Herzamanki gibi oldu. Yenikapı Meydanı'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı ve Başbakan Binali Yıldırım'ı, soğuk ve rüzgarlı bir havaya rağmen milyonlarca kişiyle karşıladı İstanbul. Cumhurbaşkanımız veBaşbakanımızın İstanbul'uve İstanbulluyu sevdikleribiliniyor. Demek ki İstanbulve İstanbullular daCumhurbaşkanımızıveBaşbakanımızıseviyorlar.
Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız haftalardır sürdürmekte oldukları kampanya toplantılarının herhalde en muhteşemini gerçekleştirdiler. Gerek meydanda ve gerekse canlı yayınla kendilerini izleyenlere, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hakkında bugüne kadar anlattıklarını özetledikleri gibi, 'hayır' savunucularının iddialarına da cevaplar verdiler.
Referanduma bir hafta kala, faaliyetlerini taçlandırdılar bir anlamda...
Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişimizi adeta zaruri hale getirmiş olan konuları vurgularken 'hayır' cephesinin neden yalanlarlakampanya yürütmeye mecburkaldığının izahını da yapar gibiydi.
Çok partili hayata geçtiğimiz beri ülkemizde 48 hükümet kurulduğu, halbuki şartlar normal olsaydı en çok 15-20 hükümetin kurulacak olduğunun altını çizmesi, Parlamenter olduğu söylenenmevcut sistemimizin istikrarsızlıkdoğurduğunun en önemli delili.
Cumhurbaşkanımızın istikrarsızlığın millet olarak ödemek zorunda kaldığımız bedeli hakkında söyledikleri dikkat çekiciydi: "Şayet Türkiye, hep güçlü hükümetler tarafından yönetilseydi, yani istikrar ortamı kalıcı olsaydı, bugünbulunduğumuz yerin tam 2 katilerisinde yer alacaktık. Ne demek bu?
Kişi başına düşen milli gelir 22 bin dolar olacaktı." Ve ardından oldukça anlamlı bir mukayese: "1970'li yıllara aşağı yukarı benzer şartlarda girdiğimiz Güney Kore ve Portekiz gibi ülkeler yönetim sistemlerini değiştirerek, istikrarı güvence altına alarak, şu anda 23-24 bin dolar milli gelire ulaşmış durumdalar."
Yerinde saymak değil...
Bu mesele, 'hayır' cephesini oluşturanların en büyük çıkmazlarından birisi. İkinci Dünya Savaşı'na girmemişTürkiye'nin, daha avantajlı konumdabaşladığı bir yarışta neden birçokülkenin gerisinde kaldığı sorusuna verebilecek makul ve mantıklı bir cevapları yok çünkü. Aslında bu soruya verilecek en net cevabın koalisyonlar, hükümet krizleri ve darbeler oluşturan sistemin istikrarsızlığı olduğunu biliyor ama itiraf etmeye cesaret edemiyorlar. Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin istemiyor, ama problemlerin kaynağı olan sistemin nasıl rehabilite edilebileceği konusuna da hiç girmiyorlar. Dertleri yerimizde saymamız ya da geri gitmemiz, belli ki. Oysa bırakın geri gitmeyi ya dayerinde saymayı, ülkemizin sürekliilerlemek mecburiyetinde...
Parlamentoda olmazsa Anayasa Mahkemesi kapılarında, ülke ve millet lehine atılacak hemen her adımı engellemeye çalışan CHP'lilerin: 'Neistediniz de yapamadınız ve neistiyor da yapamıyorsunuz?' sorusu da Cumhurbaşkanımızın şu sözlerinde cevabını buldu:
"2002 yılı kasım ayından beri çok zor zamanlar geçirdik. Ne zamanülkemizin geleceği için bir projeyihayata geçirmeye kalksak herdefasında birileri ortalığı tozudumana karıştırdı. Kaos dediler, karanlık cinayetlerle, bildirilerle, tahriklerle, provokasyonlarla önümüzü kesmeye çalıştılar. Her seçim bizim ve milletimiz için bir imtihana dönüştü. Her saldırı, milletimizle birlik olup söndürdüğümüz bir ateş topuna dönüştü." Cumhurbaşkanımızın: "Türkiye'ninyönetimine talipseniz, eskisi gibiyüzde 15 oyla Başbakanlığa oturmaşansınız yok. 16 Nisan'a, yeniyönetim sistemine, bunlar ondandolayı karşı çıkıyorlar" şeklindeki sözleri, Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin ana esasını vurguladığı cümlelerden birisiydi.
Hayır cephesinin en büyük sıkıntılarından birisi, yeni sisteme geçildiğinde içlerinden Milletimizin çoğunluğununonayını alabilecek bir aday çıkaramayacaklarınıiyi bilmeleri çünkü.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.