Albayrak, A Haber Ekonomi Müdürü Özlem Doğaner'in finans sektöründen büyümeye, demokratikleşme paketinden bayram hatıralarına kadar pek çok konuda sorularını yanıtladı. 'TÜRKİYE FARKINI ORTAYA KOYUYOR' 2008'de yaşanan krizden sonra para politikasıyla ilgili global resimde çok farklı şeyler yaşadık. Özellikle 'ekonominin Batı'dan Doğu'ya kayması' gittikçe güçlendi, yaygınlaştı. Zenginlik, güç gelişmekte olan ülkelere doğru akıyor. Bu beraberinde yeni bir dönem başlatıyor. Önümüzdeki 5 ila 10 yıl dünya ekonomisi adına çok kritik bir dönem olacak. Üretime, istihdama dayalı ekonomi öne çıkıyor. Gerçek anlamda değer üreten ülkeler, pazarlar önem kazanıyor. Türkiye bunlardan biri. Nüfus, çeşitlendirilmiş endüstri ve yanında sermayesi ile eğitimli işgücü. Bu dinamiklerle ülkemiz farkını ortaya koymaya başladı. 'FİNANSTA STATÜKONUN SONUNA GELDİK' Bence Türkiye'deki değişim sürecinde son kalan statükocu dinamikler maalesef hala finans sektöründe. Ama bunun da sonuna yaklaştığımızı düşünüyorum. Çünkü reel sektör kendini ispatladı. 2008 bugünkü yaşananlardan çok daha büyük bir krizdi. O gün de bugünkü gibi birileri çıkıp Türkiye'nin krizden çok ciddi etkileneceğini, IMF'den şu kadar para alınması gerektiğini, faiz politikalarıyla ilgili birçok şey söyledi. Gelin görün ki reel sektör gerçekten çok güzel neticelere imza attı. 'BİZ FİL DE DEĞİLİZ ÇİMEN DE' Sukuk ihracının önünün açılması 6 yıl sürdü. Şaka gibi yani. Bahsettiğimiz pazar 2 trilyon dolara ulaştı. Türkiye'nin bundan aldığı pay halen çok düşük. Oysa önümüzde bölgesel anlamda çok büyük fırsatların olduğu bir süreç yaşıyoruz. Yatırım ihtiyacı, altyapı ihtiyacı, inşaat ihtiyacı Türkiye'yi çok farklı bir yere konumlandırdı. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Türkiye laftan çok icraat üretmesiyle başarısını ortaya koydu. Dolayısıyla önümüzdeki 10 yıl zaviyesinde tabloya çok daha optimist bakıyorum. Düşünün yabancı bir yatırım bankası bölgeye ihraç edeceği sukukun lansmanını İstanbul'da yapıyor. Biz neden bu pazarlardan pay almayalım? Burada tabii reel sektörün yanında finans sektörüne ciddi bir vazifeler düşüyor. Türkiye global likiditeden özellikle 2008 yılından sonra bir pay alamıyor. Bunu çok açık söyleyelim. Hani böyle birileri çok bağırıyor ya, 'dünyada öyle olacak böyle olacak. Filler tepişecek, çimenler ezilecek' diye. Biz fil de değiliz çimen de. Türkiye için önemli bir fırsat var. Aradan sıyrılarak bu kaos döneminde çok ciddi bir şekilde öne çıkabilme fırsatı oluştu. Birçok sektörde çok başarılı örnekler var. Kurumlar ciddi anlamda eski bürokratik düşüncelerini yavaş yavaş atmaya başlıyor. İşte BDDK son dönemde çok başarılı çalışmalar yapıyor. Burada kamu menfaatinin dışında toplumsal anlamda, bireylerin, şahısların, vatandaşların menfaati noktasında da bakmak lazım. Bir tarafı düşünürken bir tarafı göz ardı etmemek lazım. Tabii ki adaletli yaklaşmak lazım. Kimseye yanlış, zulüm noktasında bakmamak lazım. Bu zamana kadarki süreçte Türkiye'ye gelip de para kaybeden bilmiyorum. KEYİFLİ SOHBETİN TAMAMINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN 'EKMEK ÇALANA CEZA VARSA...' Şimdi her sektörün kendine haiz düşünce yapısına sahip patronları olabilir. Yani herkes kendine göre zekidir. Zeki olması neticesinde başarılı veya çok karlı sonuçlara imza atabilir. Bunlar çok önemli değil. Burada kurumlara düşen doğru denetlemek ve adaletli davranmak. Şimdi bir ülkede büyümeden bahsediyorsak top yekün düşünmeli. 2012'nin neticelerine bakıyoruz. En karlı kuruluşlar listesinde ilk 13 firmanın 11'i banka. Demek ki reel sektör yememiş içmemiş bankalara çalışmış. Şimdi bir ekonomide üretilen ortalama yıllık 35-40 milyarın bunun yarısını bankalar kazandıysa, burada demek ki taksimde bir şeyler var. Gayri hukuki mi, adaletli mi diye düzenlememiz, denetlememiz lazım. Birine az birine çok değil. Şimdi tekstil sektörü toplam üretimin tahmini yüzde 17'sini gerçekleştirecek. Buna rağmen birkaç milyar zor kar edecek. Ama istihdamı daha az olmasına rağmen birileri daha çok kar edecek. Sahip olduğu risk tartışılabilir elbette... Ama komisyon ve diğer gelirler diyoruz. Son 4 yılın ortalaması 12 milyarı bulmuş. Demek ki burada tavuğa da sahip çıkmak lazım. Türkiye büyüyecekse istihdama dayalı, ürettiği likiditenin tüketilmesiyle birlikte hem iç piyasa hem bölgesel anlamda büyümeli. Avrupa Birliği'nin küçüldüğü ya da ABD ekonomisinin dibe sürüklendiği yönündeki söylemleri çok anlamlı bulmuyorum. Ülkeler bir günde yok olmaz. Hep oradalar, yavaşlayabilirler. Bazı şeyler değişebilir. Burada Türkiye için önemli olan şeyler var. 2000'de ihracatın yüzde 60'tan fazlası Avrupa'ya toplam dış ticaret 25 milyar dolardı. Şimdi bakıyoruz Avrupa'nın ihracattaki oranı yüzde 30'lara düşmüş ama pazar çeşitlenmesini başararak dış ticareti 150 milyar dolara çıkarmışız. Reel sektör böyle bir potansiyeli ortaya koymuş. O zaman reel sektörü, bireyi destekleyici davranmalı, üretilen yıllık değeri adaletli dağıtmalıyız. Bunun takipçisi olmalıyız. Kimseyi ürkütmemek, sermayeyi korkutmamak, adaletli bir kar dağıtımı yapmak lazım. Bunun örneklerini 90'larda çok yaşadık. Cumhuriyet tarihinin en büyük finansal krizini yaşadık. Bugün krizin 'k'sından bile bahsetmiyoruz. Dünyada sıkıntılar olmasına rağmen Türkiye şükürler olsun çok güçlü bir noktada. Bankacılık sektöründe yanlış alışkanlıklar devam ediyorsa bazı kurumların bazı kesimlerin buna dikkat etmeleri lazım. Bazıları diyor ki Libor skandalı, CDS skandalı ancak ABD, İngiltere, Avrupa'da olur. Türkiye'de de olabilir. Herkesin bunu dikkatli değerlendirmesi gerekir. Türkiye'de de oluyor olabilir. Neden olmasın? Bu ülkede diyoruz ya ekmek çalmak suç. E birileri de haksız kazanç elde ediyorsa dikkatli olmak lazım. Bu da önemli. Ekmek çalana ceza varsa birilerinin hakkını çalanlara da ceza verilmeli. MERKEZ BANKASI'NA ELEŞTİRİ Merkez Bankası'nın özellikle son açıklamalarını doğru ve yerinde buluyorum. Aslında bu açıklamalar biraz daha erken yapılsa daha doğru ve yerinde olabilirdi. Bağımsız kurumların, özellikle para piyasalarını yöneten kurumların daha aktif ve agresif olarak piyasanın önünden gitmesi gerektiğine inanıyorum. Tabii bu yönetim tarzıdır, eleştirilebilir. Son yapılan açıklamaların ardından sürecin doğru yönde cereyan ettiğini düşünüyorum. Nitekim özellikle yazın uluslararası piyasalardaki hareketliliğe bağlı olarak, daha aktif bir siyaset yürüttüğünü düşünüyorum. Ancak özellikle faizle ilgili atılan adımları açıkçası reel sektör olarak desteklemiyorum. Biraz daha geriye gidip baktığımda büyük resimde açıkçası katılmadığım bir süreç bu. Hem yazın piyasaların derin olmadığı bir dönemde 125 puanlık adım boşuna atılmış bir kurşun şeklinde algılanabilir. Şahsen daha çok İstanbul Büyükdere merkezli bir hareketlilik diye düşünüyorum. Bağımsız kurumlardaki farklı tecrübelere haiz insanların dışında, reel sektör temsilcilerinin de bu kararlarda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bankacılık ve bağımsız otoritelerde böyle olmalı. Çünkü hep masanın bir tarafından baktığınız zaman farklı teorilerin içinde boğulabilirsiniz. İşin reel kısmı var. Birileri var büyüme merkezli birileri var fiyat istikrarına inanıyor. Ama burada ortada bir strateji var, bir hedef var, bir siyasi iradenin bakış açısı var, bunun hedefleri var ve bunu destekleyen bir resim var. O zaman kurumlar da bağımsız olsun veya olmasın bu çizgiyle paralel hareket etmek durumunda. EKONOMİ BASININA ELEŞTİRİ Sokakta yaşayan insanlar, bunların ihtiyaçları var. 'Ayşe teyze'ciler var onları ayrı bir tarafa koyuyoruz. Bir de çok ilmi ve teknik konuşanlar var. İşte onlar öyle bir üst perdeden konuşuyor ki halk hiçbir şey anlamıyor. Onlara göre ekonomi öyle bir ilim ki çok karışık bir ilim anlamanız mümkün değil. Ben ekonominin çok basit ve yalın bir ilim olduğunu düşünüyorum. Ben ekonominin çok basit ve yalın bir ilim olduğunu düşünüyorum. Arz talep dengesinde üretim ve tüketim zaviyesinde istihdama ve tüketime dayalı bir pazar içerisinde bakıyorum olaya. Türkiye bunu çok başarılı bir şekilde bugüne kadar taşıdı. bundan sonrasında da devam ettirebilmesi için bunun temel dinamiklerinin çıpa olarak alınması lazım. '130 KM İLE GİDECEKKEN 40 KM İLE GİDİYORUZ' Geçtiğimiz aylarda büyüme, istihdam, faizlerin düşürülmesine dayalı rapor açıklandı. Şimdi G20'de böyle bir tavsiye açıklanıyor ama biz sanki üyesi değiliz. Velev ki G20 üyesi olmasak da büyüme gibi bir derdimiz yokmuş, cari açık diye bir korkumuz varmış gibi bir tavır sergiliyoruz. Hiç bitmedi bu korku zaten. Türkiye büyüme noktasında faizleri artırıp piyasadan likiditeyi çekerek bir strateji gütmeye çalışıyor ki benim bunu bir reel sektör olarak anlamam mümkün değil. Siz piyasadan para çektikçe, üretilen değerin büyük bir bölümünü faiz üzerinden piyasadan uzaklaştırdıkça sadece şunu küçülmeyi desteklersiniz. Yatırımların azalmasını desteklersiniz. Bu kısır döngü içinde ekonominin yavaşlayıp küçülmesini görürsünüz. Bu bir bakış açısıdır, saygı duymak lazım ama ben reel sektörün birçok organları gibi veya siyasi iradenin koyduğu plan noktasından baktığımda, 2023 hedeflerini, Türkiye'nin dünyanın en büyük ekonomisine adaylığını görüyorum. Bu noktadan bakıldığında taviz verilmeyecek bir şey varsa o da büyümedir. Arabanız var, 200 kilometre hızla gidebilme kapasitesine sahip. 200 ile gidelim demiyorum ama siz hız limiti içerisinde 130 km'ye çıkma hakkınız varken legal olarak altyapı olarak bu müsaitken, 60-40'la gidiyorsanız bu ilginç bir husus. Çılgınca hareket etmemek gerek elbette, rasyonel ve aklı selim zaviyesinde bunun neticelerini görmek pekala mümkün. 'FAİZ LOBİSİYLE MÜCADELE YENİ BAŞLADI' Bankacılık sisteminin rekabetçi ortamının oluşturduğu altyapı gerçeğinde ciddi bir kar realizasyonu var. Kapitalist mantığın temelinde de bu var. Bugüne baktığımda geçmiş örneklerden tecrübe kazanarak ilerlediğimizi söyleyebilirim. Birilerinin sesini çok çıkarması, Türkiye'de huzur ve refahın genişlemesinden, paydanın genişlemesinden hiç mutlu olmadıklarını gösteriyor. Bu tablo yıkılıyor, herkese bu yolda cesaret geliyor. Birilerinin 'böyle gelmiş böyle gider' görüşünü yıkmak için elini taşın altına koyma eğilimi artıyor. Ama henüz bitmedi, daha yeni başladığını düşünüyorum. Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada. Bizi zorlu bir 5-10 yıl bekliyor ama bu süreç geçtiğimiz 10 yıldan daha kolay olacak. 'TÜRKİYE BİR FIRSATIN EŞİĞİNDE' 100'er yıllık kırılmaların yaşandığı dönemlerden birinden geçtiğimizi düşünüyorum. Bu yüzyıl etkilerinin büyük anlamda kalacağı kritik bir dönem aslında. Bu ekonomik-siyasi bir süreç mi? Evet kesinlikle öyle. Dünyada şu anda hem ekonomik hem de bölgesel stratejik kırılmalar yaşanıyor. Türkiye kimilerinin şans kimilerinin şanssızlık diye ifade edebileceği bir noktada. Ben şans diyenlerdenim. Her iki kırılmada da çok önemli rol oynuyor. Dolayısıyla bu kırılmaların yaşandığı bu dönemde çok önemli bir fırsatın eşiğinde olduğunu düşünüyorum Türkiye'nin. Bunu fırsata dönüştürebilecek çok önemli fırsatlar Türkiye'nin önünde serili. KAMPLAŞMA KÜLTÜRÜ YOK OLUYOR Bundan 10 yıl öncesini düşünürsek bu konuları konuşamıyorduk bile. Türkiye'nin 20-30 yıldır bitmeyen sanal korkuları vardı. Ama şükürler olsun ki bu ülkede insanlar, vatandaşlar, halk bu resmin farkında. Bu süreçlere halk destek veriyor. Vatandaşlar Türkiye'nin geldiği konumdan, demokratikleşme ortamından, kat ettiği mesafeden dolayı çok mutlu. Bu ülkede bir meşrep unsurunu ifade edebilmek 15 yıl önce bir utanç vesilesiydi. Bireyler milliyetlerini söylemekten çekiniyordu. BAŞBAKAN'IN KIZI DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ AÇIKLANDIĞINDA NE HİSSETTİ? Bu bizim açımızdan da bizim gibi milyonlarca haneyi de inanılmaz duygulandıran bir gelişme. Başına başörtüsü taktığı için fırsat, eğitim, istihdam eşitliği yok. Beynimizi okuyabilen bir alet mi var? Kim bunu sınıflıyor? Başka bir insan. Hayır, hiçbir şey değişmedi. Ülkeyi kamplara ayırma, insanları ayrıştırma kültürü yavaş yavaş yok oluyor. 28 Şubat'ı bire bir yaşayan bir insan olarak biz bunları yaşadık. Dolayısıyla bizim gibi milyonlarca hane bu konuda çok mutlu oldu. Paket açıklandıktan sonra ne oldu Türkiye yıkıldı mı? Değişti mi? Hayır, hiçbir şey değişmedi. Türkiye aynı şekilde devam ediyor. Şükürler olsun. Türkiye'de bir çok şey değişti. Bir çok tabu yıkıldı. Bu değişiklikler ülkeyi güçlendirmekten, birleştirmekten öte hiçbir şey yapmadı. 'ülkeyi kamplara ayırma, bölümlere ayırma, insanları ayrıştırma Kültürü'nün yavaş yavaş yok olmasının temelleri atılıyor. Bu çok güzel bir şey. Biz binlerce yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Yüzlerce yıldır onun için bunun duygusal etkisini her aile hane halkı kendi içinde yaşamıştır. Ama bizim için de çok büyük bir anlam ifade ediyor. OĞLUM BAYRAM HARÇLIKLARINI SOMALİ'YE GÖNDERİYOR Eskiden hatırlıyorum kurban alınması faslı bile başlı başına bir olaydı. Biz tosuncuk derdik, aile geniş olduğu için genellikle sığır alınır, çok hisseye bölünürdü. Bayrama birkaç gün kala alınan hayvanı rahmetli anneannem eliyle besler, yemini verirdi. Biz de çocuk olarak yanına git-gel yaparak güzel hatıralar kazanırdık. Ancak maalesef bugünlerde bu ruhu yaşayamıyoruz. Biz de bir baba, ebeveyn olarak çocuklarımıza bunu yaşatmak için elimizden geldiğince uğraşıyoruz. Bayram geleneklerini çocuklarımıza da aktarmaya çalışıyoruz. Gerek bayram alışverişleri gerek ayakkabılar giysiler. Bizim oğlan da kız da bu konuda çok hassas ama özellikle kız üstüne başına sürekli dikkat eder, bu konuda çok meziyetli. Biz de bunu yaşatmaya çalışıyoruz. Bunun yanında bayramlaşma, yardımlaşma dönemi olduğunu anlama noktasında şöyle bir gelenek edinmeye başladılar. Bundan birkaç sene önce bir Somali ziyaretimiz olmuştu bizim oğlan çok etkilenmişti. Bu yüzden bayram harçlıklarının bir bölümünü Somali ya da diğer yardım gerektiren yerlere yolluyor. Bu da bizi fazlasıyla mutlu ediyor 'OĞLUM TRABZONSPORLU' İyi bir Trabzonspor taraftarı idim. Hala öyleyim fakat şike soruşturmasından sonra ben artik maçları izlemiyorum. Çünkü işin o ruhu keyif tarafı gitti. İşin şiddet tarafı ayrı bir konu ama sistem olarak yapı maalesef çok ciddi bir şekilde sisteme olan inancı oyuna olan inancı öldürdü. Şu açıdan da bakıldığında Trabzonspor özeli olarak konuşmak ayri bir konu ki ben aileden aldığımız kültürle bir aidiyet unsuru olarak takim tutma kültürü edindik. Onu da oğlumuza aktarmaya çalışıyoruz. En azından o bağ kopmasın diye. Takımla yaşatmaya çalışıyoruz. GERÇİ DEDESİ YÜZÜNDEN FENERBAHÇELİ OLUR DİYE DÜŞÜNMÜŞTÜK AMA... Demek ki iyi vermişiz o bağı. Ayrıca Türkiye'de zaten hatırı sayılır kadar Fenerbahçeli var. Trabzonsporlu o açıdan. Açıkçası ben takip etmiyorum. Hani hep diyoruz ya adaletin olmadığı yerde hiç bir şey bekleyemezsiniz. Türk sporunda sistem olarak kurumlarından tutun bütün yapısına kadar, adalet yok. Kimse artik futboldan keyif almıyor. İşin marka, algi boyutu, değer boyutu da baktığımızda çok ciddi düştü. Bu insanların keyif aldığı unsurdu tasfiye etmiş oldu. Haftada bir maç da olsa izliyorduk. Gerçi artik o zamanı da çocuklara ayırıyoruz. Daha belki hayırlı oldu. Ama memleket nedeniyle de Trabzonspor'dan yok vazgeçmeyiz. Hep şu soru soruluyor. Kupa geldi gelmedi falan. Artik yani şu son yaşananlardan sonra kupanın fiziki anlamda verilip verilmemesinin de pek bir önemi kalmadı. Dünya alem bütün gezegendeki ne kadar kurum varsa bu iş ortaya çıktıysa artik. Trabzonspor'un fiili olarak bunu hak ettiği tescillenmiştir. Türkiye'deki öyle ya da böyle bazı kurumların bunu takdir etmesine gerek kalmamıştır. Trabzonsporlular mutlu olsun. En azından ben oğluma öyle söylüyorum. Rahatız yani.