Erdoğan düşmanlarıyla empati yapma kılavuzu

Büyüyen güçlenen Türkiye'nin önünü tıkamak isteyen odaklar hemen her fırsatta yeni algı operasyonlarına başvuruyor.. En fazla kullandıkları ise "basın özgürlüğü yok" yalanları... Casusluk gibi terörizm gibi devleti bölmeyi hedefleyenler hukuk devletinde hukuk çerçevesinde cezasını çekerken karanlık eller devreye girip yeni algı operasyonlarını medya üzerinden örgütleme hevesine kapılıyor... İşte "basın özgürlüğü yok" iftiraları üzerinden oynanan büyük oyunun arka planı...

A HABER -
"Özgürlükler kısıtlanıyor!"
"Basın özgürlüğü yok!"
"Baskı var!"
"Ölüyoruz - bitiyoruz - geriye gidiyoruz!"
Bu ve benzeri onlarca hatta yüzlerce slogan, ardı ardına atılıyor bugün...
Şimdi gelin anlamaya çalışalım o sloganları, o yüksek sesleri....
Son 14 yılı, daha doğrusu AK Parti'yi, hatta daha da doğrusu AK Parti'yi kuran ve bugün de Türkiye Cumhuriyeti'nin seçilmiş ilk cumhurbaşkanı sıfatıyla devletin başına gelen o ismi hedef alan tüm bu sloganların ne kadar doğruyu yansıttığını madde madde araştıralım...
Ve işe istatistikler dünyasında kısa bir yolculukla başlayalım...
Önce "basın özgürlüğü yok" diye bağıranlar ne kadar doğruyu söylüyor ona bakalım....
İstatistikler en başta; son 14 yılda yayımlanan gazete ve dergi sayısının yüzde 300 arttığını söylüyor...
2002'de toplam gazete ve dergi sayısı bin 500 bile değilken bugün 7 binden fazla olmuş...

Ama elbette sadece bu veri yeterli değil "basın özgürlüğü yok" diyenlerin iddialarını çürütmek için...
İnternetten açalım bahsi... İnternet 2002'de bütün evlerin sadece yüzde 7'sinde vardı... Bugün yüzde 70'inde var... Yarın için hedeflenen rakam ise yüzde 100...
Ve gelelim beyaz cama yani televizyona... 2002'de yerel ya da ulusal, sadece 61 televizyon vardı Türkiye'de... Şimdi 134 televizyon var... Artış oranı yüzde 100'den fazla... Uydu üzerinden yayın yapan televizyon sayısındaki artış ise çok daha fazla... 2002'de uydudan sadece 67 televizyon yayın yapabiliyordu... Bugün 265 televizyon kumandanın ucunda...
Üstelik sayısı az olmasına rağmen sesi yüksek çıkanların iddia ettiği gibi hiç bir ideolojik ayrım da yok medyada... Mesela; A Haber yayında... 24 TV yayında...
Ama Halk TV de yayında... Ulusal Kanal da, Fox TV de, Business Channel da, Bloomberg de, Beyaz TV de yayında...
Sayısı az olmasına rağmen sesi yüksek çıkanların "Sansür var!" "Özgürlük yok!" diye çığlıklar attığı konulardan biri de gazeteler...
Son 14 yılda gazete sayısı da tıpkı televizyonlar gibi deyim tam yerinde bir volkan gibi patladı...
Medyaya yeni yepyeni gazeteler katıldı....
Habertürk mesela son 14 yılın ürünlerinden biri...
Birgün de öyle...
Taraf, Güneş, Meydan, Milat, Millet, Sözcü, Korkusuz, Yeniçağ, Vahdet, Yurt, Aydınlık, Şok, Diriliş Postası, Daily Sabah, Today's zaman vesaire vesaire...
Yeni gazete yeni gazeteci demek... Bu net... Basın kartlı gazeteci sayısı bugün 20 binden fazla...
İletişim dünyasında istihdam edilen nüfus ise neredeyse yüz bine dayanmış durumda...
İşte bütün bu rakamlar alt alta konulduğunda şu sonuca varıldı...
Bir rapor yazıldı... Uluslararası tarafsız gözlemciler, Türkiye'yi basın özgürlüğü konusunda dünyanın en ileri 10 ülkesi arasında gösterdi...
EMPATİ YAPALIM!
Şimdi istatistik dünyasından dışarı çıkalım ve sayıları az olmasına rağmen sesi çok çıkanların "Basın özgürlüğü engelleniyor!" iddiasına yanıt aramaya başka yönlerden bakalım...
Bu kez, özgürlük acaba tam olarak nerede engelleniyor sorusunu soralım...
Empati yapalım.. Yani kendimizi iddia sahiplerinin yerine koyalım...
Hani "Yağmur yağsa sorumlusu Erdoğan'dır, yağmazsa bunun sebebi de Erdoğan'dır" deniyor ya...
Biz de öyle düşünelim! Şartsız ve koşulsuz her taşın altında seçilmiş cumhurbaşkanını arayalım...
Ve kendimize önce "acaba kırgın olur muyduk?" diye soralım... Bir türlü sandıktan çıkamadığımız için kırgın olur muyduk acaba... Üzgün ya da öfkeli olur muyduk, göbeğini kaşıyan bidon kafalıların karşısında, neredeyse kurulan her sandıkta hezimete uğradığımız için... Yoksa aynaya mı bakardık... Kendimizde mi sorun arardık acaba...
İddia sahipleri diyor ya; çok okuyoruz, kütüphaneler dolusu kitap yutuyoruz, batılı üniversitelerden afili diplomalarımız var, 10 dili sular seller gibi konuşuyoruz ama olmuyor diye...
Empati yapalım gelin... Onların yerine koyalım kendimizi.... Aynaya bakmak mı doğrusu yoksa saldırıya geçmek mi bunu soralım...
Onların yerine koyup kendimizi hüküm verelim... Hangisi doğru diye...
Bildiri yazmak mı doğru acaba, imzalamak mı doğru Batılılara "gelin ülkemize topunuzla tankınızla girin demek mi" doğru acaba...
Empati yapalım, "Bu bidon kafalılar da çok oldular, gitsinler de isterse ülkemiz işgal edilsin" diyelim...
Denir mi bu cümle... Kaldırabilir mi mideler bunu, düşünelim, anlamaya çalışalım...
Empati yapalım... Onların dilinden konuşalım yani...
"Canım cumhurbaşkanı da çok fevri, çok öfkeli, sesini çok yükseltiyor, ne var yani gençler parklarını korumaya çalıştıysa yapmıyorum oraya topçu kışlasını deyiversin, ne çıkar bundan" diyelim...
Ama o parka gelen terör örgütlerini görmezden gelelim...
O parkla başlayan darbeyi 17-25 Aralık günlerine taşıyanları da hızla unutalım...
Cumhuriyet savcılarının şapkalarının altına gizledikleri yüzleriyle nasıl kaçtıklarını hiç hatırlamayalım...
Diyelim ki bu da mümkün... Midemiz kaldırdı bunları....
Devam edelim o halde empatiye...
Muhalefet gibi olalım...
Çıkıp sokaklarda bağıralım....
"O olmasaydı yüzde 70 alırdık, iktidara gelirdik, ne diye meydanlara iniyor ki, inmeseydi biz kazanırdık" diyelim...
Birisi çıkıp da derse "Sen de in meydana, tutan mı var seni" diye "kedi - trafo" diye cevabı yapıştırıverelim...
Karşıdan "geç bunları anam babam, ne kedisi ne trafosu bunun adı yüzde 50 kabusu" cevabı gelirse de duymazdan gelelim...
Görmeyelim yani yüzde 50'yi... Bütün bu gerçekleri...
ANLAMAYA ÇALIŞMAK!
Teşbihte hata olmaz ya, işte şimdi geldik, eskilerin dediği yere yani "zurnanın zırt dediği" noktaya...
Empati yapıyoruz ya ve ne derse desin istatistikler, gerçekler, sandıklar karşı çıkıyoruz ya...
Geriye elimizde kala kala tek bir gerçek kalıyor işte o an...
O da "düşman" olmak... İşte burada tıkanıyor empatinin sınırı....
Onlar; milletin; "Herkes susarken konuşan o lideri" neden bu kadar çok sevdiğini anlamıyorlar...
Besbelli ki anlamak istemiyorlar... Ve belli ki sadece bu yüzden sevene saldırıyorlar... "Göbeğini kaşıyan bidon kafalı adam" diyorlar...
Çünkü anlamıyorlar o sevgiyi-sırrı...
Milletin; "Baldıran zehiri içmeyi göze alan, kefen giymek diyebilen yani fazla söze ne hacet milleti için ölüme bile razı olduğunu söyleyen" birini sevmesine alışkın değiller onlar...
Arabesk geliyor onlara bunca sevgi...
Bugüne dek hiç yapmadıklarından olsa gerek, birinin kalkıp da, bu kadar yıl boyu bu kadar büyük kalabalıkları peşinden koşturabiliyor olmasına anlam veremiyorlar...
Lafa gelince demokratlar...
Ama sandığa dahi saygı duymuyorlar...
İşte, bunun adı düşmanlık...
Bu yüzden şartsız - koşulsuz eleştiriyorlar...
Dedik ya yağmur yağsa ondan, dursa ondan biliyorlar...
Ellerini vicdanlarından çekiveriyorlar...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.