Bu zamana kadar yapılmış en en iyi albüm ‘Blonde on Blonde’ ona aittir.
Tura çıkarken Allen Ginsberg’ü de yanına almış ve o günler için hiç beklenmeyen bir harekete imza atmıştır.
70’lerde müzik yazarları ve fanlar ‘Bob Dylan bitmiştir’ derken en sağlam şarkılarının olduğu ‘Blood on the Tracks’ ile çıkagelmiştir. Bu ‘hileye’ sonraki yıllarda da sık sık başvurmuştur.
Son albümü ‘Together Through Life’ ile Amerika ve İngiltere listelerinde uzun süre bir numarada kalan en eski sanatçılardandır.
Bütün dünya 70’lerde diskoya giderken o Çingene şairleri, oyun yazarlarını ve halk ozanlarını eski güçlerine kavuşturmuş, en pahalı ‘ev yapımı’ belgesel ‘Renaldo ve Clara’yı yapmıştır.
Bruce Springsteen, Rock and Roll Hall of Fame’de “Elvis’in bedenimizi özgürleştirdiği yolda Bob beynimizi özgürleştirdi. Dans edebilmek için anti-entelektüel sözlerin şart olmadığını gösterdi” demiştir.
Tom Waits onu şöyle tarif eder: “Patlamak üzere olan bir gezegen… Bir marangoz için çekiç ve çivi ne ise bir şarkı yazarı için Bob Dylan da odur. O kadar gereklidir.”
80’lerde tam da ‘Bob Dylan yok oldu’ denirken ‘Oh Mercy’ gibi unutulmayacak bir albüme imza atmıştır.
The Hawks grubunu dünyanın en iyi rock grubu The Band’e çevirmeyi başarmıştır.
’Like a Rolling Stone’ ve ‘Positively 4th Street’ gibi şarkılarla o güne kadar romantizm şiarından ayrılmaya pek de heves etmemiş pop âlemine nahoş sözlü müziği sevdirmiştir.
1965 Newport Folk Festivali’nde olduğu gibi bir folk festivalinde sahneye bir elektronik blues grubu çıkarabilmiştir.
3O olmasaydı Byrds diye bir grup da olmayacaktı.
Sayesinde sosyal protesto ahlakı bir jenerasyon için kültürel bir olguya dönüşmüştür.
Popüler müzik ve Amerikan kültürüne şarkı sözleri ve şiirsel gücüyle yaptığı katkılar nedeniyle 2008’de Pulitzer ödülü almıştır.