27 Mart 1994'ün yıldönümünde İBB önünde A Haber Muhabiri Emine Kavasoğlu'nun sorularını cevaplarken ister istemez o eski günleri hatırladım... Çöp dağları, çukurları, çamuru vekelimenin tam manasıyla susuzhaliyle İstanbul'u...
1994'ten önceki İstanbul'u mesela, gençlere anlatmanız nerdeyse imkansız gibi. O zamana ait videolar, görüntüler eşliğinde bile anlatmış olsanız, onlar açısından bu sınırlı bir gerçeklik olarak kalmaya mahkum.
Öğrenmek tabii ki önemli bir şey.
Ama yine de yaşamak ve bilmekle aynı değil...
'Üç Ç'yi, yani çöp dağlarını,çamur deryalarını, cadde vesokaklarda oluşan çukurları,bugünün İstanbulu'nda yaşayan birgencin anlaması pek kolay değil.
Hele su kesintisini nerdeyse yılda bir ve o da bakım zamanlarında yaşayıp, bazen de fark etmeyen birisine, 'sularımız sadece haftada bir gelirve birkaç saat aktıktan sonrakesilirdi...' derseniz, size anlamsız bir şekilde bakar muhtemelen.
Mahallelere su dağıtan vanaları kontrol eden kişilerin o dönemin nerdeyse en meşhur kişileri olduğunu, suların biraz daha uzun akabilmesi için onun gönlünü yapmak gerektiğini, su dağıtan tankerlerin yollarınıbeklediğimizi, kaynak suları kullanan camilerin ziyaretçilerinin hiç eksik olmadığını... Bunları anlattığınızda da, içlerinden 'anlat, heyecanlı oluyor' derler belki de.. 'Yazları Bulgaristan'dan elektrikaldığımız ve kışın da Bulgarlarınbize elektrik sattığı' zamanlaryaşadığımızı ve o zamanlarda elektrikkesintilerinin vukuat-ı adiyeden olduğunusöylediğinizde de, içlerinden jeneratörve kesintisiz güç kaynağı kullandığımızıdüşünürler herhalde.
Sokakta ve caddelerde çöp yığınlarının olduğu gerçeği, fantastik bir hikaye gibi gelebilir gençlerimize. Ama öyleydi...
ESKİYE DÖNMEMEK İÇİN...
Hele, Ümraniye'de patlayanbir çöplük sebebiyle 39kişinin hayatını kaybettiğini,bunlardan 12'sinin cesedine bileulaşılamadığını anlatırsanız, bir korkufilminden bahsettiğinizi sanabilirler.
Şimdi Metro'nun, Metrobüslerin, tramvayların bazı zamanlardaki kalabalık halinden şikayet edenlerin, bir zamanlar toplu ulaşımın adeta olmadığı İstanbul'u, düşünebilmeleri zordur...
Anlatacak şey çok... Hastanelerin içler acısı hali, eczanelerdeki ilaç kuyrukları, ikili öğretimde bile 50-60 kişilik sınıflara doldurulmuş öğrenciler...
Bunlar ve daha birçok şey... Şimdi bambaşka bir Türkiye'de yaşıyor olmanın getirdiği rahatlıkla gülümseyerek hatırladığımız bu haller, bir zamanlar İstanbul'un manzarası değildi sadece. Anlatmaya çalıştığımız bütünTürkiye'nin hikayesiydi aslında...
Yani 'Bir zamanlar Türkiye'...
Bilmenin gereği de, geçmişte neler yaşandığını bilmeyenlerin, gelişmenin sürekli devam edeceğine inanıyor olmaları ile alakalı. Eski Türkiye'deolmayan birçok şeyin sebebiimkan yokluğundan daha çokvar olan imkanların millet içinkullanılmamasıydı.
Türkiye açısından adeta bir milat olan 1994 öncesinde İstanbul'un karşı karşıya bulunduğu problemlerin sebebi, yokluktan çok şehri idare o zamana kadar edenlerin vizyonsuzluğu idi.
1994 sonrası kısa sürede halledilen su meselesi, daha önce İSKİ kaynaklarının yatırıma dönüştürülmek yerine birilerine peşkeş çekilmesi sebebiyle kangren haline gelmişti mesela... Milletin imkanlarının rantiyeyepeşkeş çekildiği ya da işbaşındabulunanların arzularına göreçar-çur edildiği günlere tekrardönmemek, var olanın değerinibilebilmek ve ona sahip çıkmayıgerektiriyor.
Başta Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere 1994'ten itibaren İstanbul'u ve Türkiye'yi yaşanabilir hale getirenlere binlerce teşekkürler...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.