Darbenin bir adım öncesi: 1979

'1979' arşivlerde kara yıl olarak kayıtlı... 1980 darbesine zemin hazırlayıcı olayların yaşandığı 1979'da neler yaşandı?

"Televizyon nedir?" sorusuna - televizyondan yanıt verilmek zorunda olunan yıldı 1979...

Türkiye değişiyordu... Ama değişim her zaman iyiye doğru yol almak demek değildi...

O yıl terör her yerde, her ara sokaktaydı...

Asker her yerde nöbetteydi...

İşte o terör 1979'un daha en başında hiç beklenmedik bir hedef seçti kendine...

1 Şubat sabahıydı...

Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi Ankara'da CHP Lideri ve Başbakan Bülent Ecevit'le buluşmuştu...

İpekçi o görüşmenin sonunda İstanbul'a döndü...

Yazısını yazdı...


Ve eve dönmek için "34 SL 001" plakalı aracına bindi...

Evi Nişantaşı'ndaydı...

Ve trafik sıkışmıştı...

Katilini gördü ama o an onun son anı oldu...

Herkesin aklında tek bir soru vardı...

Katil kim?

İpekçi'yi kim öldürdü?

TERÖR 12 EYLÜL'Ü NASIL HAZIRLADI?

İşte o soru çok geçmeden yanıt buldu...

Türkiye katili kısa süre önce tanıştığı televizyonda gördü...

21 yaşında bir genç, İstanbul Üniversitesi Öğrencisi, Malatya'lı yoksul bir ailenin çocuğu Mehmet Ali Ağca'ydı o...

Ağca, "Baskı ve terör düzenine karşı çıktığım için öldürdüm. İsyan ettiğim için öldürdüm. Hükümete karşı değil düzene karşı olduğum için öldürdüm. Açıklayacağım tek şey silahlı sağ veya sol eylemci olmadığım. Bağımsız tek başına bir terörist eylemdir. Kesinlikle hayatımda hiç bir siyasal kuruluşa üye olmadım" dedi.

Ağca elbette doğru söylemiyordu...

O gün bir kıvılcım çakmıştı ve o kıvılcım yavaş yavaş büyüyecek devasa bir alev topu çok geçmeden ülkeyi yutacaktı...

Mehmet Ali Ağca, kısa süre yargı sürecinin hemen sonunda ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı...

Ancak cezaevindeki 6'ncı ayını doldurmadan bir açıklama yaptı...

"Bildiğim her şeyi anlatacağım, isimler vereceğim" dedi...

Bu belli ki bir yerlere mesajdı...

Ama "mesajın alıcısı kimdi" işte soru hiç yanıt bulmadı...

Mehmet Ali Ağca, açıklamayı yaptıktan bir kaç gün sonra, dönemin en korunaklı Maltepe Askeri Cezaevinden asker elbisesi giyerek kaçtığında mesaj yerini bulmuştu...

İlginç bir gelişmeydi bu...

Ama daha ilginç gelişmeler kapıdaydı...

Ağca cezaevinden kaçtıktan bir kaç gün sonra yeniden ortaya çıktı.

Ancak bu kez yüzünü göstermedi...

Milliyet gazetesine bir mektup yazdı...

Mektubunda ilginç cümleler vardı...

Ağca Katolik kilisesinin Papa'sı Jean Paul'den haçlı kumandanı diye bahsediyor...

Ve Papa'nın Türkiye ziyaretini iptal etmemesi durumunda onu "kesinlikle vuracağını" söylüyordu...

Nitekim Ağca dediğini yaptı ve Papa'yı vurdu...

Dünya şoktaydı... Papa suikasttan yaralı kurtulmuştu Ağca ise yakalanmıştı...

Ama duruşmalarda - akli dengesinin yerinde olmadığını ispatlamaya çalışıyor - Türkiye onu yine televizyonlardan izliyordu...

Ülkenin üzerine karanlık yavaş yavaş çöküyordu artık...

Hem kan dökülüyordu. Hem de kriz vardı...

Borç yükü öyle tırmanmıştı ki Bulgaristan parasını alamadığı için elektriği kesmiş, Irak da yine parası ödenmediği için Türkiye'ye petrol satışını durdurmuştu...

Daha da korkuncu sokaklar artık hiç güvenli değildi...

İpekçi cinayetini yine 1979'da kısa aralıklarla Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un ölümü, ardından yazar İlhan Darendelioğlu'nun katli ve öğretim üyeleri Ümit Yaşar Doğanay ile Cavit Orhan Tütengil'e yönelik suikastlar takip etti...

İlginç gelişmeler birbirini izliyordu...

Yine 1979'da Türkiye'de birer hafta arayla tam 6 tren kazası birden oldu... 60 kişi öldü...

Bu bir rastlantı olamazdı...

Olmadığı kısa sürede anlaşıldı.

Kazaların tümü sabotajdı ve ardında yine teröristler vardı...

Üstelik bankalar da aynı örgütlerin hedefindeydi...

O yıl içinde tam 538 banka soygunu yaşandı...

Panik hızla büyüyordu ...

Sır dolu bir başka gelişme yüzünü yine o yıl bu defa kızıl bir alev olarak gösterdi...

Yine o yıl 3 üniversite kampusu, onlarca kamu binası ve bir çarşı alev alev yandı...

Türkiye çok ama çok derin bir krize sürükleniyordu artık...

Mazot yoktu, benzin yoktu...

Vapurlar çalışmıyordu...

Fabrikalar durmuştu...

Öyle ki artık elektrik de yoktu...

Türkiye kelimenin gerçek anlamında zifiri bir karanlıktaydı...

Türkiye çok ama çok borçlanmıştı...

Ve borçlarını ödeyemez hale gelmişti...

Öyle borçluydu ki, röntgen filmi, ilaç ama en önemlisi gübre bile alamıyordu...

Tarım da artık durmuştu...

Yani bitmek bilmez çilelere bir de kıtlık tehdidi eklenmişti...

İşte bir zamanlar "Karaoğlan" diye efsaneleşen Bülent Ecevit ve onun iktidardaki partisi CHP'yi gözden düşüren bu gelişmeler oldu...

1979'un sonu gelirken Türkiye artık iflasın eşiğindeydi.

Öyle ki borçlara karşılık; hali hazırda yurtdışında bulunan gemilere, uçaklara el konulmasından hatta Türkiye'nin İsviçre'de tuttuğu altınlarının haczinden bile söz edilir oldu...

Artık tek çare vardı... O da dış yardımdı...

Ancak dünya o günlerde Türkiye'de neler olup bittiğini o kadar fazla merak etmiyordu...

Çünkü Sovyet Rusya, Afganistan'ı henüz işgal etmişti, İran'da ise devrim olmuştu...

Gözler kulaklar Türkiye'nin daha doğusundaydı...

Ne var ki "U-2" adlı bir uçak o gözleri yeniden Türkiye'ye döndürdü...

Amerika'nın casus uçağı "U-2"ler eskiden İran'daydılar ama devrimden sonra Humeyni o uçakları ülkesinden dışarı atmıştı...

Uçakların yeni pistinin nerede olacağı merakla bekleniyordu...

Amerika'nı aklına krizdeki Türkiye geldi...

Amerikan Dışişleri Sözcüsü işte o zirvede Ecevit'e "Ya uçaklar Türkiye'ye gelir, ya da 1 dolar bile yardım alamazsınız" dedi...
İpler kopuyor, Türkiye batıyordu...

Ve ülkeye acil para lazımdı.

O şart kabul edilmek zorundaydı.

Ama şart kabul edilirse bu defa hükümet zoru durumda kalacaktı...

Ecevit bunu biliyordu...

IMF kozunu oynadı...

Ama IMF'den de acı bir reçete geldi.

IMF Türkiye'ye para vermeyi kabul etti etmesine ama parayı verince devalüasyon yapılmasını her şeye yüzde yüzleri aşan zam getirilmesini dahası kamu çalışanlarına bir süreliğine maaş ödenmemesini istedi.

Bu Ecevit'in de CHP'nin de sonu demekti...

Ecevit hayır dedi. Para bulmak için önce Libya'ya sonra Arabistan'a gitti..

Ama oralardan da eli boş döndü...

CHP yönetimi çaresizdi...

Hem de öyle çaresizdi ki yolu tefeciye kadar uzandı...

1979 yılının sonunda Türkiye'nin tüm silolarındaki tüm ürünler Amerikalı bir tefeci kuruluş olan "Wells Fargo"ya 150 milyon dolar karşılığında rehin edildi...

Ülke tefecinin eline düşmüştü artık. Milletin emeği peşkeş çekilmişti...

Haber duyulduğu an Ankara bir anda karıştı ve CHP birbirine girdi...

CHP'li Başbakan Yardımcısı Faruk Sükan, partisinin bakanları Hilmi İşgüzar ve Tuncay Mataracı hakkında yolsuzluk iddialarını işte o dönemde ortaya attı...

Hizip kelimesi o günlerde CHP ile siyaset literatürüne girdi.

Ama tüm bunlar yetmezmiş gibi o yıl Şanlıurfa'dan da bir başka ilginç gelişmenin haberi geldi...

Türkiye başıboş kalmıştı ve Apocular adlı bir grup işte o başıboşlukta ortaya çıkmıştı...

Cinayetler devri başlamıştı...

Daha da korkuncu Apocular vadilere silah ve mühimmat depoluyor ve mağaralar örgütün üssü haline geliyordu...

Asker işte o gelişmeler üzerine devreye girdi. Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'di...

Ve "darbe yakındaydı"...

Kısa süre önce Milli Şef İsmet İnönü'yü devirip CHP'nin başına geçen Bülent Ecevit'in koltuğu şiddetle sallanıyordu artık...

Öyle ki en yakın müttefiki DİSK bile CHP'den uzaklaşmaya başlamıştı...

Ama sendikalarla CHP arasındaki ipler 1 Mayıs 1979 günü koptu...

2 yıl önce kan gölüne dönen Taksim Meydanı'na o gün tanklar çıktı...

Ancak DİSK askerin gözdağına karşın yine de eylem yapmakta kararlıydı...

Sendikacılar o kararlılıklarını Ecevit'e ilettiklerinde beklemedikleri yanıtı aldılar.

Ecevit solla yolunu ayırmıştı... DİSK yöneticilerine "meydana çıkmayın arkanızda durmam" dedi...

Gerilim yüksekti... O 1 Mayıs'ta İstanbul'da sokağa çıkma yasağı ilan edildi...

Millet olan biteni evde televizyondan takip ediyordu...

Korkulan olmadı... Ama CHP'nin korktuğu senaryo yakındı...

Türkiye o sonbaharda sandığa gidecekti ve o ara seçimde krizin tek sorumlusu görülen CHP büyük bir şok yaşayacaktı...

Seçimden sonra daha da ilginç gelişmeler oldu...

Bu kez TÜSİAD devreye girdi...

Ve hükümete bu defa onlar muhtıra verdi...

Ecevit'li yıllar bitmişti artık...

Kriz CHP'yi yok etmişti...

O yıl seçimler bir daha yenilendi ve başbakanlık koltuğu 6'ncı kez Demirel'e geçti...

Demirel hükümeti hızla kurdu ama güvenoyu bile almadan ilk iş Milli Güvenlik Kurulunu zirveye çağırdı...

Ama o zirvede yüzü işte böyle görüntülendi. Sıkıntılıydı...

Çünkü kucağında sert bir MGK bildirisi bulmuştu...

Komutanlar o Milli Güvenlik Kurulu'nda Demirel'den vur emri istedi, sıkıyönetim mahkemelerinin yetkisinin artırılmasını talep etti ve karakolları kışla olarak kullanmak istediğini söyledi...

O istekler bile bir tür darbeydi...

Ama asıl sözü 1980'in hemen başında kış tatbikatında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren söyleyecekti..

Evren "bu işi bize bıraksınlar 1 ayda çözeriz" cümlesini işte o tatbikatta kurdu...

Bu darbenin ilk belirgin işaretiydi... Ama ikinci işaret daha da sert olacaktı...

30 Ağustos 1980 günü yani darbeden sadece 13 gün evvel Kenan Evren bir daha televizyondaydı... Bu kez açık konuşuyordu...

Milleti yerle yeksan eden o darbe adım adım geldi...


Adım adım ve göstere göstere...

Bir senaryo vardı... Ve o senaryo işte böyle profesyonelce oynanmıştı...

12 eylül sabahı geldiğinde Türkiye kısa süre önce tanıdığı o televizyondan bu defa bir değil birkaç nesli birden derin bir umutsuzluğa sürükleyecek o sesi duydu...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.