Yıllardır aynı piyesi izliyoruz ama yine de izahı güç bir şekilde her seferinde kendimizi oyuna kaptırıyoruz.
Sanki izlediğimiz oyun değil de gerçekmiş gibi, samimi şekilde, sinirleniyoruz, seviniyoruz, üzülüyoruz.
Evet Avrupa Birliği üyeliği maceramızdan bahsediyorum.
Bir düşünün; AB'nin bizim kadar kapıda beklettiği başka aday ülke oldu mu?
Peki ya Türkiye kadar kapıda bekleyen?
Yok.
Geçende yine ne halta yaradığını, benim diyen diplomatın şakadanak söyleyemeyeceği parlamentoları yine Türkiye'ye bir şeyler söylemiş...
Beklediğimiz kapının sol tarafında değil de, bundan böyle sağ tarafında bekleyecekmişiz.
Ama yine bağlayıcılığı yokmuş, çünkü tavsiye niteliğindeymiş.
Çünkü 16 Nisan referandumu sonuçları hoşlarına gitmemiş. Bir de nükleer santral kurmazsak sevinirlermiş.
"Tamam ulen," dese Türkiye, "birreferandum daha yapacağım, santralide Ruslara değil size yaptıracağım. Alacak mısınız o zamanBirliğe" dese yanıt da belli:
"Daha değil, tekrarkapının sol tarafında beklemeaşamasına geçtiniz. Ne kadar beklersiniz bilemiyorumama siz yine deiçeri girme perspektifinizikaybetmeyin."
1960'tan beri devameden bu absürt tiyatrodansıkılmamız gerekmiyor muartık.
Lütfen "ama ticaretyapıyoruz ama oralardavatandaşlarımız var, çağdaşdünya..." falan diye söylenmeyin.
Öyle ya, üye olmadan ticaret yaptığımız AB ile üye olmazsak ticaret yapamayacağımızdan mı korkuyoruz?
Yoksa ana vatanları birliğe üye olmadan yıllardır Avrupa ülkelerinde yaşayan gurbetçilerimizin eğer AB'ye üye olamazsak Avrupa'da yaşayamayacağından mı?
Bence artık kendimize gelelim ve bu katarsisten yakamızı sıyıralım, uyanalım.
Zira AB'ye üye değilken ne oluyorsa, olmayınca da başka bir şey olmayacak.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.