Semih Kaplanoğlu'ndan 15 Temmuz filmi açıklaması
Altın Ayı’lı Bal ’dan sonra Buğday ’ı çeken Semih Kaplanoğlu, dünya ve Türkiye’deki değişim hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
Usta yönetmen Semih Kaplanoğlu'nun Bal filmi ile Altın Ayı almasının üzerinden sonra yedi yıl geçti. Yedi yılın sonunda da Buğday geldi. Amerika, Avrupa ve Türkiye'de çekilen filmi görünce böylesi bir film için yedi yılın çok da uzun olmadığını anlıyorsunuz.
Yakın ve belirsiz bir gelecekte geçen Buğday'da ani bir iklim değişimi sonrası, sınırların yeniden kurulduğu, dünyayı bir şirketin yönettiği, göçmen halkların manyetik kalkanlarla korunan şehirlere kabul edilmek için kamplarda bekletildiği, genetiğiyle oynanmış tohumların sürdürülebilirliği konusunda bir kaosun yaşandığı bir dünyadan sesleniyor Kaplanoğlu.
İşte böylesi bir dünyada, parlak kariyerini ve şehri terk edip modern hayata sırtını dönen Cemil'le, tohum genetiği uzmanı Profesör Erol Erin bir yolculuğa çıkıyorlar.
Bu yolculuk manevi bir yolculuğa dönüşüyor Erol için. Kuran'da geçen Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın yolculuğunun anlatıldığı kıssadan ilham alan bir yolculuk bu.
Semih Kaplanoğlu, bu yolculukta içimizdeki insan parçacığını görmeye davet ediyor seyirciyi. Bilginin nasıl parçalandığını ve kategorileştirildiğini anlatıyor. Asıl problemlerin insanın kendi içine, ruhuna bakmamakla başladığını ima ediyor.
Dünya prömiyerini Saraybosna Film Festivali'nde yapan, Tokyo Film Festivali'nde En İyi Film seçilen Buğday 24 Kasım'da vizyona girecek. SABAH'ın ana medya sponsoru olduğu filmle ilgili usta yönetmenle bir araya geldik. Kaplanoğlu Pazar SABAH'a Buğday'ı, filmin ilham kaynaklarını, günümüz dünyasına ilişkin kaygı ve düşüncelerini anlattı.
BAL İLE DÜNYAYI DOLAŞTIM
- Film karanlık bir dünyayı tarifliyor. Nereden çıktı bu dünya diyeceğim ama aslında içinde bulunduğumuz dünya değil mi bu?
- 2010'dan sonra Bal'ın gösterimleri nedeniyle, Avrupa, ABD, Hindistan, Asya'daki ülkeler derken dünyayı epey bir turladım. Bu gezilerimde çok şey gördüm. Bir kere herkes iklim değişikliği nedeniyle oluşan çevresel yıkımlardan şikayetçiydi. Mesela Kerala'da hibrit tohumlar alıp sonra bu tohumlardan ürün elde edemeyince zora düşen ve intihar eden 10 bin çiftçiden bahsediliyordu. 10 bin çiftçi... Diğer yandan göçmenler ciddi bir sorun olarak ortaya çıkıyordu. Henüz Suriye savaşı nedeniyle yaşanan göçmen sorunu başlamamıştı. Ama Afrika'daki ve Libya'daki savaşlar nedeniyle Avrupa'ya gitmeye çalışan insanların dramına tanık oldum, İspanya'da, İtalya'da Yunanistan'da sokaklarda yaşayan mültecileri gördüm. O dönem bir de Hac'a gittim. Orada da farklı yerlerden gelen insanlarla konuştum. İklim değişikliği, açlık, savaşlar... Hiç kimse dünyanın gidişatından memnun değildi. içimize dönü p ba kmıyoruz
- Bu gözlemler filme nasıl ilham verdi?
- Şunu fark ettim aslında: Dünyada türler, diller, kültürler yok oluyordu. Küreselleşme denilen şey her alanda devreye girmiş. Mesele sadece McDonalds meselesi değil şehirler birbirine benziyor, herkes belli bir kalıptan çıkmış gibi duran beğeniler üzerinden hareket ediyor ve tek tipleşme almış başını gidiyordu. Yani sanki dizayn edilmiş bir dünyada yaşıyorduk. Ve birileri bu dünyanın tam da ortasında yaşarken, birileri de dışlanıyordu. Ama o dışlananlar da o dünyanın içine girmeye çalışıyordu. Aslında bütün bu yaşananlardan insanlar olarak biz sorumluyuz. Fakat sanki sorumlusu değilmişiz gibi davranıyoruz. Hâlâ aşırı tüketiyoruz, aynı şekilde yaşamaya devam ediyoruz. Ve bunlar olurken kendi içimize dönüp bakmıyoruz.

- Bana göre bilgi denilen şey bir bütün. Biz onu bilimsel bilgi, metafiziksel bilgi diye parçalıyoruz. Şimdi her şeye sadece bilimsel bilgi gözüyle bakınca karşımızdaki canlının ruhu, özü yokmuş gibi algılıyor, onu bir tür robot gibi görüyoruz. Oysa her nesnenin, canlının bir yaradılış hikmeti, hakikati var. Şimdi bu hakikati görmezden gelince bir ayrıştırma ve parçalama başlıyor. Bu da bütünü görmemize engel oluyor. Bilincimiz körleşmeye başlıyor. Bunun için insanı da, doğayı da kolay yok edebiliyor, ayrımcılık yapıyor, her şeyi yargılıyoruz, kimi ırkları öne çıkarıyoruz. 
