ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, yeni yönetimin dış politika önceliklerini anlatırken, bundan böyle demokrasi adına başka ülkelere askeri müdahalede bulunmayacaklarını ve otoriter rejimleri askeri güçle değiştirmeye kalkışmayacaklarını söyledi.
Blinken'in söyledikleri, diğer ülkelerin rejimlerini değiştirmeye çalışmayacakları manasına gelmiyor. Sadece bir tarz değişikliğine işaret eden sözlerin satır araları, ABD menfaatleri neyi gerektiriyorsa bunların yapılacağının mesajları ile dolu.
Demokrat Parti ya da Cumhuriyetçi Parti'den hangisinin daha iyi olduğu sorusu, ABD vatandaşları açısından bir anlam ifade edebilir.
Ancak özellikle de ABD'nin baskı ve dayatmalarına maruz kalan ülkelerde, 'ABD menfaatlerini önceledikleri için, Demokratlarla Cumhuriyetçiler arasında fark olmadığı' anlayışı geçerlidir.
ABD menfaatlerinin gerektirdiğini, Demokratların muhataplarını uyuşturmak suretiyle güya tatlılıkla, Cumhuriyetçilerin de zorbaca yaptıkları ya da yapmaya çalıştıkları, yaygın bir kanaattir.
Demokratların, 'zeki' olduğunu düşündükleri eşeği, Cumhuriyetçilerin de 'güçlü' fili amblem olarak tercihi, belki bundan.
Şöyle veya böyle, Cumhuriyetçi Trump'tan sonra işbaşına gelen Demokrat Biden'in de ülkesinin çıkarlarına göre davranacağı, açık.
Buradaki esas mesele, çıkarlarını önceleyen ABD'nin hedef aldığı ülkelerdeki işbirlikçilerinin demokrasi masallarına inanmaları ya da inanıyormuş gibi yapmaları. Aynı durum Türkiye için de geçerli.
İşbaşına gelmeden Türkiye ile ilgili dikkat çekici sözler eden Joe Biden, Cumhurbaşkanımızı işbaşından uzaklaştırma konusunda muhaliflerle işbirliği yapacaklarını söylemişti. Onların da Biden'i, iktidara gelmelerine yardım edecek dostlar arasında gördükleri, malum…
ABD'li 'dostları' sayesinde iktidara gelebilme hesabı yapanların, dayatılacak faturaları da düşünmelerinde fayda var.
Unutmayalım: ABD'yi yönetenler açısından demokrasi ile diktatörlük arasında fark yoktur. Onların temel kriteri ABD'nin menfaatleridir çünkü…