Yemin ediyorum...
Gazetelerin hafta sonu eklerindeki "
dağdan atlarım, bayırdan kayarım, dünyanın en ucunda keyfime bakarım" temalı röportajları okudukça...
Seyahat isteğim sönüyor, içimden şuradan şuraya gitmek gelmiyor!
Bu kesimin "
ne yapacağını bilemez" hallerini "
şıklık" olarak pazarlayışına ve
sahte uçukluklarına şahit olmaktan içimde kalan son seyahat ve merak kırıntıları da öldü galiba.
Hele yolun yarısını çoktan geçmiş gazetecilerin, işadamlarının, aşçıların, sanatçıların "
daha Galapagos kaplumbağalarını görmedim" veya "
önümüzdeki yaz hedefim şişme botla Akdeniz'i dolaşmak" türünden şımarıklıklarını izlemek var ya...
İçimi sıkıntılar basıyor.
Sanırsınız, adam Darwin'in reenkarnasyonu,
Galapagos'ta dev kara kaplumbağasına bir daha bakıp evrim teorisini gözden geçirecek!
Hayır! Yanında fotoğraf çektirip, listesine "
oraya da gittim" diye çentik atıp geri dönecek. Bütün patırtı bunun için.
***
Son okuduğum söyleşinin
ünlü medyacısı pek telaşlıydı. Hesap yapmış; az ömrü kalmış, o yüzden "oraya da gitmeliyim, şunu da yapmalıyım" diye
çırpınıp duruyor.
Onu kırk yıldır tanıyan röportajcı da şöyle soruyor: "
Bunları yaparak kendinize mi varıyorsunuz?"
Gülmeyin!
Çünkü acıklı.
Biliyorum...
Yıllar boyu medyanın üzerimize boca ettiği bu türden "
life-style" kültürüyle yoğrulduk. Bu "
style"ın
boşluğunu, anlamsızlığını fark etmeyelim diye, içine tıka basa "
gizemli" hava bastılar.
"Kendine varmak"; "kendin olmak" gibi laflar da o dönemden kalma deyimler.
Hani "kendileri" bir şey olsa, dert değil!
Fakat bitti işte!
Neyse ki, bu
ilgi arsızlığını, içinde en küçük bir muhabbet taşımayan bu "
yaşam sevinci" numaralarını artık kimseler yutmuyor!