Analiz - Bir utanç: İstiklal Mahkemeleri

Cumhuriyet öncesinde kurulan ve sonrasında da devam eden İstiklal Mahkemeleri bu toprakların gördüğü en kanlı kararlara imza atmış mahkemeler olarak tarihe geçti. Hukukçu olmayan isimlerden kurulu bu gezici mahkemelerin birçok masumun idamına hükmetti.

Resmi tarih ve popüler kültür İstiklal Mahkemeleriyle pek ilgilenmedi... Adını anmak bile neredeyse günah sayıldı yıllar boyu... Sorulmadı, sorgulanmadı...

İstiklal Mahkemeleri'nin nasıl kurulduğunu kimleri idam sehpasına nasıl gönderdiğini bugüne dek gazeteler, kitaplar pek yazmadı...

Ama o mahkemeler gerçekti... O mahkemeler birileri altını çize çize "zorunluluktandı" dese de aslında dünya hukuk tarihinin yüzkarasıydı...

Yıl 1920... Aylardan Nisan... Nisan'ın 23'ü...

O gün Türkiye'nin 4 bir yanından kalkıp Ankara'ya gelen vekillerin hiçbirinin kişisel bir çıkarı yoktu ve hiçbirinin bir diğerine minnet borcu bulunmuyordu...

Tek amaç halk iradesini amir kılmaktı ve başarı muhakkaktı...

Çünkü mesele memleketti....

Ve o günlerde son sığınak, tek memleket, elden gitti gidecek haldeydi... İşte o yılın 23 Nisan'ında o büyük amaç etrafında bir araya geldi ilk Meclis...

Çok iş vardı ve çok dert vardı...

Ama en büyük dert asker kaçaklarıydı..

Çünkü neredeyse 100 yıldır aralıksız süren savaş Anadolu'yu bıktırmıştı...

Köyler erkeksiz - çocuklar babasız kalmıştı...

Millet bu yüzden yeni bir savaşa daha sıcak bakmıyordu..

Anadolu'da bir yandan da içten içe İstanbul - Ankara ikilemi devam ediyordu...

İşte tam da bu nedenle yeni Meclis'in ilk işi Hıyaneti Vataniyye yani vatana ihanet kanununu çıkarmak oldu...

Kanun 29 Nisan 1920 günü yani ilk Meclis açıldıktan sadece 6 gün sonra yasalaştı... O gün o kanunla Mustafa Kemal Atatürk de başkomutanlık rütbesine getirildi...

Vatana ihanet kanununa göre asker kaçaklarıyla mücadeleyi yapacak kurum da belliydi....

Olağanüstü zamanlardı!!

Olağanüstü mahkemeler kurulacak ve inzibatların yakaladığı kaçaklar o mahkemeler de yargılanacaktı...

Mahkemeler 18 Nisan 1920 günü kuruldu... Gezici görev yapacaktı mahkemeler... 3 üyeden oluşacak, karar için oy çokluğu yeterli olacaktı. Ama gerektiğinde başkomutan mahkemeye müdahale edebilecekti..

İşte o madde meclis içinde oluşan muhalefetin pek hoşuna gitmedi...

Muhalefetin başını çeken isimlerden biri Elazığ mebusu Hüseyin Avni Bey tam da o dönemde meclis kürsüsüne çıktı ve İstiklal Mahkemelerini sert sözlerle eleştirdi..

"Olağanüstü mahkemeler olağanüstü dönemde kurulmuştur. Hükümet bize bu kanunu kabul ettirmiştir. Ancak bugün İstiklal Mahkemelerinin el uzatmadığı hiçbir şey kalmamıştır. Efendiler siz memleketi yaşatmak istiyorsanız 350 mahkemenin kudretini artırın. Çünkü o 5 mahkeme memleketi kurtaramaz. Bu dünyanın adaletine sığmaz. Mesele asker kaçağıysa mahkemelerin yetkilerini sadece o kadarla sınırlayalım. Mahkemelere yüklenen her şeyi hüküm altına alma ve her şeye hüküm verme yetkisini üzerimizden kaldırmak bizlere farzdır."

Hüseyin Avni Bey uyarmıştı, ancak sözleri yeterli olmadı, olamadı...

İstiklal Mahkemeleri her geçen gün kuruluş misyonunun yani asker kaçaklarını yakalayıp sorgulama amacının daha da dışına çıktı.

Ama o mahkemelerin hukuk kurallarını alt üst ettiği gelişme tam 1921'in aralık ayına rastladı..

Saltanat ve hilafetin kaldırılacağı konuşulurken Konya'da bir yürüyüş gerçekleşti ...

Halk hilafetin kaldırılması ihtimaline tepkiliydi...

Asli görevi asker kaçaklarıyla mücadele olan İstiklal Mahkemeleri işte o gün devreye girdi...

O dönem olan bitenler büyük millet meclisi arşivinin 242 numaralı dosyasına işlendi...

Meclis'ten oy çokluğuyla çıkan karar korkunçtu... Kararda Konya'nın tümüne irticacı deniyor... Hatta tüm Konya'nın tutuklanması emrediliyordu...

"Bütün bir Konya bölgesi irticaya müsait bir bölge olduğundan gericiliğe müsait bir zemin oluşturulduğundan Konya halkının bütünüyle tutuklanmasına"

(TBMM arşivi Dosya No: 242 Karar No: 276)

Yeni kurulan İstiklal Mahkemesi, işte o emir üzerine harekete geçti...

3 üyeli gezici mahkeme Konya'ya gitti ve sadece 3 gün içinde Konya bozkırında tutuklanan 2 bin 300 kişiden 805'i yine 3 gün içinde idam edildi...

"Konya merkezde 2 bin 300 kişi tutuklanmış, 805 kişi 3 gün içinde idam edilmiştir. Bin 495 kişi de kürek, kala, bende ve ömür boyu gibi çeşitli cezalara çarptırılmışlardır..."

(TBMM arşivi No:5 Zarf 48)

Resmi tarih bu gerçekleri yazmadı bugüne dek... Ama o gerçekler, ilk meclisteki muhalif kanadın ve koca bir milletin hafızasından da hiç silinmedi...

Aynı günlerde mecliste sert tartışmalar da aralıksız devam ediyor, konu sık sık saltanat ve hilafete geliyor, ancak tartışma o an kavgaya dönüyordu...

Yine o tartışmalar sırasında bir gün muhalif kanadın vekillerinden bir diğeri Sinop mebusu Hakkı Hami Bey söz aldı ve doğrudan doğruya İstiklal Mahkemelerini savunanlara seslendi...

"Efendiler İstiklal Mahkemeleri'nde adam asmakla bizler gayemize ulaşacaksak, hiç ulaşmayalım. Pek çok masum canından oluyor. İdam tavuk öldürmek değildir, bunlar tavuk değildir. Hayat çok yüksektir..."

Gerçekler tam da Sinop mebusu Hakkı Hami Bey'in işaret ettiği gibiydi...

Suçlu ya da masum fark etmiyor

Anadolu halkı akın akın darağaçlarına götürülüyordu...

Ve taraflı tarafsız herkes artık İstiklal Mahkemelerinin yapısını ezbere biliyordu...

Hatta İstiklal Mahkemesine bir isim bile takılmıştı...

Mahkemenin halk arasındaki adı "3 Aliler" divanıydı...

İsmi mahkemenin 3 üyesinden Kılıç Ali, Necip Ali, ve mahkeme başkanı Kel Ali'den geliyordu.

Ancak Ali'lerin 3'ü de hukukçu değildi...

Sadece görevlerini yerine getiriyorlar.. Yani muhalefeti susturuyor, yazarlardan, yayıncılara, saltanatı savunanlardan, muhafazakarlara kadar herkese korku salıyorlardı...

Halk, ara ara eğer hilafet kalkarsa dinimiz elden gider diye ayaklanıyordu ama her ayaklanmanın sonu mutlaka İstiklal Mahkemesinde oradan da yine mutlaka dar ağacında bitiyordu...

Genç cumhuriyet sancılı günler yaşıyordu...

11 Ağustos 1923 günü yeni bir Meclis daha kuruldu... Ama bu kez Mecliste muhalefete yer verilmedi... Eskiler tümüyle tasfiye edildi ve bunun "inkılaplar" için gerekli olduğu söylendi...

İnkılabın ne demek olduğun da İstiklal Mahkemelerinin başkanı Kel Ali anlattı...
"İnkılaplar; suçlular, hainler hatta şu veya bu nedenle vücudu zararlı olanlar kısacık mahkemelerden sonra öldürüldükleri zaman oluyor" dedi....

Meclis muhalefetsizdi ama muhalefetsizlik uzun sürmeyecekti..

Kısa süre sonra o Meclis'teki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri bir araya gelip bugünkü Cumhuriyet Halk Partisinin ilk halini yani Cumhuriyet Halk Fırkasını kurdu.

Atatürk'ün eski silah arkadaşları ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında buluştu...

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruluş bildirgesinde kendini hürriyetten yana, dine ve inançlara saygılı olarak tanımlamıştı... Ama özellikle o son iki kelime tehdit sayıldı...

Bu yüzden de o fırkanın ömrü uzun süreli olmadı...

Genç Cumhuriyet 3 Mart 1924 günü döndü en önemli virajlardan birini... Hilafet o gün uzun tartışmaların sonunda kaldırıldı ve kaldırılan hilafet ile Anadolu'da içte içe kaynayan kazan taştı..

Hilafetini kaldırılmasının hemen sonrasında o zamanlar Elazığ sınırları içinde yer alan Ergani'ye bağlı Piran Köyü'nde bir isyan patlak verdi..

İsyanın başında Nakşibendi Şeyhi Said vardı..

Said kısa sürede genç ilçesini ele geçirdi... Ardından da Elâzığ'a girdi... Hatta birkaç gün içinde Diyarbakır'ın kapısına kadar dayandı... İsyan Ankara'da tam bir deprem etkisi yaratmıştı...

Hükümet devrildi...

Fethi Okyar o isyan çıkar çıkmaz başbakanlık görevini İsmet İnönü'ye bıraktı.. İsmet İnönü de isyanı bastırmak İstiklal Mahkemelerinin kapısını bir daha çaldı..

İsyana katılan ya da katılmayan destek veren ya da vermeyen kim varsa asıldı o günlerin devamında...

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası tümüyle kapatıldı...

Ve yeni bir kanun, Takriri Sükun yani sükuneti yerleştirme yasası çıkarıldı...

Kanun gereği İsmet İnönü imzalı kararname İle Doğu Anadolu ve Ankara'ya yeniden çok geniş yetkili İstiklal Mahkemeleri kurulacaktı...

Bu yeni mahkemelerde artık

Savunma makamı da hatta tanık da yoktu...

Verilecek kararlar daha mahkeme başlamadan belliydi...

Zaten bu nedenle duruşmalar genelde "sanıkların idamına tanıkların bilahare dinlenmesine" cümlesiyle bitiyordu...

28 Kasım 1925 günü Takriri Sükun kanununun devamı niteliğinde 625 sayılı yeni bir yasa daha çıkarıldı muhalefetsiz Mecliste...

Kanuna göre artık herkes şapka takmak zorundaydı... Aslında fes - sarık ve takke yasaklanıyordu...

Bu işte o günlerden kalma bir kare... Burası Diyarbakır... Köylüler, yırtık çarıkları, yamalı hırkalarıyla kameraya poz veriyor... Ama tümünün başında gıcır gıcır şapkalar dikkat çekiyor...

Şapka takmak o yasa gereği bir zorunluluktu...

Takmamak ya da şapka takmamaya özendirmek ise büyük bir suçtu... Cezası da idamdı...

Ve Çorum'un İskilip ilçesinde dünyaya gelen ama medrese eğitimini İstanbul'da alan Mehmet Atıf Hoca o kanunun ilk kurbanı seçilecekti...

Çünkü daha o kanun çıkmadan 1 buçuk yıl kadar önce bir kitap kaleme almış, kitabında genç cumhuriyeti, Batı'ya özenmemesi konusunda uyarmıştı... Şapka örneğini de o kitapta vermişti...

Ancak cumhuriyetin bir an önce milletin şapka takma ya da takmama konusundaki tereddütlerini ortadan kaldırması gerekiyordu...

İstiklal mahkemeleri İsmet İnönü talimatıyla bir daha devreye alındı...

Apar topar 3 aliler divanına çıktı İskilipli Atıf Hoca... Karar baştan belliydi... Ama zaten yerli yerinde olmayan hukuk ve adalet o davada tümüyle yerle bir edildi...

Mahkeme başkanı Kel Ali; savcının hakkında 3 ila 15 yıl arasında hapis istediği İskilipli Atıf Hoca'nın idamına hükmetti..

En korkuncu ise Atıf Hoca idam edildikten sonra ibreti alem için başına geçirilen şapkaydı...

Mahkeme değil, demokrasinin yüz karasıydı İstiklal Mahkemeleri ...

Biri hakkında bir söylenti çıkması yeterdi...

İftira olsa da fark etmezdi...

3 Aliler Divanı o an devreye girer ve vücudunu zararlı buldukları kim varsa asardı...

Öyle ki gün geldi kurtuluş mücadelesinin büyük komutanı Kazım Karabekir Paşa bile o mahkemede yargılandı...

Resmi tarih yazmıyor bu gerçekleri...

Kimse konuşmuyor...

Konuşmak günah gibi görülüyor...

Ama resmi olmayan tarih tüm doğruları tek tek anlatıyor...

İstiklal mahkemesinin celladı Kel Ali "Sadece ben 5 bin 216 kişiyi idam ettim" demişti yıllar sonra...

Tam sayı hala bilinmiyor...

Ve belki hiç bilinemeyecek...

Ama olağanüstü günlerin

Olağanüstü mahkemelerinde işlenen

Onca cinayet de hiç bir zaman unutulmayacak...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.