"Siz hiç şühedanın sesini duydunuz mu?"
Eceabat'a doğru inerken otomobil aklıma bu cümle geldi...
Durdum.
İndim otomobilden.
Kulak kesildim doğaya.
Şühedanın sesini duyma hevesiyle.
Durdum, dinledim...
Duydum!
Gözüm hepimizin bildiği o yamaçta...
Aklım, alemden aleme yolculukta.
"Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak bir devrin battığı yerdir..."
Ölü değiller onlar iman ettim bir daha.
"Düşün ki haşr olan kan, kemik, etin yaptığı bu tümsek..."
Ölü değiller onlar bunu yerinde görmek gerek.
Rakka,
Musul,
Konya,
Pireşova,
Yafa,
Bilecik...
Biraz daha arkada uzanmış yatıyor;
Batumlu,
Bitlisli,
Kırımlı...
Bu anlattığım, sadece 24 saatlik Çanakkale seyahatinde gördüğüm enginligin sadece bir kırıntısı.
Gelin görün Çanakkale'yi!
DERT ETMEK...
Bir derdin olacak en evvel.
Öyle sıkıntı anlamında değil.
Dert edeceksin kendine.
İşin mi var onu dert edeceksin.
İyi bakacaksın işine.
Şükürle, daha iyisini düşünerek.
Evin, barkın ailen...
Dert edeceksin.
Daha huzurlu, daha mutlu olmak için.
Dert edeceksin, derdiyle dertleneceksin milletin.
Dert ettikçe değerleneceksin...
Dert ettiler onlar.
1915'in Mart'ında.
"Banane" demediler.
"Ben mi yeneceğim koca zırhlıları" diye düşünmediler.
Garb afakını saran çelik zırhlı duvarlara kazıdılar isimlerini...
Dert ettiler, vatanı, milleti...
Dertlendiler ümmedin derdiyle.
Bugün eğer bizimse bu ülke onlar sayesinde.
Ama yarın da bizim kalacaksa bu ülke bu, bu kez hepimizin sayemizde olacak.