilişkin en açık işaret, nisan ayında İstanbul'da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 13. İslam Zirvesi'nin kapanış bildirgesinde yer alan ifadeler. Bildiride, İran'ın bölge ülkelerinin içişlerine müdahalesi ile Hizbullah'ın Suriye, Bahreyn, Kuveyt ve Yemen'deki terör faaliyetleri açık bir şekilde kınanmıştı.

Katar'da ikamet eden Yemenli milletvekili Muhammed el-Hazmi, İİT Zirvesi'nin kapanış bildirgesinde İran'ın yayılmacı politikalarına ilişkin kınama mesajlarını "İran'ın bölge ülkelerinin çoğunu etkisine aldıktan sonra gelen geç kalmış bir adım" olarak yorumladı. Hazmi, Yemen'de Husilere yönelik Kararlılık Fırtınası operasyonu ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği İslam ülkeleri koalisyonunun ilanıyla, İran'ın bölgesel projesi konusunda İslam ve Arap ülkelerinin bilinçlendiğini, İİT'nin kapanış bildirisinin de Arap dünyasına, İslam ülkelerinin ortak bir strateji belirleyerek bazı hedeflerini gerçekleştirebilecekleri yönünde umut verdiğini vurguladı.

Bildiride yer alan mesajların, İran'ın hükümetler ve örgütler bazındaki müttefikleri eliyle Irak, Suriye ve Yemen'de katledilen insanları kurtaracak bir eylem planına dönüştürülmesi çağrısı yapan Hazmi, "Bazı bölge ülkelerinin uluslararası baskılara boyun eğmesi, İran projesinin, Yemen örneğinde olduğu gibi uygulanmasını kolaylaştırdı. İran burada, kuzeyde Husiler, güneyde ayrılıkçı Güney Hareketi olmak üzere iki yerel güç vücuda getirdi" ifadelerini kullandı.

IRAK, İRAN'IN NÜFUZUNA TERK EDİLDİ

Bahreyn'deki El-Minber Ulusal İslami Derneği Başkanı ve eski milletvekili Nasır el-Feddale, bölge halklarının "İran'ın genişlemeci Pers İmparatorluğu projesinin" tehlikesini idrak etmeye başladığı yönündeki görüşe katıldığını belirtirken, İran'ın da buna mukabil kendi projesini uygulamaya koymak için bölge ülkelerindeki Şii nüfusu kendine çekmeye çalıştığını ve bunu da başardığını savundu.

Sünnileri tasfiyesini ve kan dökme pahasına genişlemeyi amaçlayan Şii İran projesinin gerçekleşmesine engel olacak ortak bir Arap projesinin olmadığı eleştirisinde bulunan Feddale şunları söyledi:

"Arap ülkeleri yönetimlerinin çoğunluğu, kendi otoritesini sağlamlaştırmak için önüne çıkan herkesi bertaraf etmeyi hedefleyen İran projesinin oluşturduğu tehlikeyi görmeyen 'değişken' bir tavır içinde. Arap ülkeleri Suudi Arabistan hariç bu projeyle mücadele etmek için gerekli adımları atmadı. Arap yönetimlerinin, Irak'tan vazgeçmesi ve işgalin ardından İran'ın nüfuz alanına girmesine izin vermesi, onun bölgedeki tek güç olmasını sağladı."

ARAP HALKLARI TÜRKİYE'Yİ DENGE UNSURU OLARAK GÖRÜYOR

Eski Kuveyt Ümmet Meclisi üyesi ve hukukçu Nasır ed-Duveyle ise Arap ülkelerinin İran'ın "zararlı" projesi karşısında ortak bir duruş sergileyememesine rağmen, Suudi Arabistan'ın, Türkiye'nin de desteğiyle, İran'ın müdahalelerinin kınanması konusunda bir konsensüs oluşmasını sağladığını dile getirdi.

"Körfez ülkeleri halkları İran'ın projesinin hem kendileri hem de devletleri için oluşturduğu tehlikenin farkına vardı. Bu konuda hükümetlerin bir adım önüne geçtiler ancak bölgede hiç kimse İran'la doğrudan mücadeleye girek istemiyor" diyen Duveyle, Arap halklarının, İran'la ilişkilerin geleceğinden umutlu olmadığı için bölgedeki güç dengesinde yeni bir denklem oluşturmak için Türkiye'nin etkin rol oynamasını istediğini ifade etti.

İran'ın mezhep görüntüsü altında Pers milliyetçiliği projesi yürüttüğünü savunan Kuveytli eski milletvekili Velid et-Tabtabai de Arap halklarının artık İran tehlikesi karşısında daha bilinçli olduklarını kaydetti.

İran'ın daha önce Arap halkları nezdinde "dost" olarak görüldüğünü dile getiren Tabtabai, sözlerine şöyle devam etti:

"35 yıl boyunca kendisini, başta Kudüs olmak üzere Müslümanların davalarının savunuculuğunu yapan İslam devrimi şeklinde tanıtan İran'ın tüm bu çabaları boşa çıktı."
Arap hükümetlerinin İran'a karşı ortak strateji geliştiremediği eleştirisinde bulunan ve bu çerçevede bazı Arap ülkelerinin, "tam bir İran hükümeti" olarak nitelendirdiği Irak'taki Haydar el-İbadi yönetimine verdiği resmi desteği eleştiren Tabtabai, "Bazı Arap ülkelerinin İran'la ilişkilerinde çelişkiler var. Bu ülkeler Yemen'deki Kararlılık Fırtınası'nı ve Beşşar Esed karşısında Suriye devrimini desteklerken, Esed rejiminin az gelişmiş bir kopyası olan Irak'taki İbadi hükümetine karşı yumuşak ve tarafgir bir tutum sergiliyor" diye konuştu. Tabtabai, İran'ın politikalarına yönelik kınama mesajlarının yeterli olmadığını, aklıselimle hareket ederek bölge ülkelerinin içişlerine müdahaleden vazgeçmesini sağlamak amacıyla uluslararası İslami kuruluşlardaki üyeliğinin dondurulması çağrısında bulundu.

Ummiyye Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Bessam Duveyhi ise İİT bildirisinin, İran'ın yayılmacı ve saldırgan stratejileri ile davranışlarına karşı oluşan fikir birliğini yansıttığına dikkati çekti. Bölgede Siyonist ve İran projelerine alternatif bir Arap-İslam projesi olmayışının üzüntü verici olduğunu dile getiren Duveyhi, İran'ın ideolojik, politik, ekonomik ve askeri kurumları ve medya kuruluşları aracılığıyla bölgede saldırgan projesini ikame ettiğini aktardı. Duveyhi, Arap ve İslam dünyasından araştırma merkezleri, sivil toplum kuruluşları, siyasiler ve gazetecilere, İran'ın bu projesine dikkat çekilmesi, ümmet ve onun tarihi rolü üzerinde oluşturduğu tehlikeye karşı insanların uyarılması için çaba gösterilmesi çağrısında bulundu. AA

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.